19. Mektub’un "On Beşinci İşareti’nin 1. Şube’si" olan “Hayvanlar Taifesi” ile alakalı mucizeleri cümle cümle izah eder misiniz?
On Beşinci İşaret:
On Dokuzuncu Mektubun On Beşinci Nükteli İşareti
Nasıl ki taşlar, ağaçlar, kamer, güneş onu tanıyorlar, birer mu‘cizesini göstermekle nübüvvetini tasdîk ediyorlar.
Nasıl ki, taşlar, ağaçlar, Ay ve Güneş Resul-i Ekrem (asm)’ın birer mucizesine mazhar olmakla onu tanıdıklarını ve peygamberliğini tasdik ettiklerini gösteriyorlar.
Öyle de, hayvanât tâifesi, ölüler tâifesi, cinler tâifesi, melâikeler tâifesi o zât-ı mübâreki tanıyorlar ve nübüvvetini tasdîk ediyorlar ki, onlar, onu tanıdıklarını, her bir tâifesi bazı mu‘cizâtını göstermekle gösteriyorlar. Ve nübüvvetinin tasdîkini i‘lân ediyorlar.
Tıpkı ağaçlar, taşlar, ay ve güneş gibi hayvanlar tayfası, cin milleti ve melekler topluluğu da o mübarek zâtı tanıyorlar. Peygamberliğini tasdik ediyorlar. Bu varlıkların her bir topluluğu Efendimizin bazı mucizelerini kendi üzerlerinde göstermekle Efendimizi tanıdıklarını gösteriyorlar. Peygamberliğini tasdik ettiklerini ilan ediyorlar.
Şu On Beşinci İşaret’in “Üç Şu‘besi” var.
İşte bu On Beşinci Nükteli İşaret “üç şube’den oluşuyor”
Birinci Şu‘besi:
On Beşinci Nükteli İşaretin Birinci Şubesi
Hayvanât cinsi, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ı tanıyorlar ve mu‘cizâtını da izhâr ediyorlar.
Varlık çeşitlerinden biri olan hayvanlar cinsi Resul-i Ekrem (asm)’ı tanıyorlar ve üzerlerinde Efendimizin mucizelerini gösteriyorlar.
Şu şu‘benin çok misâlleri var.
On Beşinci Nükteli İşaretin üç şubesinden birincisi olan şu şubenin çok mucize misalleri var.
Biz yalnız burada, meşhur ve ma‘nevî tevâtür derecesinde kat‘î olmuş veya muhakkikîn-i eimmenin makbûlü olmuş veya ümmet telakkî-i bilkabûl etmiş olan bir kısım hâdiseleri numûne olarak zikredeceğiz.
Biz burada yalnızca hadis ilminin kıstaslarına göre meşhur ve manevî mütevâtir derecesinde olan, gerçekliği kesin olan, hakikat araştırmacısı hadis imamları tarafından kabul edilmiş, ümmetin çoğunluğu tarafından genel kabul görmüş olan bazı hadiseleri numune olarak zikredeceğiz.
Birinci Hâdise:
Birinci Şubenin Birinci Hadisesi
Ma‘nevî tevâtür derecesinde bir şöhretle, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Ebû Bekri’s-Sıddîk ile küffârın ta‘kîbinden kurtulmak için tahassun ettikleri Gâr-ı Sevr’in kapısında, iki nöbetçi gibi, iki güvercin gelip beklemeleri; ve örümcek dahi perdedâr gibi, hârika bir tarzda, kalın bir ağ ile mağara kapısını örtmesidir.
Hadis ilminin kıstaslarına göre manevi tevatür derecesinde bir şöhret ile nakledildiğine göre; Resul-i Ekrem (asm) küffarın takibinden kurtulmak için Hz. Ebu Bekir (ra) ile birlikte Hira Mağarasının kapısında iki muhafız nöbetçisi gibi iki güvercinin gelip yuva yapıp beklemeleri ve örümceğin de adeta perdeci gibi harika bir tarzda kalın bir ağ ile mağara kapısını örtmüş olması mucizesidir.
Hatta rüesâ-yı Kureyşden, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın eli ile Gazve-i Bedir’de öldürülen Übeyy ibn-i Halef mağaraya bakmış. Arkadaşları demişler: “Mağaraya girelim.” O demiş: “Nasıl girelim? Burada bir ağ görüyorum ki, Hazret-i Muhammed tevellüd etmeden bu ağ yapılmış gibidir. Bu iki güvercin işte orada duruyor. Adam olsa orada dururlar mı?”
Hatta Kureyş reislerinden olan ve Bedir savaşında Resul-i Ekrem (asm) tarafından öldürülen Übeyy İbn-i Halef, Efendimizin izini takip ederek mağaranın girişine kadar gelmiş. Arkadaşları “mağaraya girelim” demişler. Übeyy b. Halef ise “nasıl girelim? Burada bir örümcek ağı görüyorum ki, (Hazret-i) Muhammed daha doğmadan yapılmış gibi görünüyor. Bu iki güvercin işte mağaranın ağzında duruyor. Mağaranın içinde adam olsa orada dururlar mıydı?” demiş.
İşte bunun gibi, mübârek güvercin tâifesi Feth-i Mekke’de dahi Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın başı üzerinde gölge yaptıklarını, İmâm-ı Celîl ibn-i Veheb naklediyor.
İşte tıpkı hicret yolunda gerçekleşen bu mucize gibi mübarek güvercin tayfası Mekke’nin fethinde de Resul-i Ekrem (asm)’ın mübarek başı üzerinde gölge yaptıklarını İmam Celil İbn-i Vehb naklediyor.
Hem nakl-i sahîh ile Hazret-i Âişe-i Sıddîka haber veriyor ki:
Hem sıhhatli bir şekilde nakledildiğine göre Hz. Âişe-i Sıddıka (Sıddık olan zatın kızı Ayşe) haber veriyor ki:
“Güvercin gibi, dâcîn denilen bir kuş hânemizde vardı. Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hazır olsa idi, hiç debelenmezdi. Sükûtla dururdu. Ne vakit Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm çıksa idi, o kuş başlardı harekete. Giderdi, gelirdi, hiç durmuyordu.”
“Evimizde güvercin cinsinden evcil bir kuş vardı. Resul-i Ekrem (asm) evde bulunduğu zaman hiç debelenmez, sakin ve suskun dururdu. Resul-i Ekrem (asm) ne zaman dışarı çıksa o kuş hareketlenmeye başlar ve bir sağa bir sola gider gelirdi. Hiç yerinde durmuyordu.”
Demek o kuş, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ı dinliyordu. Huzurunda temkîn ile sükût ederdi.
Demek oluyor ki; o kuş Resul-i Ekrem (asm)’ı dinliyor ve mübarek huzurunda temkin ile davranıp susuyordu.
İkinci Hâdise:
Birinci Şubenin İkinci Hadisesi
Beş-altı tarîk ile ma‘nevî bir tevâtür hükmünü almış kurt hâdisesidir ki, bu kıssa-i acîbe çok tarîkler ile meşhur Sahâbelerden nakledilmiş.
Beş altı rivâyet zincirinden nakledilmekle manevi tevatür derecesine çıkmış olan kurt olayıdır ki; bu acayip olay çok farklı rivayet yollarından nakledilmiş ve meşhur sahâbelerden nakledilmiştir.
Ezcümle Ebû Saîde’l-Hudrî ve Seleme ibn-i Ekva‘ ve ibn-i Ebî Veheb ve Ebû Hüreyre ve bir vak‘a sâhibi çoban Uhbân gibi müteaddid tarîklerle haber veriyorlar ki:
Bunlardan birkaçı, Ebu Saidü’l Hudrî, Seleme İbn-i Ekvâ, İbn-i Ebî Vehb, Ebu Hüreyre ve bir olay sahibi olan Çoban Uhban gibi birçok rivayet yollarından nakil ile haber veriyorlar ki:
“Bir kurt, keçilerden birisini tutmuş. Çoban kurdun elinden kurtarmış. Zi’b demiş: ‘Allah’dan korkmadın, benim rızkımı elimden aldın.’ Çoban demiş: ‘Acâib, zi’b konuşur mu?’ Zi’b ona demiş: ‘Acîb senin hâlindir ki, bu yerin arka tarafında bir zât var ki, sizi cennete da‘vet ediyor. Peygamberdir. Onu tanımıyorsunuz.’”
“Bir kurt, sürüdeki keçilerden birini yakalamış. Çoban cesur davranıp keçiyi kurdun elinden kurtarmış. Kurt dile gelip, “Allah'tan korkmadın, benim rızkımı elimden aldın” demiş. Çoban, “acayip! Kurt hiç konuşur mu?” demiş. Kurt ona tekrar, “senin halin benim konuşmamdan daha acayip çünkü bulunduğumuz yerin arka tarafında bir zât vardır ki, siz insanları cennete davet ediyor. Kendisi peygamberdir. Siz ise onu tanımıyorsunuz” demiş.
Bütün tarîkler kurdun konuşmasında müttefik olmakla beraber, kuvvetli bir tarîk olan Ebû Hüreyre ihbârında diyor ki: “Çoban kurda demiş: ‘Ben gideceğim. Fakat kim benim keçilerime bakacak?’ Zi’b demiş: ‘Ben bakacağım.’ Çoban ise, çobanlığı kurda devir edip gelmiş.
Bu hadisi nakleden bütün rivayet yolları kurdun konuşmuş olmasında ittifak halinde olmakla beraber, diğerlerine göre daha kuvvetli bir rivayet yolu olan Ebu Hüreyre’den gelen rivayette -bu konuşmanın devamı noktasında- diyor ki; “Çoban kurda, ‘ben o zatı tanımak için gideceğim fakat benim keçilerime kim çobanlık edecek?’ demiş. Kurt, ‘ben bakacağım’ demiş. Çoban, sürünün çobanlığını kurda devredip Efendimizin yanına gelmiş.
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ı görmüş, îmân etmiş. Dönüp gitmiş, zi’bi çoban bulmuş. Zâyiât yok. Bir keçi ona kesmiş. Çünkü ona üstâdlık etmiş.”
Resul-i Ekrem (asm)’ı görmüş, iman etmiş. Sonra dönüp tekrar sürüsünün yanına gitmiş. Kurdu çobanlık yapar halde bulmuş. Sayım yapmış, sürüde zayi olan bir hayvan olmadığını anlamış. Keçinin birini kesip kurda ikram etmiş. Çünkü kurt çobana hocalık etmiş.”
Bir tarîkte “Rüesâ-yı Kureyş’den Ebû Süfyân ile Safvân bir kurdu gördüler. Bir ceylanı ta‘kîb edip Harem-i Şerîf’e girdi. Kurt dönmüş. Sonra taaccüb etmişler. Kurt konuşmuş. Risâlet-i Ahmediyeyi (asm) haber vermiş.
Başka bir rivayette “Kureyş reislerinden Ebu Süfyan ile Safvan bir ceylanı kovalayan bir kurt gördüler. Ceylan kaçarken harem sınırından içeri girmiş. Kurt geri dönüp takibi bırakmış. Onlar bu olay karşısında hayret etmişler. Kurt yakınlarına gelip konuşmaya başlamış. Onlara “Hz. Muhammed (asm)’ın peygamber olduğunu haber vermiş.
Ebû Süfyân Safvân’a demiş ki: ‘Bu kıssayı kimseye söylemeyelim. Korkarım, Mekke boşalıp onlara iltihâk edecekler.’”
Bu olay üzerine Ebu Süfyan, Safvan’a hitaben; “bu olayı hiç kimseye söylemeyelim. Şayet söyleyecek olursak korkarım, Mekke boşalıp Müslümanlara dahil olacaklar” demiş.
Elhâsıl, kurt kıssası kat‘î ve ma‘nevî mütevâtir gibi kanâat verir.
Sonuç olarak, kurtların konuşması hadisesi gerçekliği kesindir ve hadis ilmindeki derecesi manevi mütevâtir gibi kanaat verir.
Üçüncü Hâdise:
Birinci Şubenin Üçüncü Hadisesi
Beş-altı tarîk ile mühim Sahâbelerden nakledilen cemel hâdisesidir ki,
Beş-altı rivayet yolundan mühim sahâbelerden nakledilen deve hadisesidir.
ezcümle, Ebû Hüreyre ve Sa‘lebe ibn-i Mâlik ve Câbir ibn-i Abdullâh ve Abdullâh ibn-i Ca‘fer ve Abdullâh ibn-i Ebî Evfâ gibi müteaddid tarîkler ve o tarîklerin başındaki Sahâbeler müttefikan haber veriyorlar ki:
Bunlardan birkaçı, Ebu Hüreyre, Sa’lebe İbn-i Malik, Cabir b. Abdullah, Abdullah b. Cafer ve Abdullah b. İbn-i Ebu Evfâ gibi birçok rivayet yolları ve bu rivayet zincirlerinin başındaki sahabeler ittifak ederek haber veriyorlar ki:
“Deve gelmiş, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a tahiyye-i ikrâm nevi‘nden secde edip konuşmuş.”
“Bir deve gelip, Resul-i Ekrem (asm)’a saygı ifadesi olarak secde eder gibi hürmetle eğilip Efendimizle konuşmuş.”
Ve birkaç tarîkte haber veriliyor ki: “O deve bir bağda kızmış, vahşi olmuş. Yanına kimseyi sokmuyor, hücum ediyordu. Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm girdi, deve geldi. İkrâmen secde etti, yanında ıhdı. Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm yular taktı.
Bu konuyla ilgili birkaç ayrı rivayet yolunda haber verildiğine göre: “Efendimizle konuşan o deve, bir bağın içinde kızgın halde vahşi bir hale girmiş. Yanına kimseyi yaklaştırmıyor, gelmek isteyene hücum ediyordu. Resul-i Ekrem (asm) o bağa girdi. Deve yanına geldi. Önünde hürmetle eğilip ıhdı. Resul-i Ekrem (asm) o deveye yular taktı.
Deve, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a dedi: ‘Beni çok meşakkatli şeylerde çalıştırdılar. Şimdi de beni kesmek istiyorlar. Onun için kızdım.’ Deve sâhibine söyledi: ‘Böyle midir?’ ‘Evet’ dediler.”
Deve dile gelip, Resul-i Ekrem (asm)’a şöyle dedi: ‘Beni çok zorlu işlerde çalıştırdılar. Şimdi de kesmek istiyorlar. Onun için kızdım.’ Efendimiz (asm) deve sahibine, ‘böyle midir?’ diye sordu. Adam, ‘evet’ dedi.
Hem Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın Adbâ ismindeki devesi, vefât-ı Nebeviyeden sonra kederinden ne yedi ne içti, tâ öldü.
Hem Resul-i Ekrem (asm)’ın Adbâ adında bir devesi vardı. Efendimiz (asm)’ın vefat etmesinin ardından keder ve üzüntüsünden ne yedi ve ne de içti. En sonunda kendisi de öldü.
Hem o deve, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ile mühim bir kıssayı konuştuğunu Ebû İshak-ı İsferânî gibi bazı mühim imamlar haber vermişler.
Hem de Adbâ adındaki o devenin Resul-i Ekrem (asm) ile çok önemli bir olayı konuştuğunu Ebu İshak İsferâyinî gibi bazı önemli hadis imamları haber vermişler.
Hem nakl-i sahîh ile, Câbir ibn-i Abdullâh’ın bir seferde devesi çok yorulmuştu. Daha yürüyemiyordu. Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm o deveye ufak bir dürtmek ile dürttü. O deve, o iltifât-ı Ahmediye’den (asm) o kadar bir çeviklik, bir sevinçlik peydâ etti ki, daha sür‘atinden dizgini zabt edilmiyor, yolda yetişilmiyordu. Hazret-i Câbir haber veriyor.
Yine sıhhatle nakledildiğine göre, bir seferde iken Cabir b. Abdullah’ın yorgun düşmüş, artık yürüyemiyordu. Resul-i Ekrem (asm) Efendimiz, o deveye bir iltifat kabilinden ufak bir dürttü. Yani elindeki değnek ile hafif dokundu. O bitkin deve, Efendimizin o iltifatından sonra bir anda öyle bir çeviklik kazandı, adeta öyle bir sevinç ile hareket etmeye başladı ki, yolda kendisine yetişilemiyor ve dizgini güçlükle tutulduğunu olayın birinci şahidi ve muhatabı olan Hz. Cabir haber veriyor.
Dördüncü Hâdise:
Birinci Şubenin Dördüncü Hadisesi
Başta İmâm-ı Buhârî eimme-i hadîs haber veriyorlar ki:
Başta imam Buhârî olmak üzere hadis imamları haber veriyorlar ki:
“Bir def‘a gecede, Medîne-i Münevvere’nin hâricinde düşman hücum ediyor gibi mühim bir hâdise işâa edildi. Sonra cesur atlılar çıktılar, gittiler. Yolda görüyorlar, bir zât geliyor. Baktılar, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dır.
“Bir defasında gece vakti, Medine-i Münevvere’nin şehir dışından sanki düşman hücumu var gibi önemli bir hadise yayıldı. Ardından cesur atlılar olayı araştırmak için çıkıp gittiler. Yolda giderlerken fark ederler ki karşı yönden biri geliyor. Baktılar ki, bu gelen Resul-i Ekrem (asm)’dır.
Ferman etmiş: ‘Bir şey yoktur.’ Meşhur Ebû Talha’nın atına binip, şecâat-i kudsiyesi muktezâsınca herkesten evvel gitmiş, tahkîk etmiş ve dönmüştü.
Peygamber Efendimiz (asm) onlara ‘(korkulacak) bir şey yok’ diye buyurur. Resul-i Ekrem (asm), kutsî cesaretinin gereği olarak -hiçbir korku duymadan- herkesten önce gitmiş, olayın ne olduğunu araştırmış ve geri dönmüştü. Üstelik bu araştırma için sahabenin meşhurlarından Ebu Talha’nın atını kullanmıştı.
Ebû Talha’ya ferman etmiş: وَجَدْتُ فَرَسَكَ بَحْرًا Yani ‘Senin atın sarsmadan, gayet çabuktur.’ Halbuki Ebû Talha’nın atı ‘katûf' ta‘bîr edilen, yürüyüşsüz kısmından idi. O geceden sonra hiçbir at ona karşı yürüyüşte mukābele edemiyordu.”
Efendimiz (asm) geri döndüğünde Ebu Talha’ya hitaben şöyle buyurmuş: “Senin atını deniz gibi buldum” yani ‘senin atın sarsmadan ve çabuk gidiyor’ demiş. Halbuki Ebu Talha’nın atı ‘katûf: yavaş yürüyüşlü’ düzgün yürüyemeyen at cinsindendi. O gece Efendimizin üzerine binmesinden sonra hiçbir at yürüyüşte ona karşı gelemiyordu.
Hem nakl-i sahîh ile, “Bir def‘a Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm seferde namaz kılacak vaktinde atına dedi: ‘Dur.’ O da durdu. Namaz bitinceye kadar hiçbir a‘zâsını kımıldatmadı.”
Yine sıhhatli bir şekilde nakledildiğine göre: “Resul-i Ekrem (asm) bir seferde iken namaz vakti gelince atına ‘dur!’ dedi. O da durdu. Namaz bitinceye kadar hiç hareket etmeden bekledi.”
Beşinci Hâdise:
Birinci Şubenin Beşinci Hadisesi
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın hizmetkârı Sefîne, Yemen Vâlisi Muâz ibn-i Cebel’in yanına gitmek için Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dan emir alıp gitmiş. Yolda bir aslan rast gelmiş. O Sefîne ona demiş: “Ben Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın hizmetkârıyım.” Aslan ses verip ayrılmış, ilişmemiş.
Resul-i Ekrem (asm), hizmetinde bulunanlardan Sefine isimli sahabeyi, yazılı bir emrini iletmek için Yemen valisi Muâz b. Cebel (ra)’ın yanına göndermiş. Yolculuk esnasında bir aslana rast gelmiş. Sefine adındaki o mübarek sahabe karşısına çıkan aslana hitaben: “Ben Resul-i Ekrem (asm)’ın hizmetindeyim” demiş. Aslan, ona ilişmediği gibi ses verip yolundan ayrılmış.”
Diğer bir tarîkte haber veriyorlar ki: “Sefîne döndüğü vakit yolu kaybetmiş. Bir aslana rast gelmiş. Aslan ona ilişmemekle beraber, yolu da göstermiş.”
Bu hadiseyle ilgili diğer bir rivayette haber veriliyor ki: “Sefine dönüş yolunda yol güzergâhını şaşırmış. Bir aslana rast gelmiş. Aslan ona zarar vermediği gibi yolu da göstermiş.”
Hem Hazret-i Ömer’den haber veriyorlar ki, demiş: “Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın yanına bir bedevî geldi. Arabca ‘dabb’ denilen bir sûsmâr, yani keler elinde idi. Dedi: ‘Eğer bu hayvan sana şehâdet etse, ben sana îmân getiririm. Yoksa îmân getirmem.’
Yine Hz. Ömer’den (ra) haber verildiğine göre şöyle demiş: “Resul-i Ekrem (asm)’ın yanına bir bedevî[1] geldi. Arap dilinde ‘dabb’ denilen bir kertenkele yakalamıştı. O bedevî adam Efendimize hitaben; ‘Eğer bu hayvan senin peygamber olduğuna şahitlik ederse sana iman ederim. Yoksa iman etmem’ dedi.
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm o hayvandan sordu. O sûsmâr fasîh bir dil ile, risâletine şehâdet etti.”
Resul-i Ekrem (asm), o hayvana hitap etti ve kendisinin kim olduğunu sordu. O çöl kertenkelesi açık seçik, gayet anlaşılır bir dil ile Efendimizin Allah’ın elçisi olduğuna şehadet getirdi.”
Hem Ümmü’l-Mü’minîn Ümm-ü Seleme haber veriyor ki: “Bir ceylan Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ile konuşmuş, risâletine şehâdet etmiş.”
Yine müminlerin annesi Ümmü Seleme haber verdiğine göre: “Bir ceylan Resul-i Ekrem (asm) ile konuşmuş. Allah’ın elçisi olduğuna şehadet getirmiş.”
İşte bunun gibi çok misâller var. Hem de kat‘î şöhret bulmuş. Birkaç numûneyi gösterdik.
İşte bunlar gibi hayvanlarla ilgili mucizelerin daha birçok misalleri var. Hem de kesin olarak hadis ilmiyle meşgul olanlar arasında kesin bir şöhret kazanmış. Biz burada sadece birkaç numunesini gösterdik.
Ve Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ı tanımayana ve itâat etmeyene deriz:
Hayvanların bile tanıyıp peygamberliğine şahitlik ettiği Resul-i Ekrem (asm)’ı gereği gibi tanımayan ve ona gereği gibi itaat etmeyenlere deriz:
Ey insan! İbret alınız. Kurt, aslan, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ı tanıyor, itâat ediyorlar. Sizlerin hayvandan, kurttan aşağı düşmemeye çalışmanız iktizâ eder.[2]
Ey insanlar! Hayvanlardan ibret alınız. Kurt, aslan, -gibi canavar hayvanlar bile- Resul-i Ekrem (asm)’ı tanıyor ve ona itaat ediyorlar. Sizler insan olarak hayvanlardan -ve bu hayvanların canavarlarından- kurt gibi fertlerinden aşağı düşmemeye çalışmanız gerekir.
[1] Bedevî, çölde yaşayan, çöl adamı. Bizdeki kırsalda yaşayan, köylü ibaresine karşılık gelir.
[2] Said Nursi, Zülfikâr, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 280-83