19. Mektub’un "On Dördüncü İşareti’ni" cümle cümle izah eder misiniz?
On Dördüncü İşaret:
On Dokuzuncu Mektubun On Dördüncü Nükteli İşareti:
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın envâ‘-ı mu‘cizâtından bir nev‘-i azîmi, duâsıyla zâhir olan hârikalardır.
Resul-i Ekrem (asm)’ın mucize çeşitlerinden büyük bir çeşidi de Efendimizin duasıyla görünmüş olan harika olaylardır.
Evet, şu nevi‘, kat‘î ve hakîkî mütevâtirdir. Cüz’iyât ve misâlleri o kadar çoktur ki, hesab edilmez.
Evet, Efendimizin duasıyla görünen mucizeler kesindir. Hadis ilminde hakiki mütevâtir derecesindedir. Bu nev mucizelerin misalleri öyle çoktur ki, hesaba gelmez.
Misâllerin çokları var ki, onlar da mütevâtir derecesine çıkmışlar. Belki tevâtüre yakın meşhur olmuşlar. Bir kısmını öyle imamlar nakletmiş ki, meşhur mütevâtir gibi kat‘iyeti ifade eder.
Efendimizin duasıyla gerçekleşen mucize misallerinin birçoğu vardır ki, tek başlarına mütevâtir derecesindedir. Veya tevatür derecesine yakın meşhur olmuşlardır. Bazı mucizeleri öyle hadis imamları naklediyorlar ki, meşhur mütevâtir gibi kesinliğini ifade eder.
Biz şu pek çok misâllerinden tevâtüre yakın ve meşhur derecesinde münteşir bazı misâlleri numûne olarak ve her misâlin de birkaç cüz’iyâtını zikredeceğiz.
Biz de Efendimizin duasıyla gerçekleşen mucizelerin misallerinden tevatüre yakın olan veya meşhur derecesinde yayılmış olan bazı misallerini numune olarak burada zikredeceğiz.
Birinci Misâl:
Efendimizin duasıyla gerçekleşen mucizelerin birinci misali:
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın yağmur duâsı, tevâtür derecesinde ve çok def‘a tekrar ile dâimâ sür‘atle kabul olması, başta İmâm-ı Buhârî ve İmâm-ı Müslim, eimme-i hadîs nakletmişler.
Resul-i Ekrem (asm)’ın yağmur duası, çok defa tekrar etmiş ve her defasında süratle kabul olmuştur. Efendimizin yağmur duasının kabul olmasıyla ilgili mucizelerin bütünü kesinlik derecesi hadis ilminin kıstaslarına göre tevatür derecesindedir. Bu mucizeleri başta İmam Buharî ve İmam Müslim olarak hadis imamları eserlerinde nakletmişler.
Hatta bazı def‘a minber-i şerîf üstünde yağmur duâsı için elini kaldırıp indirmeden yağmış.
Efendimizin yağmur duası öylesine hızlı bir şekilde kabul edilmiş ki, bazen minber-i şerifte iken dua etmiş. Daha minberden inmeden yağmur gelmiş.
Sâbıkan zikrettiğimiz gibi, bir-iki def‘a ordu susuz kaldığı vakit bulut geliyordu. Yağmur veriyordu.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, birkaç defa ordusu susuzlukla yüz yüze kaldığı vakit bir parça bulut geliyor, yağmur verip gidiyordu.
Hatta nübüvvetten evvel cedd-i Nebî Abdülmuttalib, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın küçüklük zamanında mübârek yüzüyle yağmur duâsına giderdi. Onun yüzü hürmetine gelirdi ki, o hâdise Abdülmuttalib’in bir şiiri ile iştihâr bulmuş.
Efendimizin duası hürmetine yağmur yağdırılması nübüvvet verilmezden önce de bilinen bir durumdu. Öyle ki Efendimiz (asm) henüz küçük bir çocuk iken dedesi Abdülmuttalip onu da yağmur duası için yanında götürür ve onun yüzü suyu hürmetine yağmur vermesi için Allah’a dua ederdi. Efendimizin hürmetine dua edildiği her defasında yağmur gelirdi. Bu hadise Abdülmuttalib’in bir şiirine yansımıştır.
Hem vefât-ı Nebevîden sonra Hazret-i Ömer Hazret-i Abbâs’ı vesîle yapıp demiş: “Yâ Rab! Bu senin habîbinin amcasıdır. Onun yüzü hürmetine yağmur ver.” Yağmur gelmiş.
Bununla beraber Efendimizin hürmetine yağmur istenip verilmesi vefatından sonra da devam etmiştir. Bir defasında Hz. Ömer, Efendimizin amcası Hz. Abbas’ı vesile yapıp şöyle dua etmiş: “Ya Rab! Bu adam, senin habibin olan Muhammed (asm)’ın amcasıdır. Onun yüzü suyu hürmetine bize yağmur ver” demiş. Yağmur yağdırılmış.
Hem İmâm-ı Buhârî ve Müslim haber veriyorlar ki: “Yağmur için duâ taleb edildi. Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm duâ etti. Yağmur öyle geldi ki, mecbûr oldular. ‘Aman duâ et kesilsin.’ Duâ etti. Birden kesildi.”
Yine İmam Buhârî ve İmam Müslim ittifakla haber veriyorlar ki; Yağmur için dua istenildi. Efendimiz (asm) da dua etti. Yağmur öylesine yağdırıldı ki, yağmur için dua isteyenler, “Aman ya Resulallah! Dua et de yağmur kesilsin” demeye mecbur kaldılar. Efendimiz (asm) bu defa yağmurun kesilmesi için dua etti. Yağmur birden kesildi.
İkinci Misâl:
Efendimizin duasıyla gerçekleşen mucizelerin ikinci misali:
Tevâtüre yakın meşhurdur ki:
Bu mucize tevatüre yakın derecede meşhurdur.
“Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Sahâbe ve îmâna gelenler daha kırka vâsıl olmadan ve gizli ibâdet etmekte iken duâ etti.
“Efendimize iman edenlerin sayısı henüz kırka ulaşmamış ve sahabeler ibadetlerini gizli olarak yapmakta iken Resul-i Ekrem (asm) şöyle dua etti.
اَللّٰهُمَّ اَعِزَّ الْاِسْلَامَ بِعُمَرِ بْنِ الْخَطَّابِ اَوْ بِعَمْرِو بْنِ هِشَامِ Bir-iki gün sonra, Hazret-i Ömer İbni’l-Hattâb îmâna geldi. Ve İslâmiyet’i i‘lân ve i‘zâz etmeye vesîle oldu. ‘Fârûk’ ünvân-ı âlîsini aldı.”
“Allah’ım İslam’ı Ömer İbnü’l Hattab veya Ömer İbnü’l Hişam’dan biriyle aziz kıl!” Efendimizin bu duasından bir-iki gün sonra Ömer b. Hattab iman etti. O zamana kadar gizli yaşanmakta olan İslam’ın ilanına, izzet ve kuvvet kazanmasına vesile oldu. İslam’ı öylesine yaşadı ki, kendisine mahsus ve pek yüksek olan ‘Faruk’ unvanını aldı.
Üçüncü Misâl:
Efendimizin duasıyla gerçekleşen mucizelerin üçüncü misali:
Bazı Sahâbe-i Güzîne ayrı ayrı maksadlar için duâ etmiş. Duâsı öyle parlak bir sûrette kabul olmuş ki, o kerâmet-i duâiye mu‘cize derecesine çıkmış.
Efendimiz (asm) seçkin sahabelerinden bazılarına ayrı ayrı maksatlar için dua etmiş. Duası öylesine parlak bir şekilde kabul edilmiş ki, duasında görünen o keramet, mucize derecesine çıkmış. -Peygamberliğinin delilleri arasına girmiş.-
Ezcümle, başta Buhârî ve Müslim haber veriyorlar ki:
Bunlardan birkaçı, Başta İmam Buhârî ve İmam Müslim haber veriyorlar ki,
“İbn-i Abbâs’a şöyle duâ etmiş: اَللّٰهُمَّ فَقِّهْهُ فِي الدّ۪ينِ وَعَلِّمْهُ التَّاْو۪يلَ Duâsı öyle makbûl olmuş ki, İbn-i Abbâs, ‘Tercümânü’l-Kur’ân’ ünvân-ı zîşânını ve ‘Hibrü’l-Ümme’ yani allâme-i ümmet rütbe-i âliyesini kazanmış. Hatta çok genç iken, Hazret-i Ömer onu ulemâ ve kudemâ-yı Sahâbe meclisine alıyordu.”
“Abdullah İbn-i Abbas için şöyle dua etmiş: “Allah’ım onu dinde fakih kıl ve ona tefsir ilmini öğret.” Efendimiz (asm)’ın İbn-i Abbas hakkındaki duası öyle kabul olmuş ki, Abdullah b. Abbas, ‘Kur’ân’ın tercümanı’ -Kur’ân’daki bütün ayetlerin ve kelimelerin ne anlama geldiğini ne için indirildiğini bilen- anlamındaki şanlı unvanı ve ‘Hıbrü’l Ümme: Ümmetin allamesi’ -en âlim kişilerinden biri gibi- Ümmet içinde yüce ve yüksek manevi bir rütbe kazanmış. Hz. Ömer (ra), hilafeti zamanında sahabenin en kıdemli ve en âlim olanlarından oluşan danışma meclisine henüz çocuk denilecek yaşta olmasına rağmen Abdullah b. Abbas’ı da dahil ediyordu.
Hem başta İmâm-ı Buhârî, ehl-i kütüb-ü sahîha haber veriyorlar ki:
Hem yine başta İmam Buhârî olmak üzere sahih hadis kitaplarının müellifleri haber veriyorlar ki:
“Enes’in vâlidesi Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a niyâz etmiş ki: ‘Senin hâdimin olan Enes’in evlâd ve malı hakkında bereket ile duâ et.’ O da duâ etmiş: اَللّٰهُمَّ اَكْثِرْ مَالَهُ وَوَلَدَهُ وَبَارِكْ لَهُ ف۪ي مَٓا اَعْطَيْتَهُ demiş.
Enes b. Malik’in annesi Ümm-ü Süleym Resul-i Ekrem (asm)’a gelerek, “Senin hizmetkârın olan Enes’in evlat ve malının bereketli olması için dua eder misin?” diye ricada bulunmuş. Resul-i Ekrem (asm) Efendimiz de “Allah’ım onun malını ve evladını çoğalt. Ve ona verdiğin şeyleri onun için bereketli kıl” diye dua etmiş.
Hazret-i Enes âhir ömründe kasem ile i‘lân ediyor ki: ‘Ben kendi elimle yüz evlâdımı defnetmişim. Benim malım ve servetim i‘tibâriyle de hiçbirisi benim gibi mes‘ud yaşamamış. Benim malımı görüyorsunuz ki, pek çoktur. Bunlar bütün duâ-yı Nebevînin bereketindendir.’”
Hz. Enes b. Malik ömrünün son zamanlarında yemin ile beyan ve herkese ilan ediyor ki: ‘Ben kendi elimle yüz evladımı defnettim. Bildiğim kadarıyla mal ve servet olarak benim gibi mesut ve bahtiyar yaşayan hiç kimse yok.’ Benim malımın pek çok olduğunu görüyorsunuz. Bütün bunlar peygamber duasının bereketindendir” derdi.
Hem başta İmâm-ı Beyhakî, ehl-i hadîs haber veriyorlar ki:
Hem yine başta İmam Beyhakî olmak üzere hadis ehli âlimler haber veriyorlar ki:
“Aşere-i Mübeşşere’den Abdurrahmân ibn-i Avf’a Resûl-ü Ekrem (asm) kesret-i mâl ve bereketle duâ etmiş. O duânın bereketiyle o kadar servet kazanmış ki, bir def‘a yedi yüz deveyi yükleriyle beraber fîsebilillâh tasadduk etmiş.”
Resul-i Ekrem (asm), daha dünyada iken cennetle müjdelenen on kişiden biri olan Abdurrahman b. Avf (ra)’a malının bereketlenmesi ve çoğalması için dua etmiş. Abdurrahman b. Avf, Efendimizin yaptığı o duanın bereketiyle o kadar çok servet kazanmış ki, bir defasında 700 deveyi üzerlerinde bulunan yükleriyle beraber Allah yolunda sadaka olarak vermiş.
İşte duâ-yı Nebevînin bereketine bakınız. “Bârekellâh!” deyiniz.
İşte peygamber duasıyla gelen bu berekete bakınız ve “Barekallah!” deyiniz.
Hem İmâm-ı Buhârî başta, râvîler naklediyorlar ki:
Hem yine İmam Buhârî başta olarak hadis rivayet eden imamlar naklediyorlar ki:
“Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Urve ibn-i Ebî Ca‘de’ye ticarette kâr ve kazanç için bereketle duâ etmiş. Urve diyor ki: ‘Ben bazen Kûfe çarşısında duruyordum. Bir günde kırk bin kazanıyordum. Sonra evime dönüyordum.’”
Resul-i Ekrem (asm) Urve b. Ebû Ca’de’ye[1] ticarette kâr etmesi ve yüksek kazanç için bereket duası etmiş. Urve b. Ebû Ca’de diyor ki: “Kûfe çarşısında durduğumda bazen bir günde 40 bin dinar kazanıyor, sonra evime dönüyordum.”
İmâm-ı Buhârî der ki: “Toprağı da eline alsa, onda bir kazanç bulurdu.”
Bu hadisi rivayet senetleriyle birlikte eserinde rivayet edenlerden birisi olan İmam Buhârî Urve b. Ebû Ca’de’nin uğradığı bereket hakkında şöyle diyor: “Eline toprak da alsa, onda bir kâr ve kazanç bulurdu.”
Hem Abdullâh ibn-i Ca‘fer’e kesret-i mâl ve bereket için duâ etmiş.
Hem yine Resul-i Ekrem (asm) Abdullah b. Ca’fer’e[2] malının çokluğu ve bereketlenmesi için dua etmiş.
Hazret-i Abdullâh ibn-i Ca‘fer o derece servet kazanmış ki, o asırda şöhretgîr olmuş. O bereket-i duâ-yı Nebevî ile hâsıl olan serveti kadar, sehâvetle de iştihâr etmiş.
Bu duanın bereketiyle Abdullah b. Cafer (ra) o kadar çok servet kazanmış ki, yaşadığı asırda bu servetle şöhret sahibi olmuş. O peygamber duasının bereketiyle kazandığı serveti kadar cömertliği ile de şöhret kazanmış.
Bu nev‘den çok misâller var. Numûne için bu dört misâlle iktifâ ediyoruz.
Efendimizin duasıyla malı bereketlenip kazancı çoğalanlarla ilgili çok örnekler var. Numune olması için bu dört mucize misaliyle yetiniyoruz.
Hem başta İmâm-ı Tirmizî haber veriyor ki
Hem yine başta İmam Tirmizî haber veriyor ki:
“Sa‘d ibn-i Ebî Vakkâs için Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm duâ etmiş: اَللّٰهُمَّ اَجِبْ دَعْوَتَهُ demiş. Sa‘d’ın duâsının kabulü için duâ etmiş. O asırda Sa‘d’ın bedduâsından herkes korkuyordu. Duâsının kabulü de şöhret buldu.
Resul-i Ekrem (asm) Sa’d b. Ebû Vakkas için, “Allah’ım onun duasını kabul et” diye Hz. Sa’d’ın duasının kabul olması için dua etmiş. O asırda yaşayan herkes Hz. Sa’d’ın bedduasına uğramaktan korkuyordu. Duasının kabul edilmesi ile de şöhret bulmuştu.
Hem meşhur Ebû Katâde’ye ferman etmiş: اَفْلَحَ اللّٰهُ وَجْهَكَ اَللّٰهُمَّ بَارِكْ لَهُ ف۪ي شَعْرِه۪ وَبَشَرِه۪ diye genç kalmasına duâ etmiş.
Hem yine meşhur Ebu Katâde’ye “Allah yüzünü felaha erdirsin. Allah’ım! Saçı ve teni hususunda onu mübarek kıl.” diyerek genç kalması için dua etmiş.
Ebû Katâde yetmiş yaşında vefat ettiği vakit, on beş yaşında bir genç gibi olduğu, nakl-i sahîh ile şöhret bulmuş.”
Ebu Katâde (ra) yetmiş yaşlarında iken vefat ettiğinde 15 yaşında bir genç gibi olduğu, sıhhatli nakiller ile şöhret kazanmış.”
Hem meşhur şâir Nâbiga’nın kıssa-i meşhûresidir ki, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm yanında bir şiirini okumuş.
Kendisi oldukça meşhur olan şair Nâbiğa’nın[3] meşhur kıssası şöyledir. Şair Nâbiğa, Resul-i Ekrem (asm)’ın yanında bir şiir okumuş.
Şu fıkra: بَلَغْنَا السَّمَٓاءَ مَجْدُنَا وَسَنَٓائُنَا وَاِنَّا نُر۪يدُ فَوْقَ ذٰلِكَ مَظْهَرًا Yani “Şerefimiz göğe çıktı, biz daha üstüne çıkmak istiyoruz.”
Şiirinde “Şerefimiz göğe çıktı. Biz daha üstüne çıkmak istiyoruz” fıkrasına gelince;
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm mülâtafe sûretinde ferman etti: اِلٰٓي اَيْنَ يَٓا اَبَا لَيْلٰي Dedi:اِلَي الْجَنَّةِ يَا رَسُولَ اللّٰهِ Yani Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm latîfe olarak dedi: “Gökten öbür tarafa nereyi istiyorsun ki, şiirinde orayı niyet ediyorsun?” Nâbiga dedi: “Göklerin fevkınde cennete gitmek istiyoruz.” Sonra bir ma‘nîdâr şiirini daha okudu.
Resul-i Ekrem (asm) karşılıklı latife olarak şöyle buyurdu: “Nereye gitmek istiyorsun. Ey leylanın babası?” dedi. Nâbiğa, “Cennete gitmek istiyoruz. Ey Allah’ın Resulü!” Yani Resul-i Ekrem (asm) şakayla Nâbiğa’ya şöyle dedi: “Gökten öbür tarafa nereyi istiyorsun?” Nâbiğa karşılık olarak, “Göklerin üstünde cennete gitmek istiyoruz” deyip manidar bir şiir daha okudu.
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm duâ etti: لَا يَفْضُضِ اللّٰهُ فَاكَ Yani “Senin ağzın bozulmasın.”
Bunun üzerine Resul-i Ekrem (asm) Efendimiz ona, “Allah senin ağzını bozmasın” diye dua etti.
İşte o duâ-yı Nebevînin bereketiyle, o Nâbiga yüz yirmi yaşında bir dişi noksân olmadı. Hatta bazı bir dişi düştüğü vakit, yerine bir daha geliyordu.
İşte o peygamber duasının bereketiyle, şair Nâbiğa, 120 yaşında iken bir dişi bile eksik değildi. Hatta bazen bir dişi düştüğü zaman -tıpkı küçük çocukların düşen dişlerinin yerine yenisinin çıkması gibi- yerine yeni bir diş geliyordu.
Hem nakl-i sahîh ile İmâm-ı Alî için duâ etmiş ki: اَللّٰهُمَّ اكْفِهِ الْحَرَّ وَالْقَرَّ Yani “Yâ Rab! Soğuk ve sıcağın zahmetini ona gösterme.”
Hem sıhhatli bir şekilde nakledildiğine göre Hz. Ali için, “Ya Rab! Soğuk ve sıcağın zahmetini ona gösterme” diye dua etmiş.
İşte şu duâ bereketiyle İmâm-ı Alî, kışta yaz libâsını giyerdi, yazda kış libâsını giyerdi. Der idi ki: “O duânın bereketiyle hiçbir soğuk ve sıcağın zahmetini çekmiyorum.”
İşte Efendimiz (asm)’ın şu duasının bereketiyle İmam Ali (ra) kış mevsimlerinde yaz elbisesi ve yaz mevsimlerinde ise kışlık elbise giyerdi. -Efendimizin duasıyla gerçekleşen mucizenin anlaşılması için- “O duanın bereketiyle soğuk veya sıcağın zahmetini hiç çekmiyorum” derdi.
Hem Hazret-i Fâtıma için duâ etmiş: اَللّٰهُمَّ لَا تُجِعْهَا Yani “Açlık elemini ona verme.” Hazret-i Fâtıma der ki: “O duâdan sonra açlık elemini görmedim.”
Hem başka bir zaman Hz. Fatıma için, “Allah’ım! Ona açlık elemi verme” diye dua etmiş. Hz. Fatıma annemiz, “O duadan sonra açlık elemini görmedim” der.
Hem Tufeyl ibn-i Amr Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dan bir mu‘cize istedi ki, götürüp kavmine göstersin.
Hem Tufeyl İbn-i Amr[4] adındaki sahabe kendi kabilesine göstermek için Efendimiz (asm)’dan bir mucize istedi.
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm اَللّٰهُمَّ نَوِّرْ لَهُ demiş. İki gözü ortasında bir nûr zuhûr etmiş. Sonra değneği ucuna nakil olmuş. Bunun ile ‘Zinnûr’ diye iştihâr bulmuş.
Resul-i Ekrem (asm), “Allah’ım onu nurlandır” demiş. Âmir’in iki gözünün ortasında bir nur ortaya çıkmış. Ardından o nur, elindeki değneğin ucuna geçmiş. Bu nur ile tanınıp ‘zinnur: nur sahibi’ diye şöhret kazanmış.
İşte bu vâkıalar, ehâdîs-i meşhûredendir ki, kat‘iyet peydâ etmişler.
İşte Efendimizin duasıyla gerçekleşen bu harika olaylar, meşhur -hadis âlimlerince bilinen- hadislerdendir. Kesinlik kazanmışlar.
Hem Ebû Hüreyre Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a şekvâ etmiş ki: “Nisyân bana ârız oluyor.”
Hem Ebu Hüreyre (ra) Resul-i Ekrem (asm)’a gelerek unutkanlığa uğruyorum diyerek şikâyette bulunmuş.
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş, bir mendil şeklinde bir şey açmış. Sonra mübârek avucu ile gāibden bir şey alır gibi, öyle avucunu oraya boşaltmış. İki-üç def‘a öyle yaparak Ebû Hüreyre’ye demiş: “Şimdi mendili topla.” Toplamış.
Resul-i Ekrem (asm), mendil gibi bir şey açmış. Sonra mübarek avucuyla gâibden bir şeyler alır gibi bir hareketle avucunu o mendilin içine boşaltmış. Bu hareketi iki-üç defa tekrarlamış. Ardından Ebu Hüreyre’ye, “Şimdi mendili topla” diye emretmiş. Ebu Hüreyre de mendili toplamış.
Bu sırr-ı ma‘nevî-i dua-yı Nebevî ile Ebû Hüreyre kasem eder ki: “Ondan sonra hiçbir şey unutmadım.”
Ebu Hüreyre (ra), bu manevi ve sırlı peygamber duasıyla yemin ile ifade ederek, “ondan sonra hiçbir şeyi unutmadım” der.
İşte bu vâkıalar ehâdîs-i meşhûredendirler.
İşte buraya kadar zikredilen hadisler, hadis ilmine göre meşhur derecesindedir.
Dördüncü Misâl:
Efendimizin duasıyla gerçekleşen mucizelerin dördüncü misali:
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın bedduâsına mazhar olmuş birkaç vâkıayı beyân ederiz.
Resul-i Ekrem (asm)’ın bedduasına[5] uğramış kişilerle ilgili birkaç olayı açıklarız.
Birincisi:
Efendimizin bedduasıyla gerçekleşen mucizelerin birincisi:
Pervîz denilen Fars padişahı, nâme-i Nebevîyi yırtmış. Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a haber geldi. Şöyle bedduâ etti:
Sasanî imparatorluğunun Perviz adındaki padişah, Efendimiz tarafından kendisine gönderilen ‘İslam’a davet mektubunu’ yırtmış. Bu olayın haberi Efendimiz (asm)’a ulaştığı zaman, Efendimiz (asm), Perviz ve başında bulunduğu devleti için şöyle beddua etti:
اَللّٰهُمَّ مَزِّقْهُ “Yâ Rab! Nasıl mektubumu paraladı, sen de onu ve onun mülkünü parça parça et.”
“Allah’ım onu (ve onun mülkünü) parçala” yani “Ya Rabbi! Mektubumu nasıl parçaladıysa sen de onun mülk ve saltanatını parça parça et.”
İşte şu bedduânın te’sîriyledir ki, o Kisrâ Pervîz’in oğlu Şirviye, hançer ile onu paraladı. Sa‘d ibn-i Ebî Vakkâs da saltanatını parça parça etti. Sasaniye Devleti’nin hiçbir yerde şevketi kalmadı.
İşte Efendimizin yapmış olduğu bu bedduanın etkisiyle -bir zaman sonra- o zamanın Sasanî Kisra’sı olan Perviz, kendi oğlu Şirviye tarafından hançerlenerek öldürüldü. Hz. Ömer’in hilafeti zamanında ise Sa’d b. Ebu Vakkas tarafından devleti parça parça edildi. Sasanî devleti tamamen dağıldı.
Fakat Kayser ve sâir melikler, nâme-i Nebevîye hürmet ettikleri için, mahvolmadılar.
Fakat başta Rum Kayseri[6] olan Herakliyus[7] olarak ‘İslam’a davet mektubu’ gönderilen diğer padişahlar, Efendimizin mektubuna hürmet ettikleri için kendileri ve devletleri mahvolmadılar.
İkincisi:
Efendimizin bedduasıyla gerçekleşen mucizelerin ikincisi:
Tevâtüre yakın meşhurdur ve âyât-ı Kur’âniye işaret ediyor ki,
Tevatür derecesine yakın kesinlikte meşhur olan ve Kur’ân’ın ayetleri ile işaret edilen
bidâyet-i İslâmda, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Mescidü’l-Harâm’da namaz kılarken, rüesâ-yı Kureyş toplandılar. Ona karşı gayet bed bir muâmele ettiler. O da, o vakit onlara bedduâ etti.
Resul-i Ekrem (asm), İslam’ın ilk zamanlarında Kâbe’de namaz kılarken, Kureyş kabilesinin müşrik reisleri etrafında toplandılar. Efendimize karşı son derece kötü bir muamelede bulundular. Bunun üzerine Efendimiz onlara beddua etti.
İbn-i Mes‘ûd der ki: “Kasem ederim, o bed muâmeleyi yapan ve onun bedduâsına mazhar olanların, Gazve-i Bedir’de birer birer lâşelerini gördüm.”
Bu olaya şahit olan Abdullah İbn-i Mesud (ra) der ki; “Yemin ederim, o gün Resul-i Ekrem (asm)’a kötü muamelede bulunup bedduasına uğrayanların Bedir savaşında birer birer leşlerini gördüm.” -Yani Efendimizin bedduasının birebir gerçekleştiğini kendi gözümle gördüm- demektir.
Üçüncüsü:
Efendimizin bedduasıyla gerçekleşen mucizelerin üçüncüsü:
Mudariye denilen Arab’ın büyük bir kabîlesi, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ı tekzîb ettikleri için, onlara kaht ile bedduâ etti. Yağmur kesildi. Kaht ve galâ baş gösterdi.
Hicaz bölgesi Araplarının en büyük kabilelerinden biri olan ve Mudariye olarak adlandırılan aşiret Efendimizi yalanlayıp davetini reddettiler. Efendimiz (asm) bu sebeple onlara kıtlık çekmeleri için beddua etti. Bu bedduanın ardından o bölgede yağmur kesildi. Şiddetli bir kıtlık baş gösterdi.
Sonra Mudariye kavminden olan kabîle-i Kureyş, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a iltimâs ettiler. Duâ etti. Yağmur geldi. Kahtlık kalktı. Bu vâkıa tevâtür derecesinde meşhurdur.
Mudariye kavminin bir kolu olan Kureyş kabilesi Resul-i Ekrem (asm)’a gelerek aracılık ettiler. Yağmur yağması için dua etmesini rica ettiler. Efendimiz (asm) yağmur için dua etti. Kıtlık derhal kalktı. Bu olay tevatür derecesine erişecek kadar meşhurdur. Hadis âlimleri arasında yaygındır.
Beşinci Misâl:
Efendimizin duasıyla gerçekleşen mucizelerin beşinci misali:
Hususî adamlara bedduâsının dehşetli kabulüdür. Bunun çok misâlleri var. Kat‘î “Üç Misâli” numûne olarak beyân ederiz:
Efendimiz (asm)’ın bazı kişilere özel olarak yaptığı bedduasının dehşetli bir şekilde kabul olmasına dairdir. Bu tür kabul olan bedduanın çok örnekleri var. Kesin olarak gerçekleşmiş olan üç misalini açıklayacağız.
Birincisi:
Efendimizin bazı kişilere hususi olarak yaptığı bedduasının birincisi:
Utbe ibn-i Ebî Leheb hakkında şöyle bedduâ etti: اَللّٰهُمَّ سَلِّطْ عَلَيْهِ كَلْبًا مِنْ كِلَابِكَ Yani “Yâ Rab! Ona bir itini musallat et.”
Efendimiz (asm), Utbe b. Ebu Leheb hakkında şöyle beddua etti. “Allah’ım ona köpeklerinden bir köpeğini musallat et” yani “Ya Rab ona bir itini musallat et”
Sonra o Utbe sefere giderken, bir aslan gelip kafile içinde onu arayıp bulmuş, parçalamış. Şu vâkıa meşhurdur. Eimme-i hadîs nakil ve tashîh etmişler.
Bu bedduadan bir zaman geçtikten sonra Utbe bir kervan ile ticarî bir sefere giderken, bir aslan gelip kafile içinde onu arayıp bulmuş. Parçalamış. Şu olay çok meşhur olmuştur. Hadis imamları sıhhatli bulup nakletmişler.
İkincisi:
Efendimizin bazı kişilere hususi olarak yaptığı bedduasının ikincisi:
Muhallim ibn-i Cessâme’dir ki, Âmir ibn-i Azbat’ı gadir ile katletmişti. Halbuki Âmir’i, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, onu cihad ve harb için kumandan edip bir bölük ile göndermişti. Muhallim de beraber idi.
Efendimiz (asm)’ın bizzat bedduasına uğrayan ikinci kişi Muhallim İbn-i Cessame’dir.[8] Resul-i Ekrem (asm), Amir’i cihad ve harp için komutan tayin etmiş ve küçük bir bölük ile göndermişti. Muhallim, Amir İbn-i Azbat[9] adındaki sahabeyi ve yanındakileri hainlik yapıp pusuya düşürerek katletti.
Bu gadrin haberi Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a yetiştiği vakit, hiddet etmiş: اَللّٰهُمَّ لَا تَغْفِرْ لِمُحَلِّمٍ diye bedduâ buyurmuş.
Yapılan bu hainliğin haberi Resul-i Ekrem (asm)’a ulaştığı vakit hiddetlenip “Allah’ım Muhallim’i affetme” diye beddua etmiş.
Yedi gün sonra o Muhallim öldü. Kabre koydular. Kabir dışarıya attı. Kaç def‘a koydular ise yer kabul etmedi. Sonra mecbûr oldular. İki taş ortasında muhkemce bir duvar yapılmış. O sûrette yer altında setredilmiş.
Muhallim, Efendimizin bedduasından sadece yedi (7) gün sonra öldü. Kabrine defnettiler. Kabir onu dışarıya attı. Kaç defa defnettiler ama toprak kabul etmedi. Sonunda mecbûr kaldılar. İki büyük taş ortasında sağlamca bir duvar yapılıp taş ile üstünü doldurarak üzeri örtülmüş.
Üçüncüsü:
Efendimizin bazı kişilere hususi olarak yaptığı bedduasının üçüncüsü:
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm görüyordu, bir adam sol eli ile yemek yer.
Resul-i Ekrem (asm) bir adamın sol eli ile yemek yediğini görüyordu.
Ferman etmiş: كُلْ بِيَم۪ينِكَ “Sağ elin ile ye!” demiş. O adam demiş: لَٓا اَسْتَط۪يعُ “Sağ elim ile yapamıyorum.”
O adama, “Sağ elinle ye” diye emretmiş. O adam, Efendimiz (asm)’a yalan söyleyerek “(sağ elimle) yapamıyorum” demiş.
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm demiş: لَا اسْتَطَعْتَ diye bedduâ etmiş. “Kaldıramayacaksın.” İşte ondan sonra o adam sağ elini hiç kaldıramamış.
Resul-i Ekrem (asm) da ona, “Yapamayacaksın (kaldıramayacaksın)” diye ferman buyurmuş. Efendimizin bu sözünden sonra o adam sağ elini bir daha hiç kaldıramamış.
Altıncı Misâl:
Efendimizin duasıyla gerçekleşen mucizelerin altıncı misali:
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın hem duâsı, hem temasından zuhûr eden pek çok hârikalarından kat‘iyet kesb etmiş birkaç hâdiseyi zikredeceğiz.
Resul-i Ekrem (asm)’ın duası veya temas etmesiyle meydana gelen pek çok harika olaydan, hadis imamları tarafından kesinliği anlaşılan birkaç mucizeyi zikredeceğiz.
Birincisi:
Efendimizin temas etmesiyle gerçekleşen mucizelerin birincisi:
Hazret-i Hâlid ibn-i Velîd’e, Seyfullâh’a birkaç saçını verip nusretine duâ etmiş. Hazret-i Hâlid, o saçları külâhında hıfzetmiş. İşte o saç ve duânın berekâtı hürmetine hiçbir harbe girmemiş, illâ muzaffer çıkmış.
Efendimiz (asm), ‘Allah’ın kılıcı’ unvanını verdiği Halid b. Velid’e saçından birkaç tel verip savaşlarda zafer kazanması için dua etmiş. Hz. Halid, Efendimizin verdiği o saç tellerini sarığı ile takkesinin arasında muhafaza etmiş. İşte Efendimizin saçları ve yapmış olduğu duasının bereketiyle Hz. Halid, girdiği her savaştan zaferle çıkmış.
İkincisi:
Efendimizin temas etmesiyle gerçekleşen mucizelerin ikincisi:
Selmân-ı Fârisî, evvelce Yahûdîlerin abdi imiş. Onun seyyidleri, onu âzâd etmek için çok şeyler istediler.
Selman-ı Farisî[10] Müslüman olmadan önce bir Yahudîlerin kölesiydi. Onu azad etmek için çok yüksek miktarda mal istediler.
“Üç yüz hurmâ fidanını dikip meyve verdikten sonra, kırk okıye altın vermekle âzâd edilirsin.” dediler.
Yahudilerin koştukları şartlara göre Hz. Enes; “Üç yüz adet hurma ağacı fidanını dikecek, bu ağaçlar meyve verdikten sonra üstüne 40 ukiyye altın verecek, ancak o zaman azad edilirsin” dediler.
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a geldi, beyân-ı hâl etti. Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, kendi eliyle Medine civarında üç yüz fidanı dikti. Yalnız bir tanesini başkası dikti.
Selman-ı Farisi, Resul-i Ekrem (asm)’a gelerek halini açıkladı. Bunun üzerine Resul-i Ekrem (asm) Medine civarında kendi mübarek elleriyle üç yüz (300) hurma fidanı dikti. Bunlardan sadece birisini başkası -bir rivayete göre Hz. Ömer- dikti.
O sene zarfında Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın diktiği bütün fidanlar meyve verdi. Yalnız bir tek başkası dikmişti. O tek meyve vermedi. Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm onu çıkardı. Yeniden dikti, o da meyve verdi.
Resul-i Ekrem (asm)’ın diktiği bütün fidanlar o yılın içinde meyve verdi. Üç yüz fidandan sadece birisini başka birisi dikmişti. O tek fidan meyve vermedi. Resul-i Ekrem (asm) o fidanı yerinden çıkardı. Yeniden dikti. O da hemen meyve verdi.
Hem tavuk yumurtası kadar bir altını, ağzının tükürüğünü ona sürdü, duâ etti. Selman’a verdi. Dedi: “Git, Yahûdîlere ver.”
Bununla beraber tavuk yumurtası kadar bir altını mübarek ağzının tükürüğünden üzerine sürerek dua edip Hz. Selman’a verdi. “Git, Yahudilere ver” dedi.
Selmân-ı Fârisî gidip o altından kırk okıyeyi onlara verdi. O tavuk yumurtası kadar olan altın eskisi gibi bâkî kaldı.
Selman-ı Farisi gidip özgür kalması için vermesi istenilen altın miktarı olan 40 ukiyye altını Yahudilere verdiği halde tavuk yumurtası büyüklüğünde olan o altın eskisi gibi kaldı.
İşte şu vâkıa, Hazret-i Selman-ı Pâk’in sergüzeşte-i hayatının en mühim bir hâdise-i mu‘cizekârânesidir. Mu‘teber ve mevsûk imamlar haber vermişler.
İşte şu harika olay, tertemiz ve pak olan Hz. Selman’ın hayatında başından geçen olayların en önemlisi denilebilecek mucizeli bir olaydır. Hadis ilminin itibarlı ve sağlam imamları bu olayı haber vermişler.
Üçüncüsü:
Efendimizin temas etmesiyle gerçekleşen mucizelerin üçüncüsü:
Ümm-ü Mâlik isminde bir sahâbiye, ukke denilen küçük bir yağ tulumundan Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a yağ hediye ederdi.
Ümmü Malik adında bir hanım sahabe, Resul-i Ekrem (asm)’a ukke[11] denilen küçük bir yağ tulumundan zaman zaman yağ hediye ederdi.
Bir def‘a Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ona duâ edip ukkeyi vermiş. Ferman etmiş ki: “Onu boşaltıp sıkmayınız.” Ümm-ü Mâlik ukkeyi almış.
Resul-i Ekrem (asm) bir defasında onun Ukke’sine dua edip Ümmü Malik’e geri vermiş. Ardından, “Onu boşaltıp sıkmayınız!” diye emretmiş.
Ne vakit evlâdları yağ isterlerse, bereket-i duâ-yı Nebevî ile ukkede yağ bulurlardı. Hayli zaman devam etti. Sonra sıktılar. Bereket kesildi.
Peygamber duasının bereketiyle Ümmü Malik (ra)’nın evlatları ne zaman yağ isterlerse ukke denilen yağ tulumunda yağ olurdu. Bu hal hayli zaman devam etti. Bir gün ukkeyi sıktılar. O bereket kesildi.
Yedinci Misâl:
Efendimizin duasıyla gerçekleşen mucizelerin birinci misali:
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın duâsıyla ve temasıyla suların tatlılaşması ve güzel koku vermesinin çok hâdiseleri var. İki-üç tâneyi numûne olarak beyân ederiz.
Resul-i Ekrem (asm)’ın dua ve temas etmesiyle suların tatlılaşması ve etrafa güzel koku vermesi çok defa tekrarlanmış. Bunlardan numune olarak iki-üç adedini açıklarız.
Birincisi:
Efendimizin dua ve temas etmesiyle suların tatlılaşıp güzel kokmasıyla ilgili mucizelerin birincisi:
İmâm-ı Beyhakî başta, ehl-i hadîs haber veriyorlar ki: “بِئْرُ قُبَا denilen kuyunun suyu bazı kesiliyordu. Yani bitiyordu. Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm abdest suyunu içine koyup duâ ettikten sonra, kesretle devam etti. Daha hiç kesilmedi.”
Başta imam Beyhakî olarak hadis ehli insanlar haber veriyorlar ki: ‘Bi’r-i Kuba’ denilen kuyunun suyu bazen tamamen kesiliyordu. Resul-i Ekrem (asm) abdest suyunu bu kuyunun içine koyup dua etti. Efendimizin bu duasından sonra kuyunun suyu çoğaldı ve bir daha hiç kesilmedi.
İkincisi:
Efendimizin dua ve temas etmesiyle suların tatlılaşıp güzel kokmasıyla ilgili mucizelerin ikincisi:
Başta Ebû Nuaym Delâil-i Nübüvvet’de, ehl-i hadîs haber veriyorlar ki: “Enes’in evindeki kuyuya Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm tükürüğünü içine atıp duâ etmiş. Medîne-i Münevvere’de en tatlı su o olmuş.”
Başta Ebu Nuaym[12] adlı hadis âlimi Delâilü’n-Nübüvve adlı siyer eserinde ve diğer hadis âlimleri de haber veriyorlar ki: Resul-i Ekrem (asm), Enes b. Malik’in evindeki kuyuya mübarek tükürüğünü atıp dua etmiş. Medine-i Münevvere’de en tatlı su, bu kuyunun suyu olmuş.
Üçüncüsü:
Efendimizin dua ve temas etmesiyle suların tatlılaşıp güzel kokmasıyla ilgili mucizelerin üçüncüsü:
İbn-i Mâce haber veriyor ki: “Mâ-i Zemzem’den bir kova su, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a getirdiler. Bir parça ağzına aldı. Kovaya boşalttı. Kova misk gibi râyiha verdi.”
İbn-i Mâce haber veriyor ki: “Resul-i Ekrem (asm)’a zemzem suyundan bir kova su getirdiler. Mübarek ağzına biraz su alıp geri kovanın içine boşalttı. Kovadaki su misk kokusu gibi etrafa koku verdi.”
Dördüncüsü:
Efendimizin dua ve temas etmesiyle suların tatlılaşıp güzel kokmasıyla ilgili mucizelerin dördüncüsü:
İmâm-ı Ahmed ibn-i Hanbel haber veriyor ki: “Bir kuyudan bir kova su çıkardılar. Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm içine ağzının suyunu akıtıp kuyuya boşalttıktan sonra misk gibi râyiha vermeye başladı.”
İmam Ahmed b. Hanbel (ra) haber veriyor ki: “Bir kuyudan bir kova su çıkardılar. Resul-i Ekrem (asm), o kovadan biraz su alıp tekrar içine bıraktıktan sonra kovanın içindeki sudan etrafa misk gibi güzel koku yayıldı.”
Beşincisi:
Efendimizin dua ve temas etmesiyle suların tatlılaşıp güzel kokmasıyla ilgili mucizelerin beşincisi:
Ricâlullâhdan ve İmâm-ı Müslim ve ulemâ-yı mağribin mu‘temedi ve makbûlü olan Hammâd ibn-i Seleme haber veriyor ki:
Allah’ın erlerinden olan, İmam Müslim ile Kadı İyaz’ın itimat edip kendisinden rivayet kabul ettikleri Hammad İbn-i Seleme[13] haber veriyor ki:
“Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm deriden bir tuluk su doldurup ağzına üflemiş, duâ etmiş. Bağladı, bir kısım Sahâbeye verdi. ‘Ağzını açmayınız. Yalnız abdest aldığınız vakit açınız.’ demiş. Gitmişler, abdest almak vaktinde ağzını açmışlar. Görüyorlar ki, hâlis bir süt, ağzında da kaymak, yağ.”
Resul-i Ekrem (asm) deriden bir su tuluğunu doldurup ağzına üflemiş ve dua ettikten sonra ağzını bağlayıp sahabeden birine emanet etti. “Ağzını açmayın! Yalnız abdest alma vaktinde ağzını açın” diye emretmiş. Gitmişler, abdest alma vakti geldiğinde ağzını açmışlar. İçinde halis bir süt ve ağzında da kaymak ve yağ olduğunu görmüşler.
İşte bu beş cüz’ü, bazıları meşhur, bazı da mühim imamlar naklediyorlar.
İşte bu beş parça mucizenin bazıları meşhurdur. Yani hadis ilmine vakıf olanların ekserisi bunları bilir. Bazılarını da hadis ilmine önderlik eden çok önemli hadis âlimleri naklediyorlar.
Bunlar ve burada nakledilmeyenlerle mecmûu, ma‘nevî tevâtür gibi bir mu‘cize-i mutlakanın tahakkukunu gösteriyorlar.
Bu beş misal ve burada kaydedilmeyen diğer mucizelerin toplamı, Efendimiz (asm)’ın dua ve temas etmesiyle gerçekleşen ve hadis ilmindeki sıhhat derecesi manevi tevatür seviyesindedir ve hakikatinin mutlak olduğunu gösterir.
Sekizinci Misâl:
Efendimizin duasıyla gerçekleşen mucizelerin sekizinci misali:
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mesh ve duâsıyla, sütsüz ve kısır keçilerin, mübârek elinin temasıyla ve duâsıyla sütlü, hem çok sütlü olmaları misâlleri ve cüz’iyâtları çoktur.
Resul-i Ekrem (asm)’ın mübarek elinin temas edip ovup, okşaması ve duasıyla sütsüz, kısır keçilerin sütlenmesi hem de çok sütlü olmasının misalleri pek çoktur.
Biz yalnız meşhur ve kat‘î iki-üç misâli numûne olarak zikrediyoruz.
Biz bu bütünün parçalarından sadece meşhur olmuş ve gerçekliği kesin olan iki-üç misalini numune olarak burada zikredeceğiz.
Birincisi:
Efendimizin mesh ve duasıyla kısır keçilerin süt vermesine dair mucizelerin birincisi:
Ehl-i siyerin bütün mu‘teber kitapları haber veriyorlar ki:
Ümmet tarafından itibar edilen siyer âlimlerinin genel kabul görmüş olan bütün kitapları haber veriyorlar ki:
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Ebû Bekri’s-Sıddîk ile beraber hicret ederken, Âtiket bint-i Hâlidi'l-Huzâiye denilen Ümm-ü Ma‘bed hânesine gelmişler.
Resul-i Ekrem (asm), Hz. Ebu Bekir es-Sıddık ile hicret yolunda giderlerken, Ümmü Ma’bed[14] lakaplı Atiket Bint-i Halid el-Huzâî’nin evine uğramışlar.
Gayet zayıf, sütsüz, kısır bir keçi orada vardı. Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Ümm-ü Ma‘bed’e ferman etti: “Bunda süt yok mudur?” Ümm-ü Ma‘bed demiş ki: “Bunun vücûdunda kan yoktur, nereden süt verecek?”
O kadının son derece zayıf ve sütsüz kısır bir keçisi vardı. Resul-i Ekrem (asm) Ümmü Ma’bed!e, “Bunda süt yok mudur?” diye sordu. Ümmü Ma’bed, Efendimize cevaben, “Bunun vücudunda kan bile yoktur. Nereden süt versin” demiş.
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm gidip o keçinin beline elini sürmüş. Memesini de mesh etmiş, duâ etmiş. Sonra demiş: “Kap getiriniz, sağınız.” Sağdılar.
Bu cevabın üzerine Resul-i Ekrem (asm) o kısır, zayıf ve sütsüz olan keçinin yanına gidip, beline elini sürmüş. Keçinin memelerini mesh edip dua etmiş. Sonra Ümmü Ma’bed’e, “Kap getirip sağınız” demiş. Ümmü Ma’bed keçiyi sağdı.
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Ebû Bekri’s-Sıddîk ile içtikten sonra, o hâne halkı da doyuncaya kadar içmişler. O keçi kuvvetlenmiş, öyle de mübârek kalmış.”
Sağılan bu sütten Resul-i Ekrem (asm) ve Hz. Abu Bekir es-Sıddık içtikten sonra ev halkı da doyuncaya dek içmişler. Efendimizin bu meshi ve duasından sonra o zayıf keçi kuvvetlenmiş. Her daim süt verir şekilde kalmış.”[15]
İkincisi:
Efendimizin mesh ve duasıyla kısır keçilerin süt vermesine dair mucizelerin ikincisi:
Şât-ı ibn-i Mes‘ûd’un meşhur kıssasıdır ki,
Abdullah İbn-i Mesud’un çobanlığını yaptığı koyunun meşhur olayı şöyledir:
İbn-i Mes‘ûd, İslâm olmadan evvel bazıların çobanı idi.
İbn-i Mesud, Müslüman olmadan önce çobanlık ediyordu.
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Ebû Bekri’s-Sıddîk ile beraber, İbn-i Mes‘ûd’un keçileri ile bulunduğu yere gitmişler.
Bir seferinde Resul-i Ekrem (asm), Hz. Ebu Bekir es-Sıddık ile İbn-i Mesud’un çobanlık ettiği keçilerin bulunduğu yere rast gelmişler.
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm İbn-i Mes‘ûd’dan süt istemiş. O da demiş: “Keçiler benim değil, başkasının malıdırlar.”
Resul-i Ekrem (asm), İbn-i Mesudun kendilerine süt verip veremeyeceğini sormuş. İbn-i Mesud, “keçiler benim değil, başkasının malıdır” diye cevap vermiş.
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm demiş: “Kısır, sütsüz bir keçi bana getir.” O da iki senedir teke görmemiş bir keçi getirdi.
Resul-i Ekrem (asm) ona, “Bana kısır, sütsüz bir keçi getir” demiş. O da iki yıldan beri erkek keçi görmemiş -çiftleşmemiş- bir keçi getirmiş.
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm eliyle onun memesine mesh edip duâ etmiş. Sonra sağmışlar. Hâlis bir süt almışlar, içmişler. İbn-i Mes‘ûd bu mu‘cizeyi gördükten sonra îmân etmiş.
Resul-i Ekrem (asm), getirilen kısır ve sütsüz keçinin memesini mesh edip dua etmiş. Sonra keçiyi sağmışlar. Halis bir süt elde etmişler. İbn-i Mesud, Efendimizin bu mucizesini görünce imana gelmiş.
Üçüncüsü:
Efendimizin mesh ve duasıyla kısır keçilerin süt vermesine dair mucizelerin üçüncüsü:
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın murdiası, yani süt annesi olan Halîme-i Sa‘diye’nin keçilerinin kıssa-i meşhûresidir ki, o kabîlede bir derece kahtlık vardı. Hayvanât zayıf ve sütsüz oluyordular. Ve tok oluncaya kadar yemiyorlardı.
Resul-i Ekrem (asm)’ın süt annesi olan Beni Sa’d kabilesinden Hz. Halime’nin[16] keçilerinin meşhur kıssasıdır. O kabilede ciddi bir kıtlık hali vardı. Tok olacak kadar yemek bulamıyorlardı. Bu sebeple hayvanları oldukça zayıf ve buna bağlı olarak sütsüz idiler.
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm oraya, süt annesinin yanına gönderildiği zaman, onun bereketiyle Halîme-i Sa‘diye’nin keçileri, akşam vakti başkalarının hilâfına olarak, hem tok ve memeleri dolu olarak geliyorlardı.
Resul-i Ekrem (asm), henüz bebek iken Beni Sa’d yurduna Hz. Halime’nin yanına süt evlat olarak gönderildiği zaman, Efendimizin bereketiyle Hz. Halime’nin hayvanları akşam vakti eve döndükleri zaman, diğer hayvanların aksine olarak hem karınları tok ve hem de memeleri süt dolu olarak geliyorlardı.
İşte bunun gibi siyer kitaplarında daha başka cüz’iyâtları var. Fakat bu numûneler asıl maksada kâfidir
İşte siyer kitaplarında bu bereket hadisesi gibi daha başka misalleri de var. Fakat numune olarak verilen bu misaller asıl maksadı anlamak için yeterlidir.
Dokuzuncu Misâl:
Efendimizin duasıyla gerçekleşen mucizelerin dokuzuncu misali:
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, bazı zâtların başını ve yüzünü mübârek eliyle mesh edip duâ ettikten sonra zâhir olan hârikaların çok cüz’iyâtından iştihâr bulmuş birkaçını numûne olarak beyân ediyoruz.
Resul-i Ekrem (asm)’ın mübarek eliyle bazı insanların başını veya yüzünü okşayıp dua ettikten sonra meydana gelen harika olayların çok sayıda gerçekleşen örneklerinden özellikle şöhret kazanmış olan birkaçını numune olarak beyan edilecek.
Birincisi:
Efendimizin bazı kişilerin başını veya yüzünü mesh etmesiyle gerçekleşen mucizelerin birincisi:
Ömer ibn-i Sa‘d’ın başına elini sürmüş, duâ etmiş. Seksen yaşında o adam, o duânın bereketiyle öldüğü vakit başında beyaz yoktu.
Ömer İbn-i Sa’d[17] adlı sahabenin başına elini sürüp okşamış ve dua etmiş. O adam 80 yaşında vefat ettiğinde Efendimizin duasıyla saçında beyaz tel yoktu.
İkincisi:
Efendimizin bazı kişilerin başını veya yüzünü mesh etmesiyle gerçekleşen mucizelerin ikincisi:
Kays ibn-i Zeyd’in başına elini koyup, mesh edip duâ etmiş. O duânın bereketiyle yüz yaşına girdiği vakit, meshin te’sîriyle bütün başı beyaz, yalnız Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın elini koyduğu yer simsiyah olarak kalmış.
Kays İbn-i Zeyd adlı sahabenin başına elini koyup, mesh edip dua etmiş. Efendimizin bu duasının bereketi ve okşamasının etkisiyle o adam yüz (100) yaşına girdiğinde başındaki saçların tamamı beyaz iken Resul-i Ekrem (asm)’ın elini koyduğu yer simsiyah olarak kalmış.
Üçüncüsü:
Efendimizin bazı kişilerin başını veya yüzünü mesh etmesiyle gerçekleşen mucizelerin üçüncüsü:
Abdurrahmân ibn-i Zeyd ibni’l-Hattâb hem küçük, hem çirkin idi. Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm eli ile başını mesh edip duâ etmiş. O duânın bereketiyle kāmetçe en bâlâ kāmet ve sûretçe en güzel bir sûrete girmiş.
Abdurrahman İbn-i Zeyd İbn-i Hattab[19] küçük yaşta ve çirkince iken Resul-i Ekrem (asm) mübarek eliyle onun başını okşayıp dua etmiş. Efendimizin yapmış olduğu o duanın bereketiyle boyca en yüksek ve yüz güzelliği olarak en yakışıklı bir hale gelmiş.
Dördüncüsü:
Efendimizin bazı kişilerin başını veya yüzünü mesh etmesiyle gerçekleşen mucizelerin dördüncüsü:
Âiz ibn-i Amr’ın Gazve-i Huneyn’de yüzü yaralanmış. Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm eliyle yüzündeki kanı silmiş.
Âiz İbn-i Amr[20] Huneyn savaşında yüzünden yaralanmış. Resul-i Ekrem (asm) mübarek eliyle Âiz’in yüzündeki kanı silmiş.
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın elinin temas ettiği yer, parlak bir nûrâniyet vermiş ki, muhaddisler كَغُرَّةِ الْفَرَسِ ta‘bîr etmişler. Yani doru atın alnındaki beyaz gibi, temas yeri öyle parlıyordu.
Âiz’in yüzünde Resul-i Ekrem (asm)’ın mübarek elinin temas ettiği yerde parlak bir nûraniyet olmuş ki; hadis âlimleri “Doru atın aşnındaki beyazlık gibi” diye tabir etmişler. Yani o sahabenin yüzünde Efendimizin mübarek elinin temas ettiği yer adeta parlıyordu.
Beşincisi:
Efendimizin bazı kişilerin başını veya yüzünü mesh etmesiyle gerçekleşen mucizelerin beşincisi:
Katâde ibn-i Selmân’ın yüzüne elini sürmüş, duâ etmiş. Katâde’nin yüzü ayna gibi parlamaya başlamış.
Efendimiz (asm) Katâde b. Selman’ın yüzüne mübarek elini sürüp dua etmiş. Katâde’nin yüzü ayna gibi parlamaya başlamış.
Altıncısı:
Efendimizin bazı kişilerin başını veya yüzünü mesh etmesiyle gerçekleşen mucizelerin altıncısı:
Ümmü’l-Mü’minîn Ümm-ü Seleme’nin kızı ve Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın üvey kızı Zeyneb’e, küçükken Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm onun yüzüne abdest suyu atıp taltîf etmiş.
Müminlerin annesi[21] Ümm-ü Seleme’nin -Efendimizden önceki eşinden olma- kızı ve dolayısıyla Resul-i Ekrem (asm)’ın üvey kızlarından olan Zeyneb’e henüz küçük bir kız iken Efendimiz (asm) şaka ile yüzüne su serpmiş. Ona bu yol ile iltifat etmiş.
O suyun temasından sonra, Zeyneb’in hüsün ve cemâli acîb sûret almış. Bedîü’l-cemâl olmuş.
Efendimizin serpmiş olduğu o suyun yüzüne temas etmesinden sonra Zeyneb’in yüz güzelliği oldukça ilginç bir hâl almış. Eşine pek rastlanmayan derecede bir güzelliğe ulaşmış.
İşte şu cüz’iyâtlar gibi daha çok misâller var. Onların çoğunu eimme-i hadîs nakletmişler.
İşte bu konuda gerçekleşen mucizelerden çok misaller var. Hadis imamları, o mucizelerin birçoğunu eserlerinde nakletmişler.
Bu cüz’iyâtın her birini, haber-i vâhid ve zayıf farz etsek dahi, yine mecmûu ma‘nevî bir tevâtür hükmünde mutlak bir mu‘cize-i Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm’ı gösterir.
Bu mucizelerin her birinin manevi derecesini “tevatür derecesine ulaşamayan haber-i vâhid” hatta zayıf olarak kabul etsek bile, hepsini birden ele aldığımızda, hepsi birbirinden kuvvet alır. Bütünü tevatür derecesinde bir kesinlik kazanır. Efendimizin, gerçekliğinde şüphe olmayan bir mucizesi olduğunu gösterir.
Çünkü bir hâdise ayrı ayrı ve çok sûretlerle nakledilse, asıl hâdisenin vukūu kat‘î olur. Sûretlerin her biri zayıf dahi olsa, yine asıl hâdiseyi isbat ediyor.
Çünkü gerçekleşen bir olay, çok değişik şekillerde ve ayrı ağızlardan, ayrı ifadelerle aktarılsa da anlatımdaki ibare ve ifade farklılıkları olayın gerçekliğine zarar vermez. Aksine kesinlik kazandırır. Arada bazı şıklar zayıf bile olsalar aslında hadisenin aslının meydana geldiğini ispat eder.
Meselâ bir gürültü işitildi. Bazılar dediler ki: “Filan ev harâb oldu.” Diğeri, “Başka ev harâb oldu” dedi. Daha başkası, başka bir evi söyledi ve hâkezâ.
Mesela bulunduğumuz yerde bir gürültü işitildi. Orada bulunan bazı kişiler dediler ki; “falan ev yıkıldı.” Diğer bazılar, “hayır filan ev yıkıldı” dediler. Daha başkaları başka bir evin yıkıldığını söylediler ve bunun gibi…
Her bir rivâyet haber-i vâhid de, zayıf da, hilâf-ı vâki‘ de olabilir. Fakat asıl vâkıa ki, bir ev harâb olmuş, o kat‘îdir. Onda bütün müttefiktirler.
Buradaki olayı anlatan her bir rivayet haber-i vahid yani tevatür derecesine çıkamayan bir haber de olsa hatta zayıf derecesinde de olabilir. Gerçekleşmesi güç bir suret ile de anlatılmış olabilir. Bütün bunlarla beraber kesin olan bir evin harap olduğudur. Bu haberi verenlerin tamamı sonuçta bir evin yıkıldığında söz birliği halindedir.
Halbuki bahisettiğimiz şu altı cüz’iyât, hem sahîhtirler, hem bazıları şöhret derecesine çıkmışlar.
Halbuki, buraya kadar kaydettiğimiz şu altı mucize misali hem sıhhatli bir şekilde nakledilmişler hem de bazıları hadis ilminin kıstaslarına göre şöhret derecesine çıkmışlardır.
Farazâ bunların her birini zayıf addetsek, temsîlde mutlak bir hâne harâb olması gibi, yine cüz’iyâtın mecmûunda mutlak bir mu‘cize-i Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm’ın vücûdunu kat‘iyen gösterir.
Farz edelim ki, bu haberlerin misallerini tek başlarına zayıf olarak kabul etsek dahi, yukarıda verilen misalde farklı anlatımlar olsa da mutlak anlamda bir evin yıkılmış olması gibi bu mucize misallerinin toplamında mutlak anlamda Hz. Muhammed (asm)’ın göstermiş olduğu kesin olan mucizelerinin varlığını kesin olarak gösterir.
İşte Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mu‘cizât-ı bâhiresi, her bir nev‘de kat‘î olarak mevcûddur. Cüz’iyâtı dahi, o küllî ve mutlak mu‘cizenin sûretleri veyahud numûneleridir.
İşte Resul-i Ekrem (asm)’ın apaçık mucizeleri, her bir çeşidiyle kesin olarak vardır. Bu büyük ölçekli mucize çeşitlerinin her bir misali kendi çeşidinin numuneleridir.
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın, nasıl ki eli, parmakları, tükürüğü, nefesi, sözü, yani duâsı çok mu‘cizâtın mebdei oluyor.
Nasıl ki, Resul-i Ekrem (asm)’ın mübarek eli, parmakları, mübarek tükürüğü, nefesi, ağzından çıkan sözleri yani duası çok sayıda mucizelerin başlangıcı oluyor.
Aynen öyle de, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın sâir letâifi ve duyguları ve cihâzâtı, çok hârikalara medârdır.
Tıpkı bunun gibi Resul-i Ekrem (asm)’ın diğer latifeleri, duyguları ve manevi cihazları da birçok harikalara sebeptir.
Kütüb-ü siyer ve tarih, o hârikaları beyân etmişler. Sîret ve sûret ve duygularında çok delâil-i nübüvvet bulunduğunu göstermişler.[22]
Siyer ve tarih kitapları o harika olayları açıklayıp beyan etmişler. Efendimiz (asm)’ın ahlak güzelliğinde, dış güzelliğinde ve hatta duygularında birçok peygamberlik delili bulunduğunu göstermişler.
[1] Urve b. Ebû Ca’d, Yemen kabilelerinden Bârık’a mensup sahabedendir. İbn-i Sa’d’ın Tabakât adlı eserinde kaydettiğine göre “Bağdat’ın doğu kesiminde oturur, cihat için at yetiştirirdi. Atlarından her birinin 20 bin dirhem pahasında olup 70 civarında atının bulunduğu” nakledilir. (Siyer Yayınları c. 3, s 432)
[2] Abdullah b. Cafer, babası Cafer-i Tayyar olarak bilinen, Hz. Ali’nin abisi, Efendimizin amcaoğlu Cafer b. Ebû Talip’tir. Haşim oğullarından Efendimizin sohbetinde bulunan son kişidir. Habeşistan dönüşü henüz yedi yaşında iken Efendimize biat etti. Babası Mûte savaşında şehid edilince Efendimiz (asm) onun üzerine titredi. İlmi sahada adından sıkça bahsedilen biri olmasına karşın siyasi çekişmelere girmedi. Cemel ve Sıffîn savaşlarına Hz. Ali safında iştirak etti. Hz. Hüseyin’e Kûfe’ye gitmemesi konusunda ısrar etti. Fikri kabul görmemesine rağmen iki oğlunu Hz. Hüseyin’in emrine verdi. Her iki oğlu Kerbela’da şehid edildi. Hicrî 80 yılında vefat etti.
[3] Nâbiğa El-Câ’dî, adı Kays b. Abdullah ve künyesi Ebû Leyla’dır. Necid’in güneyinde Felec beldesinde doğdu. Hicretin 9. Yılında kabilesinin heyetiyle gelip Müslüman oldu. Uzun süre ara verdiği şiire İslam olduktan sonra yeniden başlaması nedeniyle birden parlayan anlamında Nâbiğa unvanı verildi. İslam olduktan sonra Medine’de yaşadı. Hz. Ömer döneminde fetihlere katıldı. Hz. Osman ve Hz. Ali’yle dostluk kurdu. Sıffîn’de Hz. Ali safında yer aldı. Hz. Ömer’e 180 yaşında olduğunu söylediği rivayet edilir. Uzun bir ömür süren şair Nâbiğa, cahiliye döneminde bile içki içmemiş ve putlara tapmamıştır.
[4] Tufeyl İbn-i Amr, Yemenli Ezd kabilesinin Devs boyundandır. İslam’dan önce cömertliği ve şiiriyle tanınırdı. Mekke’de müşriklerin boykotu altında iken Efendimizi ziyaret etti. Şiirlerinden birkaçını okudu. Efendimiz de ona İhlas, Felâk ve Nas surelerini okudu. Bu sözlerin ancak Allah kelamı olabileceğini anlayıp hemen Müslüman oldu. Kabilesine İslam’ı anlatmak için dönerken Efendimizin duasıyla kendisine bir alem olmak üzere alnında bir nur parlayıp ardından kamçısının ucuna intikal etti. Bu sebeple ‘zinnur: nur sahibi’ unvanını aldı. Uzun emekler harcayarak kabilesinin tamamının İslam’a girmesine vesile oldu. Hicretin 7. Senesinde aralarında büyük muhaddis Ebu Hüreyre’nin de bulunduğu 80 kişilik bir heyet ile Efendimizi ziyarete geldi. Medine’ye yerleşti. Yemâme savaşında şehid oldu.
[5] Büyük bir hassasiyetle ifade etmeliyiz ki; Efendimizin hayatında dua esas beddua ise istisnadır. Halk arasında ‘binde bir’ denilecek kadar nadir görülür. Onlarda da Nübüvvetine veya İslam’a büyük bir zarar veya hürmetsizlik söz konusudur. Efendimizin misali tıpkı yağmur gibidir. Yağmur, bütün canlılar için hayat kaynağı iken binde bir denecek miktarda bazı kişiler ondan zarar görebilir. O zarar da kişinin kendi hatasıdır. Mesela dere yatağına ev yapanın sel olunca evi zarar görür.
[6] Doğu Roma İmparatoru Herakliyus bu mektup için özel bir kap yaptırıp büyük bir hürmetle saray hazineleri arasında sakladı. Kendinden sonraki yöneticilere, “bu mektup elimizde olduğu müddetçe devletimiz ayakta kalır” diye vasiyet etti. İşte bu sebepledir ki, Roma devleti yüzyıllar boyu ayakta kaldı.
[7] Herakliyus, Doğu Roma’nın miladî 610 ile 641 yılları arasında İmparatorudur. 575 yılında Kartaca valisinin oğluydu. 610 yılında karşı ihtilal ile tahtı ele geçirdi. Saltanatının ilk yılları Balkanlara yapılan Avar seferleri ve doğudan gelen Sasanî saldırılarıyla geçti. Devletinin bu saldırılara karşı koyma gücü yoktu. 619 yılında Sasaniler Kudüs’e kadar ilerleyip şehri yağmaladı. 622 yılında tarihte ilk defa orduda haç taşınmasını başlattı. Putperest Sasanilere karşı büyük bir sefer başlattı. 627 yılında Sasanilerin başkenti Destgird şehrini ele geçirdi. Kur’ân’da Rum Sûresine konu olan bu zafer kitap ehlinin putperestlere galip gelmesi demekti. Bu seferin sonunda Kudüs’ü ziyaret etti. İşte Efendimizin İslam’a davet mektubu Herakliyus bu seferde iken kendisine ulaştı. Ülkesinin güneyinden gelen İslam ordularının fetih hareketlerine mâni olamadı. İstanbul’da hareketsiz bir hayatın ardından 641 yılında öldü.
[8] Muhallim b. Cessâme, sahabedendir. Efendimiz (asm), içinde Muhallim’in de bulunduğu bir birliği Batn-ı İdam denilen mahale doğru yola çıkardı. İslam’dan önce aralarında düşmanlık bulunan Âmir b. Adbad’a rast geldiler. Âmir, İslam’ın oldukça yeni ve zayıf olduğu o devirde doğrudan iman delili olan selam ile seferde bulunan sahabeleri karşıladı. Muhallim ona bir ok atıp şehid etti. Mallarını da ganimet olarak aldı. Sefer dönüşü olayı haber alan Efendimiz (asm), ‘müminim diyen birini katlettiği için’ ona beddua etti. Muhallim bir hafta sonra vefat etti. Toprak onu kabul etmedi. Bu olay üzerine Nisa Sûresi 94. Âyet nazil oldu. (İbn-i Sa’d, Tabakât, Siyer Yayınları, c 3, s 107)
[9] Amir İbn-i Adbad El-Eşcâî, Beni Eşcâ kabilesine mensup sahabedendir. Âmir, iman etmiş olmasına karşın müşriklerin arasında yaşamaya devam ediyordu. Mekke’nin fethi için yola çıkacak olan fetih ordusunun hedefi anlaşılmasın diye Efendimiz (asm) Batn-ı İdam denilen mahale doğru küçük bir seriyye çıkardı. Bu seriyyede bulunan ve aralarında İslam öncesi düşmanlık bulunan Muhallim b. Cessâme tarafından şehid edilip malları yağmalandı. Bu elim olay üzerine Nisa Sûresi 94. Âyet nazil oldu.
[10] Selmân-ı Farisî, günümüz İran’ın Ramhürmüz şehrinde doğdu. Çocukluğu burada geçti. Mecusi bir ailede ve çevrede bulunmasına rağmen inanç arayışına girdi ve Hristiyanlığı benimsedi. Ailesinden ayrılıp Şam’a oradan Musul, Nusaybin ve en son Ammûriye gibi Hristiyanlığın merkezi olan beldelere gitti. Burada hizmetinde bulunduğu rahip, ahir zaman peygamberinin zuhur vaktini yaklaştığını haber verdi. Ahir zaman peygamberinin hicret edeceği şehre gidebilmek için her şeyini bir tüccara veren Selman, aldatılıp köle olarak bir Yahudî’ye satıldı. O da başka bir Yahudî’ye sattı. En sonunda köle olarak getirildiği şehri görünce Medine olduğunu anladı. Efendimiz (asm) hicretle gelince hemen Müslüman oldu. Köle olduğu için Bedir ve Uhud’a iştirak edemedi. Hendek ve sonrasındaki bütün gazalara iştirak etti. Irak bölgesi fethedilinceye kadar Medine’de yaşadı. Kûfe şehrinin kurulmasına öncülük etti. Medâin valiliğine tayin edildi. 656 yılında burada vefat etti. Efendimiz (asm) onun için, “Selman bizden, ehl-i beyt’tendir” buyurmuştur.
[11] Deriden yapılan ve içerisinde katı/sıvı yağ saklanabilen kap.
[12] Ebu Nuaym İSFAHÂNÎ, 948 yılında İsfahan’da doğdu. Fars asıllıdır. Babası hadis talebi için Suriye ve Irak bölgelerine seyahatler yapmıştı. Sekiz yaşında hadis tahsil etmeye başladı. 20 yaşından itibaren devrin en önemli ilim merkezlerinden olan Tüster, Ahvaz, Basra, Vâsıt, Kûfe, Bağdat, Mekke ve Eyle gibi şehirlere seyahatler yaptı. İkinci defa çıktığı ilim seyahatinde Horasan bölgesine giderek Esterâbâd, Cürcân ve Nîşâbur’daki âlimlerden hadis tahsil etti. Büyük bir sûfî, sağlam bir hadis alimi ve dirâyetli bir tarihçiydi. Kendisinden hadis talep etmek için çok satıda ilim aşığı İsfahan’a geldi. Ebû Nuaym, hicrî 430 miladî 1038 yılında İsfahan’da vefat etti. en meşhur eserlerinden birisi Delâili’n-Nübüvve adlı siyer kitabıdır.
[13] Hammad İbn-i Seleme, Hicrî 90 yılında doğdu. Baş örtüsü ticareti yapardı. Tabiinin pek çoğundan ilim tahsil etti. Hadis, nahiv ve fıkıh alanında bilgin bir şahsiyet oldu. Tabakât alimleri onu sîkâ olarak nitelendirir. Bazı kaynaklarda ‘Basra’nın müftüsü’ diye zikredilir. İbadet ehli, çok Kur’ân okuyan, sünnete düşkün ve bidatlere karşı duruş gösteren bir alimdi. Ders verdiği kişilerden hediye bile kabul etmez ve hadis rivayetinin “sırf Allah rızası için yapılabileceğini” söylerdi. Hadis rivayetlerini herhangi bir kitaba veya kayda bakmaksızın hafızasından yapardı. Hicri 167 yılında Basra’da mescitte namaz kılarken vefat etti.
[14] Ümmü Ma’bed, kadın sahabedendir. Huzaa kabilesinin Kâ’b oğulları boyundandır. Amcasının oğluyla evliydi. Efendimizin hicret yolu üzerinde Mekke’ye 120 km mesafede Kudeyd adlı köyde ikamet ederdi. Cömert, becerikli ve oldukça dirayetli bir kadındı. Efendimiz hicret esnasında onun çadırına uğradı. Ve kısır, cılız bir keçiden mucize eseri süt sağdı. Kocasına Efendimizi anlattığı tasvir kaynaklarda sağlam şekilde yer almaktadır. Ümmü Ma’bed efendimizi aramaya gelen müşrikleri yanıltıp kendisi Efendimize yetişip İslam oldu. Zaman zaman Medine’ye gelir, Efendimizi ziyaret ederdi. Hz. Osman dönemine kadar yaşadığı bilinmekle beraber vefat tarihi tam olarak bilinmemektedir.
[15] Efendimizin bu mucizesinden bir müddet sonra bu civarda kıtlık olmuş. Diğer keçiler sütten kesilmiş. Bu mübarek keçi yavrusu olmadığı halde süt vermeye devam etmiş. O aile kıtlık zamanı bu mübarek keçinin sütünden geçim sağlamışlar.
[16] Hz. Halîme, Hevâzin Kabilesinin Sa’d b. Bekir koluna mensuptur. Efendimizin süt annesidir. Resul-i Ekrem (asm) yaklaşık beş yaşına kadar onun yanında kaldı. Bu dönemde Efendimizin bereketiyle bolluk içinde yaşadılar. Efendimizin göğsünün yarılması hadisesi burada gerçekleşti. Daha sonraki kıtlık yıllarında Mekke’ye gelen Hz. Halime’ye Hz. Hatice tarafından 40 koyun ve bir deve hediye edildi. Mekke’nin fethinden önce vefat ettiği anlaşılmaktadır.
[17] Ömer İbn-i Sa’d, İbn-i Sa’d’ın Tabakâtü’l Kübra adlı eseri başta olmak üzere tabakât ve siyer kitaplarında bu zat hakkında malumat bulunamadı. Sa’d b. Ebu Vakkas’ın oğlu Ömer b. Sa’d bu isem uysa da 66 yaşında kötü bir akıbetler vefat etmiş ve öncesinde Hz. Hüseyin’in şehadetinde katkısı olan biridir. Hz. Üstadın “80 yaşında vefat etti” dediği kişi bu olmamalıdır.
[19] Abdurrahman b. Zeyd b. Hattab, Hz. Ömer’in kardeşi Zeyd’in oğludur. Hicretin 6. Senesinde Medine’de doğdu. Bebekliğinde Efendimiz (asm) henüz bebek olan Abdurrahman’a o an ağzında bulunan hurmadan çıkarıp verdi. Başını okşayıp dua buyurdular. Uzun boylu ve yakışıklı bir genç olarak yetişti. Hz. Ömer onu kızı Fatıma ile evlendirdi. Yezid b. Muaviye tarafından Mekke’ye vali tayin edildi. Uzun müddet bu görevde kaldı. Abdullah b. Zübeyr zamanında Mekke’de vefat etti.
[20] Âiz b. Amr, sahabedendir. Rıdvan biâtında bulunmakla şereflendi. Huneyn Savaşında düşman ile göğüs göğüse çarpışırken yüzünden yaralandı. Yarasını bizzat Efendimiz (asm) sardı. Hatta mübarek elinin temas ettiği yerler doru atın alnındaki beyazlık gibi bir nur kazandı. Efendimizin vefatından sonra Basra’ya yerleşti. 681 yılında burada vefat etti.
[21] Ümmü’l müminin, müminlerin annesi anlamında Peygamber Efendimizin muhterem eşleri için kullanılan unvandır. Şöyle ki, bir hanımefendi Peygamberimiz (asm) ile evlendikten sonra bütün müminler için anne hükmündedir. Efendimizin eşi olduktan sonra artık başka kişilerle evlenmeleri ebediyen haramdır.
[22] Said Nursi, Zülfikâr, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 273-80