19. Mektub’un “On Yedinci İşaret’ini” cümle cümle izah eder misiniz?
On Yedinci İşaret:
On Dokuzuncu Mektubun On Yedinci Nükteli İşareti:
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın Kur’ân’dan sonra en büyük mu‘cizesi kendi zâtıdır.
Resul-i Ekrem (asm)’ın en büyük mucizesi Kur’ân’dır. Kur’ân’dan sonra en büyük mucizesi ise kendi zatıdır.
Yani onda ictimâ‘ etmiş ahlâk-ı âliyedir ki, her bir haslette en yüksek tabakada olduğuna, dost ve düşman ittifâk ediyorlar.
Yani Onun zatında toplanmış olan yüce ahlaktır. Öyle ki, her bir hasletin en yüksek tabakasında bulunduğuna Efendimizin dostları ve düşmanları ittifak ediyorlar.
Hatta şecâat kahramanı Hazret-i Alî mükerreren diyordu: “Harbin dehşetlendiği vakit, biz Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın arkasına ilticâ edip tahassun ediyorduk. Ve hâkezâ. Bütün ahlâk-ı hamîdede en yüksek ve yetişilmeyecek bir dereceye mâlik idi.”
Hatta şecaat (cesaretin en kıvamlı hâlinin) kahramanı Hz. Ali tekrarla şöyle diyordu: “Savaşın şiddetlenip dehşetlendiği zaman biz, Resul-i Ekrem (asm)’ın arkasına sığınıp korunuyorduk.” Ve bunun gibi övgüye layık ahlakın hepsinde en yüksek ve hatta yetişilemeyecek bir dereceye sahipti.”
Şu mu‘cize-i ekberi, Allâme-i Mağrib Kādî Iyâz’ın Şifâ-yı Şerîf’ine havâle ediyoruz. Elhak, o zât, o mu‘cize-i ahlâk-ı hamîdeyi pek güzel beyân edip isbat etmiştir.
Efendimiz (asm)’ın zatında görünen bu en büyük mucizeyi, mağrip ülkesinin en âlim kişilerinden olan Kadı İyâz’ın telif ettiği Şifâ-yı Şerif adlı harika siyer kitabına havale ediyoruz. Hakkını vermek lazım ki, Kadı İyâz, Resul-i Ekrem (asm)’ın zatında güzel ahlak suretinde görünen mucizesini pek güzel açıklayıp ispat etmiştir.
Hem pek büyük ve dost ve düşmanla musaddak bir mu‘cize-i Ahmediye (asm), şerîat-ı kübrâsıdır ki, ne misli gelmiş ve ne de gelecek.
Hem yine pek büyük mucizelerinden biri getirdiği büyük dinin büyük şeriatıdır. Bu mucizesi dost ve düşmanları tarafından tasdike uğramıştır. Öyle ki, ortaya koyduğu hukuk sisteminin bir benzeri ne gelmiş ve ne de gelecek.
Şu mu‘cize-i a‘zamının bir derece beyânını, bütün yazdığımız otuz üç söz ve otuz üç mektuba ve otuz bir lem‘a ve on üç şuâa havâle ederiz.
En büyük mucizelerinden biri olan getirdiği şeriatı noktasındaki mucizesinin bir derece açıklanmasını Risale-i Nur’un 33 adet sözden ibaret olan Sözler, 33 adet mektuptan ibaret olan Mektubât, 31 adet Lem’adan ibaret olan Lem’alar ve 15 adet şuadan ibaret olan Şualar eserlerine havale ederiz.
Hem Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mütevâtir ve kat‘î bir mu‘cize-i kübrâsı, şakk-ı kamerdir.
Hem yine Resul-i Ekrem (asm)’ın tevatür derecesinde bizlere nakledilen kesin ve büyük bir mucizesi de Ay’ın ikiye yarılması mucizesidir.
Evet, şu inşikāk-ı kamer, çok tarîklerle, mütevâtir bir sûrette, İbn-i Mes‘ûd, İbn-i Abbâs, İbn-i Ömer, İmâm-ı Alî, Enes, Huzeyfe gibi pek çok eâzım-ı Sahâbeden müteaddid tarîklerle haber verilmekle beraber, nass-ı Kur’ân ile اِقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانْشَقَّ الْقَمَرُ âyeti, o mu‘cize-i kübrâyı âleme i‘lân etmiştir.
Evet, Ay’ın ikiye yarılması mucizesi, çok farklı rivayet yollarından tevatür vasfını haiz bir şekilde başta Abdullah b. Mesud, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, İmam Ali, Enes b. Malik, Huzeyfe b. Yemanî gibi sahabenin ileri gelenlerinden pek çok yollarla haber verilmekle birlikte, Kur’ân’ın nassı ile “Vakit yaklaştı ve ay yarıldı”[1] âyeti, o büyük mucizeyi bütün âleme ilan etmiştir.
O zamanın inâdcı Kureyş müşrikleri, şu âyetin verdiği habere karşı inkâr ile mukābele etmemişler. Belki yalnız, sihirdir demişler. Demek kâfirlerce dahi kamerin inşikākı kat‘îdir.
Kur’ân’ın bu ayetinin indirildiği zaman Kureyş Kabilesinin inatçı müşrikleri Kamer Sûresi birinci âyetinin verdiği Ay’ın yarılmasıyla ilgili habere karşı inkâr etmekle karşılık vermemişler. -Halbuki o müşrikler Kur’ân’ın ve dolayısıyla Resul-i Ekrem (asm)’ın bir yanlışını bulmak için kılı kırk yararak araştırıyorlardı. Şayet böyle bir olay olmadığı halde Kur’ân’da bahsi geçseydi böylesi bir fırsatı kaçırırlar mıydı?- İnkar etmemekle beraber sadece gerçekleşen bu olaya sihirdir demişler. Demek ki, Ay’ın ikiye yarılması hadisesini kafirler de biliyorlar. Bildikleri için Kur’ân’ın bu ayetine yalan diyemiyorlar.
Şu mu‘cize-i kübrâyı, şakk-ı kamere dâir yazdığımız Otuz Birinci Söz’e zeyil olan Şakk-ı Kamer Risâlesi’ne havâle ederiz.
Ay’ın ikiye yarılmasıyla ilgili bu büyük mucizeyi, Ay’ın bölünmesiyle ilgili yazdığımız ve 31. Söz adlı risaleye eklenen ‘Şakk-ı Kamer Risalesine’ havale ediyoruz.
Hem Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, nasıl ki arz ahâlisine inşikāk-ı kamer mu‘cizesini göstermiş, öyle de semâvât ahâlisine Mi‘râc mu‘cize-i ekberini göstermiştir.
Hem de nasıl ki, Resul-i Ekrem (asm) yeryüzü ahalisine Ay’ın ikiye yarılması gibi muazzam bir mucize göstermiş, tıpkı buna benzer şekilde gökyüzü ahalisi olan meleklere karşı en büyük mucizesi olan Miraç mucizesini göstermiştir. Yani yeryüzü ahalisi olan insanlar için Ayın ikiye yarılması ne kadar büyük bir mucize ise gök ehli olan melekler için de miraç mucizesi o denli büyük bir mucizedir.[2]
İşte Mi‘râc denilen şu mu‘cize-i a‘zamı, Otuz Birinci Söz olan Mi‘râc Risâlesi’ne havâle ederiz. Çünkü o risâle, o mu‘cize-i kübrâyı, ne kadar nûrânî ve âlî ve doğru olduğunu kat‘î burhânlarla, hatta mülhidlere karşı da isbat etmiştir.
İşte adına miraç denilen şu en büyük mucizeyi, Sözler Mecmuasının 31. Sırasında bulunan Miraç Risalesine havale ederiz. Çünkü o risale, muazzam büyüklükteki miraç mucizesinin ne kadar nurani ne denli yüksek ve ne kadar doğru olduğunu kesin delillerle ispat ediyor. Hatta dinsizlikte ısrar edenlere de ispat etmiştir.
Yalnız mu‘cize-i Mi‘râcın mukaddemesi olan Beytü’l-Makdis seyahati ve sabahleyin Kureyş kavmi ondan Beytü’l-Makdis’in ta‘rîfâtını istemesi üzerine hâsıl olan bir mu‘cizeyi bahsedeceğiz. Şöyle ki:
Bu büyük mûcizeyi miraç risalesine havale etmekle beraber burada yalnız miraç mucizesinin başlangıcı olan Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya (Mekke’den Kudüs’e) gece yürüyüşü olarak gerçekleşen mucizesini ilan edince; Kureyş müşrikleri Resul-i Ekrem (asm)’dan Beytü’l Makdis’in[3] tarifini istemişler. Bunun üzerine başka ve yeni bir mucize gerçekleşmiş. Şöyle ki:
Mi‘râc gecesinin sabahında Mi‘râcını Kureyş’e haber verdi. Kureyş tekzîb etti. Dediler: “Eğer Beytü’l-Makdis’e gitmiş isen, Beytü’l-Makdis’in kapılarını ve duvarlarını ve ahvâlini bize ta‘rîf et.”
Resul-i Ekrem (asm), miraç mucizesinin gerçekleştiği gecenin sabahında miracını Kureyş Kabilesine bildirdi. Kureyş Kabilesinin ileri gelenleri hemen yalanladılar. Böyle bir yolculuğun olamayacağını söylediler. Ve şöyle dediler: “Eğer, Beytü’l Makdis’e gittiysen o halde kapılarını ve nasıl bir yer olduğunu bize anlat” dediler.
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman ediyor ki: فَكَرَبْتُ كُرْبًا لَمْ اَكْرُبْ مِثْلَهُ قَطُّ فَجَلَّي اللّٰهُ ل۪ي بَيْتَ الْمَقْدِسِ وَكَشَفَ الْحُجَبَ بَيْن۪ي وَبَيْنَهُ حَتّٰي رَاَيْتُهُ فَنَعَتُّهُ وَاَنَا اَنْظُرُ اِلَيْهِ Yani “Onların tekzîblerinden ve suâllerinden pek çok sıkıldım. Hatta öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim. Birden Cenâb-ı Hakk, Beytü’l-Makdis’i bana gösterdi. Ben de Beytü’l-Makdis’e bakıyorum, birer birer her şeyi ta‘rîf ediyordum.” İşte o vakit Kureyş baktılar ki, Beytü’l-Makdis’den doğru ve tam haber veriyor.
Resul-i Ekrem (asm) bu konuda şöyle buyuruyor: “Onların yalanlamasından ve -Mescid-i Aksa hakkındaki- sorularından pek çok sıkıldım. Hatta daha önce böyle bir sıkıntı çekmemiştim. Cenâb-ı Hak birden Beytü’l Makdis’i bana gösterdi. Ben de Beytü’l Makdis’e bakarak birer birer her şeyi anlatıyordum.” İşte o vakit Kureyş Kabilesinin ileri gelenleri baktılar ki, Beytü’l Makdis hakkında verdiği haberler hep doğrudur.
Hem Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Kureyş’e demiş ki: “Yolda giderken, sizin bir kafilenizi gördüm. Kafileniz yarın filan vakitte gelecek.” Sonra o vakit kafileye muntazır kaldılar. Kafile bir saat teahhur etmiş.
Hem de Resul-i Ekrem (asm) Kureyş kabilesine hitaben şöyle demiş: “-Mescid-i Aksa’ya doğru- yolda giderken sizin bir kafilenizi gördüm. Kafileniz yarın falan vakitte burada olacak” demiş. Ertesi gün o kafileyi beklemeye başladılar. Sözü edilen kafile bir saat gecikmiş.
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın ihbârı doğru çıkmak için, ehl-i tahkîkin tasdîkiyle, güneş bir saat tevakkuf etmiş. Yani arz onun sözünü doğru çıkarmak için vazîfesini, seyahatini bir saat ta‘tîl etmiştir. Ve o ta‘tîli, güneşin sükûnetiyle göstermiştir.
Resul-i Ekrem (asm)’ın verdiği haberin doğru çıkması için güneş bir saat hareketini durdurmuş. Yani yerküremiz Resul-i Ekrem (asm)’ın sözünü doğru çıkarmak için vazifesini, yörüngesinde yaptığı seyahatini bir saat bırakmış.[4] Ve bu görev bırakmayı güneşin sakinliği, hareketine ara vermesiyle göstermiştir. Bu hadiseyi araştıranlar olayın gerçekliğini tasdik ediyorlar.
İşte Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm’ın bir tek sözünü tasdîk için koca arz vazîfesini terk eder, koca güneş şâhid olur. Böyle bir zâtı tasdîk etmeyen ve emrini tutmayan, ne derece bedbaht olduğunu; ve onu tasdîk edip emrine سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا diyenlerin ne kadar bahtiyar olduklarını anla. اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلَي الْا۪يمَانِ وَالْاِسْلَامِ de.[5]
Muhammed-i Arabî (asm)’ın bir tek sözünü doğrulamak için koca dünya görevini bırakır. Koca güneş de ona şahitlik eder. İşte böyle bir zatı tasdik etmeyen, o mübarek zatın emirlerini tutmayanın ne derece bahtsız olduğunu ve onu tasdik edip emrine “işittik, itaat ettik” diyenlerin ne kadar bahtiyar olduklarını anla ve “Bize verdiği iman ve İslam nimetinden ötürü hamd yalnızca Allah’a mahsustur” de.
[1] El-Kamer 54/1
[2] İnsanlık âlemine uzay yolculuğunun yollarını açan Resul-i Ekrem (asm)’ın miracıdır. Şayet Resul-i Ekrem (asm) miraç ile göklere ve daha yükseklere çıkıp insanlık için uzaya giden yolu açmasaydı, bugün insanlık uzay yolculuğu yapamayacaktı.
[3] Beytü’l Makdis, Kudüs şehri. Lut gölüne 24 ve Akdeniz’in 52 km uzaklıkta kurulu olan, içerisinde Mescid-i Aksa’nın ve Kubbetü’s-Sahra’nın bulunduğu, üç semavi din tarafından kutsal addedilen şehirdir. Günümüzde batı kısmı İsrail devletinin işgali altında olmakla beraber Mescid-i Aksa’nın bulunduğu şehrin doğu tarafı Filistin devletinin toprakları arasındadır.
[4] Nasıl ki şanlı bir devletin çok izzetli bir padişahının bir sözü yalan çıkmamak için gerekirse ordusu harbe girer. Tıpkı bunun gibi manevi alemlerin en nurani, en büyük reisi olan Hz. Muhammed (asm) gibi bir sultanın sözünün yalan çıkmaması adına yerküre ve güneşin bir saatliğine hareketini bırakması şaşılacak bir durum değildir. Aksine o mübarek zatın şanına pek yakışır. Sıdkına pek yaraşır.
[5] Said Nursi, Zülfikâr, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 304-306