İşaratü'l-İcaz'da geçen bu cümlede "Takdîmiyle hasrı ifade etmek" ne anlama geliyor? İzah eder misiniz?
İşârâtü’l İcâz’da geçen bahsettiğiniz paragraf şöyledir;
“Takdîmiyle hasrı ifade eden بِالْاٰخِرَةِ kelimesi, bazı ehl-i kitâbın îmân ettikleri âhiret, hakîkî bir âhiret olmadığına ta‘rîzdir. Çünki onların لَنْ تَمَسَّنَا النَّارُ اِلَّا اَيَّامًا مَعْدُودَةً âyet-i kerîmesinin hikâye ettiği gibi, “Cehennem ateşi bizi dâimâ yakacak değil ya! Ancak birkaç gün yakacaktır” gibi sözleriyle ve bir cihette lezâiz-i cismâniyeyi nefiy ve inkâr ettiklerinden anlaşıldığına göre, bildikleri âhiret, mecâzî bir âhiretdir.”[1]
Buranın tam anlaşılması için önce burada kullanılan belagat sanatlarının ne anlam ifade ettiklerine değinelim.
1) Hasr: Sözlükte “kuşatmak, kısaltmak, daraltmak, sıkıştırmak, hapsetmek, menetmek” gibi anlamlara gelen hasr kelimesi belâgat yönünden bir îcâz ve tekit türü sayılır. Belâgat kitaplarında buna hasr veya kasr denilmekle birlikte bu kelimelerin yerine ihtisas ve tahsis tabirlerinin kullanıldığı da görülür [2]
Hasr en meşhur haliyle dört şekilde mümkün olur.
a) En kuvvetli hasr yolu “nefiy + istisna edatı” formudur. Bu yolla kurulan hasr ifadesi hükmü bilmeyen veya hüküm hakkında inkâr, şüphe, tereddüt ve vehim içinde olan ya da mecaz yoluyla bu durumda kabul edilen muhataba karşı kullanılır ve “müferrağ istisna” tarzında getirilir.[3] “وَأَنْ لَيْسَ لِلْإِنْسَانِ إِلَّا مَا سَعَى ” ayeti buna bir örnektir.
b) Cumhura göre “innemâ” (إنما) hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. Bu tür Arapça ibarelerin Türkçe’ye tercümesinde “ancak” ifadesinin cümlenin son unsuruna dahil edilmesi gerekir. ”إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ” âyeti buna örnektir.
c) “Lâ” (لا), “bel” (بل) ve “lâkin” (لكن) atıf harfleriyle yapılan hasrdır.
d) Cümledeki öğelerin sıralanmasında sonra gelmesi gerekeni öne geçirmek (takdim); haberi mübtedâya, mâmullerini fiile takdim gibi. Bu tür hasr ancak dil zevkine sahip olanlarca bilineceği için buna “zevkî kasr”, hasr ifadesi için konulmuş edatlarla kurulan diğerlerine de “vaz‘î kasr” denilir.[4] Takdim yoluyla hasr önemseme, itina, ihtimam, tekit, takrir, teşvik, hatırdan çıkarmama, hoşlanma, nefret ve teberrük amacıyla yapılır. (Bediüzzaman Hazretlerinin yukarıda bahsettiği hasr bu yolla yapılmıştır)
2) Takdim: Hakkı tehir olan bir lafzı öne almaktır; tehir ise, anlam bakımından önde olan bir lafzı sonraya bırakmaktır.[5] Başka bir tarifler "Takdîm ve tehir; söz dizininde yer alan sözcüklerin başa veya sona alınması suretiyle yerlerinin değiştirilmesidir."[6]
Cümle içindeki bütün öğelerin belli bir düzen ve sıralaması vardır. Cümlede bazı unsurlar önce, bazıları da sonra gelmektedir. Bazen gramer kurallarına uygun bir sıralamanın gerçekleşmediği durumlar da söz konusu olabilmektedir. İşte bu olgu takdîm-tehir şeklinde ifade edilmektedir.
3) Ta’riz: Bir lafzın konulduğu anlamla birlikte bağlamında başka bir anlama delalet etmesidir.[7] Ortaya veya belli birine söylenen bir sözün ucunun (urz) bir başka kimseye veya bir şeye ima ve işaret yoluyla dokundurulmasıdır. Türkçe'de daha çok "iğnelemek" veya "dokundurmak" diye de tabir edilir.
Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin izahlarına dönecek olursak, normal şartlarda Arapça dilbilgisine göre âyetin dizilimi “وَبِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ” yerine “وَهُمْ يُوقِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ” şeklinde olması gerekirdi. Ama yukarıda da ifade edildiği gibi cümle yapısı “âhiret” kelimesinin öne çekilmesiyle yani takdim ile oluşturulmuştur. Böylece takdim yoluyla hasr yapılmış ve ahiret kelimesi öne çıkarılmış, cümlede baskın hale getirilmiştir.
İşte Bediüzzaman Hazretlerine göre, bu takdim ile yapılan hasrın amacı ta’riz yani dolaylı bir iğnelemedir. Yani bu âyette asıl anlam ifade edilmekle beraber kinaye, iğneleme yoluyla da ehl-i kitaba yönelik bir anlam daha ifade edilmektedir. Böylece onların iman ettiklerini ifade ettikleri ahiret gerçek ahiret değildir. Zira onlar “Cehennem ateşi bizi dâimâ yakacak değil ya! Ancak birkaç gün yakacaktır” diyerek farklı bir âhiret telakkisine sahiptiler. Bununla beraber ahirette cismani lezzetlere de inanmıyorlardı. İşte Rabbimiz âyette “âhiret” kelimesini öne alarak (takdim) hasr ifade etmiş ve ehl-i imanın âhirete inanmalarını medh ederken bir diğer cihette de ehl-i kitaba kinaye yaparak (ta’riz) onlarında âhirete inandıklarını ancak inandığı âhiretlerin hakiki anlamda gerçek bir âhiret olmadığını, kendi hayallerinden uydurdukları yalancı bir âhiret olduğunu ima etmiş, onlara kinaye yapmıştır. Sonuçta hem müminlerin gerçek ahiret inancı övülmüş, hem de dolaylı yoldan Ehl-i Kitap’ın sahte ahiret inancı iğnelenmiştir.
[1] Bediüzzaman Said Nursi, İşârâtü’l İcâz, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 55
[2] Celâleddin es-Süyûtî, el-İtḳān fî ʿulûmi’l-Ḳurʾân, I-II, Kahire 1318, s.2, s. 49
[3] Teftâzânî, el-Muṭavvel ʿale’t-Telḫîṣ, İstanbul 1309, s. 204-223
[4] Hatîb el-Kazvînî, el-Îżâḥ, Bağdad, ts. (Mektebetü’l-müsennâ), c,1, s.122
[5] İbn Fâris, Ebû’l-Huseyn, Ahmed b. Fâris b. Zekeriyya, es-Sahibî fi Fıkhi’l-Luga, (Thk.: ‘Umer Faruk et-Tebbar), Mektebetu’l-Mearif, Beyrut, 1993, s. 244.
[6] Ali b. Halef el-Katib, Mevaddu’l-Beyan, (Thk.: Hatem Sam ed-Damin) Dâru’l-Beşâir, Suriye, 2003, s.147.
[7] Celâl Şemseddin Muhammed b. Ahmed Mahallî, el-Bedrü’t-tâli‘ fî halli cem‘i’lcevâmi‘ (Beyrut: Dârü’l-Fikr, ts.), 1/334.