19. Mektub’un "On Beşinci İşareti’nin 3. Şube’si" olan “Hz. Peygamberin Koruma Altında olması ve Günahsız Oluşu” ile alakalı mucizeleri cümle cümle izah eder misiniz?
Üçüncü Şu‘be:
On Beşinci Nükteli İşaretin Üçüncü Şubesi
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın hıfzı ve ismeti, bir mu‘cize-i bâhiredir.
Resul-i Ekrem (asm)’ın hıfzı (yani maddi zararlardan korunmuş olması) ve ismeti (yani günahlara, hatalara düşmekten korunması) başlı başına apaçık bir mucizedir.
وَاللّٰهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ âyet-i kerîmesinin hakîkat-i bâhiresi, çok mu‘cizâtı gösterir.
“Allah seni insanlardan koruyacak”[1] âyet-i kerimesinin apaçık hakikati, çok mucizeleri gösterir.
Evet, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm çıktığı vakit, değil yalnız bir tâifeye, bir kavme, bir kısım ehl-i siyâsete veya bir dine, belki umum padişahlara ve umum ehl-i dîne tek başıyla meydan okudu.
Evet, Resul-i Ekrem (asm) peygamberlik davasıyla ortaya çıktığı zaman; değil yalnız bir tayfaya, bir millete, bir kısım siyaset ve idarecilere veya sadece bir dine, belki bütün devletlere ve dolayısıyla başlarında bulunan padişahlara ve bütün din ehline tek başına meydan okudu.
Halbuki onun amcası en büyük düşman ve kavim ve kabîlesi düşman iken, yirmi üç sene nöbetdârsız, tekellüfsüz, muhâfazasız ve pek çok def‘a sû’-i kasde ma‘rûz kaldığı halde, kemâl-i saadetle, rahat döşeğinde vefat edip Mele-i A‘lâ’ya çıkmasına kadar hıfz ve ismeti وَاللّٰهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ ne kadar kuvvetli bir hakîkati ifade ettiğini ve ne kadar metîn bir nokta-i istinâd olduğunu, güneş gibi gösterir.
Halbuki bu esnada onun öz amcası en büyük düşmanı kesilmişti. Mensup olduğu milleti ve hatta kendi kabilesi Efendimiz (asm)’a düşman olmuş iken, yirmi üç sene boyunca korumasız, özel bir zorluk yaşamadan, korunması için muhafız alayı olmaksızın, çok defalar suikasta uğradığı halde, tam bir mutluluk içinde, -düşman eliyle değil- kendi rahat döşeğinde vefat edip en yüce topluluğa çıkmasına kadar maddi ve manevi zararlardan korunmuş olması, “Allah seni insanlardan koruyacak” âyetinin ne kadar kuvvetli bir hakikati ifade ettiğini ve ne kadar sağlam bir dayanak noktası olduğunu güneşin varlığının kesin olması gibi kesin olarak gösterir.
Biz yalnız numûne için, kat‘iyet kesb etmiş birkaç hâdiseyi zikredeceğiz.
Biz, numune olması için yalnızca kesinlik kazanmış birkaç hadiseyi burada zikredeceğiz.
Birinci Hâdise:
Üçüncü Şubenin Birinci Hadisesi
Ehl-i siyer ve hadîs müttefikan haber veriyorlar ki:
Siyer ve hadis alimleri ittifak ederek haber veriyorlar ki:
“Kureyş kabîlesi, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ı öldürtmek için kat‘î ittifâk ettiler. Hatta insan sûretine girmiş bir şeytanın tedbîriyle, Kureyş içine fitne düşmemek için, her kabîleden lâakal bir adam içinde bulunup -iki yüze yakın- Ebû Cehil ve Ebû Leheb’in taht-ı hükmünde olarak Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın hâne-i saadetini bastılar.
“Kureyş Kabilesi,[2] Resul-i Ekrem (asm)’ı kesin olarak öldürmek üzere aralarında ittifak ettiler. Hatta bu öldürme sebebiyle Kureyş Kabilesinin arasına ayrılık girmemesi için insan kılığına giren bir şeytanın (yani bir cinin) öğretmesiyle; Efendimizi katledecek grubun içinde her kabileden en az bir adam bulunacaktı. Böylece 200 kişiye yakın bir sayıya ulaştılar. Ebu Cehil ve Ebu Leheb’in komutası altında Resul-i Ekrem (asm)’ın saadetli evinin etrafını sardılar.
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın yanında Hazret-i Alî vardı. Ona dedi: ‘Sen bu gece benim yatağımda yat.’
Resul-i Ekrem (asm)’ın yanında Hz. Ali vardı. (Çünkü evinde büyümüş ve bir nevi çocuğu gibiydi.) Hz. Ali’ye, “Sen bu gece benim yatağımda yat” dedi.
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm beklemiş, tâ Kureyş gelmiş, bütün hânenin etrafını tutmuşlar. O vakit çıktı. Bir parça toprak başlarına attı. Hiçbirisi onu görmedi. İçlerinden çıktı gitti.
Durumdan vahiy eseri olarak haberdar olan Resul-i Ekrem (asm) Kureyş Kabilesinin gelmesini beklemiş. Evin her tarafını tutmuşlar. İşte o zaman dışarıya çıktı. Yerden bir parça toprak alıp, başlarına attı. Hiçbirisi Efendimizi göremedi. Efendimiz (asm) aralarından çıkıp gitti.
Gâr-ı Sevr’de iki güvercin ve bir örümcek, bütün Kureyş’e karşı ona nöbetdâr olup muhâfaza ettiler.”
Sevr mağarasında iki güvercin ve bir örümcek, bütün Kureyş Kabilesine karşı Efendimiz için nöbetçi olup onu düşmanın zararından korudular.
İkinci Hâdise:
Üçüncü Şubenin İkinci Hadisesi
Vâkıât-ı kat‘iyedendir ki, mağaradan çıkıp Medine tarafına gittikleri vakit, Kureyş rüesâsı mühim bir mal mukābilinde, Sürâka isminde gayet cesur bir adamı gönderdiler. Tâ ta‘kîb edip, onları öldürmeye çalışsın.
Kesin olarak gerçekleşen olaylardan biri de şudur: Resul-i Ekrem (asm) ve Hz. Ebû Bekir (ra) Sevr Mağarasından çıkıp Medine tarafına gittikleri vakit, Kureyş kabilesinin müşrik reisleri büyük bir servet karşılığında Efendimizi yakalamak veya öldürmek üzere Sürâka isminde cesur bir adamı gönderdiler.
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Ebû Bekri's-Sıddîk ile beraber gârdan çıkıp giderken gördüler ki, Sürâka geliyor. Ebû Bekri's-Sıddîk telâş etti.
Resul-i Ekrem (asm), Hz. Ebû Bekir es-Sıddık ile mağaradan çıkıp Medine’ye doğru giderlerken Sürâka’nın üzerlerine doğru geldiğini gördüler. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir (ra), Efendimiz zarar görür endişesiyle telaşa kapıldı.
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm mağarada dediği gibi لَا تَحْزَنْ اِنَّ اللّٰهَ مَعَنَا dedi. Sürâka’ya bir baktı. Sürâka’nın atının ayakları yere saplandı kaldı. Tekrar kurtuldu, yine ta‘kîb etti. Tekrar atının ayaklarının saplandığı yerden duman gibi bir şey çıkıyordu.
Resul-i Ekrem (asm), Hz. Ebû Bekir’e tıpkı Sevr Mağarasında dediği gibi tekrar “Hüzünlenme! Allah bizimledir"[3] dedi. Efendimiz (asm), Sürâka adındaki mızraklı süvariye dönüp bir baktı. Bu bakış sebebiyle Sürâka’nın atının yakları yere saplandı. At olduğu yerde kaldı. Sürâka eman diledi. Efendimiz (asm), eman verdi. Bunun üzerine at kurtuldu. Sürâka tekrar takip etmeye başladı. Atının ayakları tekrar yere saplandı ve bu defa atın ayaklarının dibinden dumana benzer bir şey çıkmaya başladı.
O vakit anladı ki, ne onun elinden ve ne de kimsenin elinden gelmez ki, ona ilişsin. “el-Emân!” dedi. Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm emân verdi. Fakat dedi: “Git, öyle yap ki, başkası gelmesin!”
O vakit Sürâka anladı ki, Efendimize zarar vermek ne onun ve ne de kimsenin elinden gelmez. Bu defa samimiyetle Efendimizden eman diledi. Resul-i Ekrem (asm) ona eman verdi. Ardından “Git, öyle bir şey yap ki, başkaları arkamızdan gelmesin” dedi.
Şu hâdise münâsebetiyle bunu da beyân ederiz ki, sahîh bir sûrette haber veriyorlar:
Efendimizin mucizesi olan bu hadise münasebetiyle şunu da naklederiz. Hadis âlimleri bu olayı sıhhatli bir şekilde haber veriyorlar.
“Bir çoban onları gördükten sonra Kureyş’e haber vermek için Mekke’ye gitmiş. Mekke’ye dâhil olduğu vakit, ne için geldiğini unutmuş. Ne kadar çalışmış ise, hatırına getirememiş. Mecbûr olmuş, dönmüş. Sonra anlamış ki, ona unutturulmuş.”
“Bir çoban Efendimiz (asm) ve Hz. Ebû Bekir’i görmüş. Kureyş kabilesine bildirmek için Mekke’ye gitmiş. Şehre girdiği zaman ne için geldiğini unutmuş. Ne kadar uğraştıysa hatırlayamamış. Mecbur olup geri dönmüş. Döndükten sonra hatırlamış ama anlamış ki, aslında kendisine unutturulmuş.”
Üçüncü Hâdise:
Üçüncü Şubenin Üçüncü Hadisesi
Gazve-i Gatafân ve Enmâr’da, müteaddid tarîklerle eimme-i hadîs haber veriyorlar ki:
Gatafan[4] veya Enmar gazvesinde gerçekleşen ve birçok rivayet yollarından nakledilen bu hadiseyi hadis imamları şöyle haber veriyorlar.
“Gavres isminde cesur bir kabîle reisi, kimse görmeden, tam Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın başı üzerine gelerek yalın kılıç elinde olduğu halde, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a dedi: ‘Kim seni benden kurtaracak?’
“Gavras adında cesur bir kabile reisi, kimseye görünmeden -o an bir ağaç altında dinlenmekte olan- Resul-i Ekrem (asm)’ın yanı başına kadar gelmiş. Kılıcı elinde olduğu halde Resul-i Ekrem (asm)’a, “şimdi seni benim elimden kim kurtaracak?” demiş.
Demiş: ‘Allah!’ Sonra böyle duâ etti: اَللّٰهُمَّ اكْفِن۪يهِ بِمَا شِئْتَ Birden o Gavres, iki omuzu ortasına gāibden bir darbe yer. O kılıç elinden düşer, yere yuvarlanır. Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm kılıcı eline alır: ‘Şimdi seni kim kurtaracak?’ der. Sonra affeder.
Resul-i Ekrem (asm), “Allah (kurtaracak)” demiş. Ve ardından “Ya İlahi! dilediğin bir şeyle beni ondan muhafaza eyle” diye dua etmiş. Gavras, birden iki omuzunun ortasına bilinmedik bir yerden bir darbe yer. Kendisi yere yuvarlanır ve kılıç elinden düşer. Yere düşen kılıcı eline alan Resul-i Ekrem (asm) bu defa kendisi Gavras’a sorar: “Şimdi seni kim kurtaracak?” der. O adam af diler ve Resul-i Ekrem (asm) onu affeder.[5]
O adam gider tâifesine. O pek cür’etkâr, cesur adama herkes hayrette kalır. ‘Ne oldu sana, ne için bir şey yapamadın’ dediler. O dedi: ‘Hâdise böyle oldu. Ben şimdi insanların en iyisinin yanından geliyorum.’”
O adam kendi kabilesinin arasına döner gider. O kabile üyeleri pek cüretli ve cesur adama hayrette kalıp: “Ne oldu sana. Neden bir şey yapamadın?” diye sordular. O adam, olan biteni anlatıp “ben şimdi insanların en iyisinin yanından geliyorum” dedi.
Hem şu hâdise gibi, Gazve-i Bedir’de bir münâfık, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ı bir gaflet vaktinde, kimse görmeden, tam arkasından kılıç kaldırıp vururken, birden Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bakmış. O titreyip kılıç elinden yere düşmüş.
Yine bu olay gibi, bir münafık Bedir Gazvesinde bir dalgınlık anında Resul-i Ekrem (asm)’ın arkasından kılıcını kaldırıp kimse görmeden vuracağı esnada Resul-i Ekrem (asm) birden dönüp o münafığa bakmış. O kişi titremeye başlayıp kılıcı elinden düşürmüş.
Dördüncü Hâdise:
Üçüncü Şubenin Dördüncü Hadisesi
Ma‘nevî tevâtüre yakın bir şöhretle ve ekser ehl-i tefsîrin اِنَّا جَعَلْنَا ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْ اَغْلَالًا فَهِيَ اِلَي الْاَذْقَانِ فَهُمْ مُقْمَحُونَ ٭ وَجَعَلْنَا مِنْ بَيْنِ اَيْد۪يهِمْ سَدًّا وَمِنْ خَلْفِهِمْ سَدًّا فَاَغْشَيْنَاهُمْ فَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ âyetinin sebeb-i nuzûlü ve ehl-i tefsîr allâmeleri ve ehl-i hadîs imamları haber veriyorlar ki:
Manevi tevatür derecesine yakın bir şöhreti olan ve tefsir âlimlerinin çoğunluğunun “Muhakkak ki biz onların boyunlarına halkalar geçirdik. Öyle ki, (o demir halkalar) çenelerine kadar dayanmıştır. Bu yüzden onlar başları yukarı kalkık kimselerdir. (İsyanlarındaki ısrarları yüzünden) önlerinden bir set, arkalarından da bir set çektik de onları(n gözlerini) perdeledik. Artık onlar görmezler”[6] âyetinin nazil olmasına sebep[7] olan bu olayı tefsir ilminin[8] büyük âlimleri ve hadis ilminin imamları söz birliği ederek haber veriyorlar ki:
“Ebû Cehil yemin etmiş ki: ‘Ben secdede Muhammed’i (asm) görsem, bu taşla onu vuracağım.’ Büyük bir taş alıp gitmiş. Secdede gördüğü vakit kaldırıp vurmakta iken, elleri yukarıda kalmış. Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm namazı bitirdikten sonra kalkmış. Ebû Cehil’in eli çözülmüş.” O ise, ya Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın müsâadesiyle veyahud ihtiyaç kalmadığından çözülmüş.
“Ebu Cehil, ‘ben Muhammed’i (asm) secdede iken görürsem bu taş ile ona vuracağım’ diye yemin etmiş. Yanına büyük bir taş alıp gitmiş. Efendimizi secdede görüp ona vurmak için ellerini yukarıya kaldırdığı zaman -Resul-i Ekrem (asm) namazı kılıncaya dek- elleri yukarıda asılı halde kalmış. Resul-i Ekrem (asm) namazını bitirdikten sonra Ebu Cehil’in elleri çözülmüş. Bu çözülme ise, ya Resul-i Ekrem (asm)’ın izin vermesiyle gerçekleşmiş veyahut artık namaz bitip Efendimize bir tehdit oluşturmayacağı için Ebu Cehil’in ellerindeki kilit çözülmüş.
Hem yine Ebû Cehil Kabîlesi’nden bir tarîkte Velîd ibn-i Muğîre- yine Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ı vurmak için büyük bir taşı alıp secdede iken vurmaya gitmiş. Gözü kapanmış.
Yine bir adam, -bir rivâyete göre Ebu Cehil’in kabilesinden olan Velid b. Muğire[9]- Resul-i Ekrem (asm)’a secdede iken vurmak üzere büyük bir taş alıp gitmiş. Velid’in gözü kapanmış, göremez olmuş.
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ı Mescid-i Harâm’da görmedi, geldi. Onu gönderenleri de görmüyordu. Yalnız seslerini işitiyordu. Tâ Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm namazdan çıktı, ihtiyaç kalmadığından onun gözü de açıldı.
Mescid-i Haram’da[10] yani Kâbe civarında Resul-i Ekrem (asm)’ı göremeden geldi. Hatta kendisini gönderenleri de görmüyor, sadece seslerini işitiyordu. Bu durum Resul-i Ekrem (asm)’ın namazı tamamlayıncaya kadar devam etti. Artık ihtiyaç kalmadığından Velid’in gözleri açıldı.
Hem nakl-i sahîh ile Ebû Bekri's-Sıddîk’dan haber veriyorlar ki:
Yine sıhhatli bir şekilde nakil ile Hz. Ebû Bekir es-Sıddık (ra)’dan haber veriyorlar ki:
“Sûre-i تَبَّتْ يَدَٓا اَب۪ي لَهَبٍ nâzil olduktan sonra, Ebû Leheb’in karısı Ümm-ü Cemîl denilen حَمَّالَةَ الْحَطَبِ bir taş alıp Mescid-i Harâm’a gelmiş.
“Ebû Leheb’in eli kurusun” suresi indirildikten sonra, Ebû Leheb’in karısı Ümmü Cemil adındaki ‘Hammalete’l hatap: Odun taşıyıcısı,’ eline bir taş alıp Mescid-i Haram’a (Kâbe’nin avlusuna) kadar gelmiş.
Ebû Bekir ile Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm orada oturuyorlarmış. Gözü Ebû Bekri's-Sıddîk’ı görüyor, soruyor:
Resul-i Ekrem (asm) Hz. Ebû Bekir ile Kâbe’nin avlusunda oturuyorlardı. Ümmü Cemil’in gözü Hz. Ebû Bekir es-Sıddık (ra)’ı görüyor ve ona şöyle soruyor:
‘Yâ Ebâ Bekir! Senin arkadaşın nerede? Ben işitmişim ki beni hicvetmiş. Ben görsem bu taşı ağzına vuracağım.’ Yanında iken Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ı görmemiş.”
‘Ya Ebû Bekir! Senin arkadaşın nerede? Duydum ki, beni yermiş. Ben onu görsem bu taş ile ağzına vuracağım’ demiş. Konuştuğu Hz. Ebû Bekir’in yanında oturan Hz. Peygamber (asm)’ı görememiş.”
Elbette hıfz-ı İlâhîde olan bir Sultân-ı Levlâk’i, böyle bir cehennem oduncusu, onun huzuruna girip göremez. Ağzına mı düşmüş?
Elbette böyle bir cehennem oduncusu ilahi koruma altında bulunan yaratılmışların sultanı olan bir zatın huzuruna girip onu göremez. Ağzına mı düşmüş?
Beşinci Hâdise:
Üçüncü Şubenin Beşinci Hadisesi
Haber-i sahîh ile haber veriliyor ki:“Âmir ibn-i Tufeyl ve Erbed ibn-i Kays, ikisi ittifâk ederek Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın yanında Âmir demiş: ‘Ben onu meşgul edeceğim. Sen onu vuracaksın!’
Sıhhatli haber ile bildiriliyor ki: “Âmir b. Tufeyl[11] ve Erbed b. Kays[12] Efendimize suikast yapmak için ittifak etmişler. Âmir, Erbed’e ‘ben onu meşgul edeceğim, sen de onu vuracaksın’ demiş.
Sonra bakıyor ki, bir şey yapmıyor. Gittikten sonra arkadaşına dedi: ‘Neden vurmadın?’ Dedi: ‘Nasıl vuracağım? Ne kadar niyet ettim, bakıyorum ki, ikimizin ortasına sen geçiyorsun. Seni nasıl vuracağım?’”
Âmir bakıyor ki, Erbed bir şey yapmıyor. Resul-i Ekrem (asm) oradan gittikten sonra Âmir arkadaşına, ‘neden vurmadın?’ diye sordu. Erbed cevap verdi: ‘Nasıl vuracağım? Ne kadar niyet ettiysem bakıyorum ki, ikimizin arasına sen geçiyorsun. Seni mi vurayım?’ dedi.”
Altıncı Hâdise:
Üçüncü Şubenin Altıncı Hadisesi
Nakl-i sahîh ile haber veriliyor ki:
Sıhhatli bir şekilde nakledilerek haber veriliyor ki:
“Gazve-i Uhud’da veya Huneyn’de, Şeybe Bin Osmâni'l-Hacebiye ki, Hazret-i Hamza, onun hem amcasını, hem pederini öldürmüştü. İntikamını almak için gizli geldi. Tâ Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın arkasından yalın kılıç kaldırdı. Birden kılıç elinden düştü.
“Hz. Hamza (ra) Şeybe b. Osman el-Hacebiye’nin Bedir harbinde hem amcasını hem de babasını öldürmüştü. Uhud veya Huneyn savaşında intikamını almak için gizlice Resul-i Ekrem (asm)’ın arkasına kadar geldi. Efendimize vurmak için kılıcını kaldırdı. Kılıç, birden elinden düştü.”
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ona baktı. Elini göğsüne koydu. Şeybe der ki: ‘O dakikada dünyada ondan daha sevgili adam bana olmazdı.’ Îmâna geldi.
Resul-i Ekrem (asm) dönüp ona baktı. Mübarek elini Şeybe’nin göğsüne koydu. Şeybe, iman etti. ‘O an dünyada benim için Resul-i Ekrem (asm)’dan daha sevgili kimse yoktu’ dedi.
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti: ‘Haydi git, harb et.’ Şeybe dedi: ‘Ben gittim, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm önünde harb ettim. Eğer o vakit pederim de gelse idi, vuracaktım.’”
Ardından Resul-i Ekrem (asm) ona, ‘haydi git, savaş’ diye emretti. Şeybe bu olayla ilgili şöyle dedi: “-Resul-i Ekrem (asm)’ın emri üzerine- gittim ve Resul-i Ekrem (asm)’ın önünde -İslam safında- savaştım. Şayet o an karşıma babam da çıksa vuracaktım” dedi.
Hem feth-i Mekke gününde Fedâle nâmında birisi, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın yanına vurmak niyetiyle geldi. Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ona bakıp tebessüm etti: “Nefsinle ne konuştun?” dedi. Ve Fedâle için taleb-i mağfiret etti. Fedâle îmâna geldi. Ve dedi ki: “O vakit ondan daha ziyâde dünyada sevgilim olmazdı.”
Hem yine Mekke’nin fetih gününde Fedâle[13] adında birisi, Resul-i Ekrem (asm)’a suikast yapmak kastıyla yaklaştı. Resul-i Ekrem (asm) ona bakıp gülümsedi. “Nefsinle ne konuştun?” deyip Fedâle için Allah’tan mağfiret talep etti. Efendimizin duası üzerine Fedâle iman etti. Ve şöyle dedi: “o vakit dünyada bana ondan -yani Resul-i Ekrem (asm)’dan- daha sevimli, daha sevgili kimse olamazdı.”
Yedinci Hâdise:
Üçüncü Şubenin Yedinci Hadisesi
Nakl-i sahîh ile, Yahûdîler sû’-i kasd niyetiyle, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın oturduğu yerde üstünden büyük bir taş atmak anında, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm o dakikada hıfz-ı İlâhî ile kalkmış. O sû’-i kasd de akîm kalmış.
Sıhhatli bir şekilde nakledildiğine göre; Resul-i Ekrem (asm) bir yerde oturmakta iken Yahûdîler suikast yapmak kastıyla büyük bir taşı Efendimizin üzerine yuvarlayacakları anda ilahî bir muhafaza ile Efendimiz (asm) birden oradan kalkmış. Efendimize yapılmak istenen suikast sonuçsuz kalmış.
Bu yedi misâl gibi çok hâdiseler vardır. Başta İmâm-ı Buhârî ve İmâm-ı Müslim ve eimme-i hadîs, Hazret-i Âişe’den nakilediyorlar ki:
Resul-i Ekrem (asm)’ın muhafazasıyla ilgili bu yedi mucize misali gibi daha çok hadiseler var. Başta İmam Buhârî ve İmam Müslim olmak üzere hadis imamları Hz. Aişe’den naklederek bildiriyorlar ki:
“وَاللّٰهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ âyeti nâzil olduktan sonra, ara sıra Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ı muhâfaza eden zâtlara ferman etti:
Resul-i Ekrem (asm)’ı ara sıra ve sırayla korumalık yapan, nöbet tutan kişilere Resul-i Ekrem (asm) “Allah, seni insanlardan koruyacak” âyeti indirildikten sonra şöyle buyurdu:
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ انْصَرِفُوا فَقَدْ عَصَمَن۪ي رَبّ۪ي عَزَّ وَجَلَّ ‘ Yani Nöbetdârlığa lüzûm yok. Benim Rabbim beni hıfzediyor.’”
“Ey insanlar! Nöbet tutmanıza gerek yoktur. Çünkü benim rabbim beni muhafaza ediyor.”
İşte şu risâle de baştan buraya kadar gösteriyor ki, şu kâinâtın her nev‘i, her âlemi, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ı tanır, alâkadârdır.
İşte şu On Dokuzuncu Mektup adındaki risalede buraya kadar zikredilen mucizeler gösteriyor ki; kâinatın ve içindeki varlıkların her çeşidi ve (hayvanlar âlemi, cinler âlemi, melekler âlemi gibi) her bir âlemi Resul-i Ekrem (asm)’ı tanırlar. Efendimiz (asm) ile ilgilidirler.
Her bir nev‘-i kâinâtta onun mu‘cizâtı görünüyor. Demek o Zât-ı Ahmediye (asm), Cenâb-ı Hakk’ın -fakat kâinâtın Hâlik’ı i‘tibâriyle ve bütün mahlûkātın Rabbi ünvanıyla- me’murudur ve resûlüdür.
Kâinatın her bir çeşidinde Resul-i Ekrem (asm)’ın mucizeleri görünüyor. Demek oluyor ki: Hz. Muhammed (asm), Cenâb-ı Hakk'ın görevli bir memuru ve elçisidir. Fakat bu elçilik ve memurluk; ‘Bütün kâinatın yaratıcısı ve bütün varlıkların Rabbi’[14] unvanıyla gerçekleşmiştir.
Evet, nasıl ki bir padişahın büyük ve müfettiş bir me’murunu her bir dâire bilir ve tanır. Hangi dâireye girse, onunla münâsebetdâr olur. Çünkü umumun padişahı nâmına bir me’muriyeti var.
Evet, nasıl ki, bir padişahın teftiş için görev verdiği büyük bir memurunu devletinin her bir dairesi bilir ve tanır. O teftiş memuru devletin hangi dairesine girse ona alaka gösterir ve onunla ilgilenirler. Çünkü o memur bütün tebaanın padişahını temsil ederek görevini icra ediyor.
Eğer meselâ yalnız adliye müfettişi olsa, o vakit adliye dâiresiyle münâsebetdâr olur. Başka dâireler onu pek tanımaz. Ve askeriye müfettişi olsa, mülkiye dâiresi onu bilmez.
Şayet gelen müfettiş sadece adliye müfettişi olsaydı. Sadece adliye dairesiyle ilgilenebilirdi. Başka daireler onu pek tanımazlardı. Gelen kişi, askerleri teftiş için gönderilen bir müfettiş olsaydı, mülkiye dairesi onu bilmezdi.
Öyle de, anlaşılıyor ki, bütün devâir-i saltanat-ı İlâhiyede, melekten tut, tâ sineğe ve örümceğe kadar her bir tâife onu tanır ve bilir. Veya bildirilir.
Tüm bu misallerden anlaşılıyor ki, meleklerden tut, tâ sineklere ve hatta örümceğe kadar ilahî saltanatın bütün dairelerinde bulunan her bir varlık tayfası Efendimiz (asm)’ı tanır ve bilirler. Veya Resul-i Ekrem (asm)’ın kim olduğu o varlıklara ilahî cenahtan bildirilir.
Demek Hâtemü’l-Enbiyâ ve Resûl-ü Rabbü’l-Âlemîn’dir.
Demek ki, Hz. Muhammed (asm), peygamberlerin sonuncusu ve âlemlerin Rabbinin elçisidir.
Ve umum enbiyânın fevkınde risâletinin şumûlü var.[15]
Ve onun elçiliğinin kapsamı bütün peygamberlerin elçiliklerinin üstünde bir kapsayıcılığı var.
[1] El-Mâide, 5/67
[2] Kureyş Kabilesi, Mekke’nin en güçlü kabilesidir. Efendimizin mensup olduğu Haşim oğulları sülalesi de Kureyş kabilesinin alt kollarındandır. Bu kabile geçimini büyük oranda ticaretten sağlardı. Maalesef İslam’a en büyük düşmanlık Kureyş’ten gelmiştir. Kur’ân’ın 114 sûresinden birinin adı Kureyş’tir.
[3] Et-Tevbe 8/40
[4] Gatafan Gazvesi, Hicaz ve Şemmer Dağları arasında Necid’den Mekke’nin güneyine kadar olan bölgede yerleşik bulunan kabileye Gatafan kabilesi denilir. Bu kabile üzerine 624 yılında düzenlenen ve 450 sahabenin iştirak ettiği sefere Gatafan gazvesi denilir. Aynı bölgeye bir yıl sonra yine sefer düzenlenmiş ve adına Zâtü’r-rika gazvesi denilmiştir.
[5] İşte bu olay ve ardından yaşanan affetme hadisesi; Hz. Peygamberin kendi kendine hareket etmediğini, kendi şahsî davası için ortada bulunmadığını ispat için yeterlidir. Çünkü hiçbir savaşta komutanı katletmek için gelen bir düşmanın canı bağışlanmaz, derhal idam edilir.
[6] Yasin, 36/8-9
[7] Esbâb-ı nüzul, “Nüzûl sebepleri” anlamına gelir. Hz. Peygamber döneminde gerçekleşen, Kur’an’ın bir veya birkaç âyetinin veyahut bir sûresinin inmesine yol açan olayı, durumu ya da soruyu ifade eder.
[8] Tefsir ilmi, Sözlükte “açıklamak, beyan etmek” anlamındaki fesr kökünden türemiştir. “Açıklamak, ortaya çıkarmak, kelime veya sözdeki kapalılığı gidermek” anlamına gelir. Genel anlamda “dil bilimlerinden; Kur’an ilimlerinden, rivâyet ilimlerinden ve yöntem bilimlerinden yararlanarak Kur’an’ın manalarının açıklanmasını ve ondan hüküm çıkarılmasını hedefleyen ilimdir.”
[9] Velid b. Muğire, Resul-i Ekrem tarafından ‘Allah’ın kılıçlarından bir kılıç’ olarak övülen Halid b. Velid’in babasıdır. Yaklaşık olarak 530 yılında Mekke’de doğdu. Zekâsı, konuşması, şiir zevki, malının ve çocuklarının çokluğuyla temayüz etti. Mekke ile Taif arasında sulak arazilerinde bağ ve bahçeleri vardı. Hem tüccar hem de demircilik mesleği vardı. Kâbe tamir için söküldüğü zaman ilk tuğlayı o çıkarmıştır. Hükkâmü’l Arap: Arapların Hâkimi (yargıç) unvanını almıştı. Kendisi içki içmediği gibi aile fertlerine de içirmezdi. Kâbe’ye girerken pabuçlarını ilk çıkaran ve Kureyş ile dönüşümlü olarak örtüsünü yenileyen kişiydi. İslamiyet’in gelişiyle beraber içindeki kibir ortaya çıktı ve Efendimize düşmanlıkta başı çeken kişilerden oldu. Ez-Zuhruf 43/30-31; El-En‘âm 6/123-124 ve El-Müddessir 74/11-26 ayetleri onun hakkında indirildi. Hümeze ve Kâfirûn surelerinin de onun hakkında indirildiğine dair rivayetler vardır. 90 yaşında iken ayağında daha önceden oluşan bir yaradan öldü. Onun ölümünden sonra üç oğlu ve iki kızı Müslüman oldu.
[10] Mescid-i Haram yani Kâbe, Sözlükte “dört köşeli veya küp şeklinde olmak” anlamındaki kâb kökünden gelir. “Küp şeklinde nesne” demektir. 15 metre yüksekliğinde, dıştan dışa 10,70 metre olan ve 1,5 metrelik temeller üzerine bina edilmiş olan yapıdır. Yeryüzünde ilk ma’bed odur. Ayetlerde Beytullah: Allah’ın evi” diye anılır. Hâl-i hazırda kıblemizdir. Mekke’de Mescid-i Haram bölgesinin tam ortasında yer alır. Duvarında değişik ölçülerde 1614 adet taş bulunur. Doğu köşesinde 1,5 metre yükseklikte tavafın başlangıç noktasını temsil eden ve cennetten indirilen “Hacerü’l esved: Siyah taş” vardır. Hac ibadetinin merkezinde yer alır. İslam’ın beş şartından biri ömründe en az bir defa Kâbe’yi ziyaret etmek yani haccetmektir.
[11] Âmir b. Tufeyl, 553 yılında Necid bölgesinde doğdu. Kahramanlık ve cesaretiyle tanındı. Kabile reisi olan Ebû Bera Müslüman olmuş ve efendimizden Necid bölgesine İslam’ı öğretmesi için hoca talep etmişti. Kendilerine gönderilen heyete pusu kuran Amir Bi’r-i Mâune olarak tarihe geçen faciayı gerçekleştirdi. Amcasının ölümünden sonra kabile reisi oldu. Tebük seferinden sonra Efendimize su-i kast yapmak amacıyla Medine’ye geldi. Efendimizin Müslüman olma teklifine yönetime ortak olmak ve vefatından sonra bütünüyle yönetimin kendisine bırakılması gibi akla ziyan bazı şartlar koştu. Yüz bulamayınca kin ve nefret dolu olarak çeşitli tehditler savurarak geri döndü. Kısa zaman sonra boğazında çıkan bir çıbandan öldü.
[12] Erbed b. Kays, Âmir b. Tufeyl ile Efendimize su-i kast planı yapan kişidir. Şöyle ki, bu iki kişi Medine’ye gelip efendimizle konuştular. Efendimiz herkese olduğu gibi onları da İslam’a davet etti. Onlar ise konuşma bahanesiyle Âmir, Resul-i Ekrem (asm)’ı lafa tutacak ve Erbed ise arkadan kılıç ile boynunu vuracaktı. Allah planlarını bozdu. Su-i kast planı sonuçsuz kaldı. Dönüşte yüce Allah Erbed’in üzerine yıldırım gönderdi. Erbed, yıldırım çarpması sonucu feci şekilde can verdi. İla Cehenneme zümera…
[13] Fedâle b. Umeyr, Mekke’nin fetih gününde tavaf yapmakta olan Resul-i Ekrem’i öldürmek için yanına sokulan, durumu anlayan Resul-i Ekrem (asm) tarafından kendisine; “zihnindeki düşünceden tövbe et!” denilen, mübarek elini göğsüne koyunca iman eden ve Efendimiz hakkında “o vakit dünyada bana ondan daha sevimli biri yoktu” diyen sahabe.
[14] Âlemlerin Rabbi unvanıyla, âlemlere rahmet olarak gönderilen Resul-i Ekrem (asm)’ın dini ve daveti de bütün varlıkları ve bütün zamanları kapsamaktadır.
[15] Said Nursi, Zülfikâr, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 287-290