23. Söz'de geçen bu cümleyi izah eder misiniz?
Bediüzzaman Hazretlerinin bu konudaki beyanları şöyledir;
“Îmân, duâyı bir vesîle-i kat’iye olarak iktizâ ettiği ve fıtrat-ı insaniye onu şiddetle istediği gibi…”[1]
Bediüzzaman Hazretlerinin bu ifadelerine göre dua etmek imanın bir tezahürüdür. Yine dua insanın fıtratının bir gereğidir. Bu sebepledir ki her dinde, her toplumda, her kültür ve medeniyette dua vardır. Hatta dine lakayt olan ya da inançsız insanlar arasında bile ara sıra dua edenlerin bulunduğu gerçeği de duanın, insanın doğuştan getirdiği, fıtratının bir gereği olduğunu göstermektedir.
Bediüzzaman Hazretlerine göre iman duayı gerektirir. Çünkü iman eden biri, Allah’ın her şeyi bildiğini, her şeye gücünün yettiğini, kendisine her an yakın olduğunu bilir. Aynı zamanda iman eden birisi kendisi çok aciz yani hiçbir şeye gücü yetmez olduğunu, çok fakir yani birçok şeye muhtaç olduğu halde bu ihtiyaçlarını karşılayacak sermaye, zenginlik ve kudrete malik olmadığını anlar. Yine insan imtihan dünyasında bulunmak cihetiyle bazen hastalıklarla, afetlerle, çeşitli musibet ve imtihanlarla karşı karşıya kalır. Bütün bunların sonucu olarak insan kendisinin aciz ve fakir olduğunun bilinciyle sonsuz zenginlik ve kudrete sahip, her şeye gücü yeten birine yönelmek ister. Başına gelen hastalıklara ve musibetlere karşı dayanacağı, yardım isteyeceği, dua ve yakarışta bulunacağı bir ilaha ihtiyacını hisseder. Böylece imanı onu duaya sevk eder. İmanı, hakiki anlamda ve her konuda ona yardım edecek kimsenin ancak Rabbi olduğunu katiyen ona idrak ettirir.
Ayrıca İslamî İlimlerde Arapça’nın en temel lügat kitaplarından biri olan İbn Manzur’un Lisanü’l Arab adlı eserinde “dua” kelimesi için şu üç anlam verilmiştir;
1) Allah’ı birlemek/tevhid ve senâ etmek. “Ey Allah’ım! Senden başka ilah yoktur” ve “Ey Rabbimiz! Hamd sanadır” sözlerinde olduğu gibi.
2) Allah’tan afv, rahmet ve O’na yaklaştıracak şeyler istemek.
3) Allah’tan dünyevî nasip istemek. “Allah’ım! Bana mal ve evlat ver” demek gibi.[2]
Görüldüğü gibi duâ esas itibariyle ve her şeyden önce Allah’ı birlemek, tek ve yektâ olduğunu söyleyerek O’nu senâ etmektir. İkinci olarak ise O’ndan affetmesini, rahmetini ve O’na yaklaştıracak şeyleri istemektir. Üçüncü ve en sonda gelen anlamı ise Allah’tan dünyevî ihtiyaçlar ile ilgili nasipler istemektir. Bu durumda duâ denilince esas olarak kulun Allah’a îmanını, tevhidin ikrarını ve kişinin, Allah’ı Rab edinmesinin ifadesi anlamında O’nu senâ ederek O’na rağbet etmesini anlamak gerekir. O’ndan rahmetini dilemesi, afv ve mağfiretini istemesi de buna dâhildir.
Lügatlerde dua kelimesinin anlamına dair geçen ilk mânâ, Bediüzzaman Hazretlerinin imanın duayı gerektirdiği hükmüne ve ikisi arasındaki ilişkinin ve bağın önemine işaret eden ifadelerini destekleyen güzel bir nüktedir. Nitekim; “O Hayy'dır (hayâtı bâkidir); O'ndan başka ilâh yoktur; öyle ise dinde O'na (karşı)ihlâslı (samîmî) kimseler olarak O'na dua edin!”[3] âyeti de iman ve dua arsında ki bu mana yakınlığına işaret etmektedir.
[1] Said Nursi, Sözler, Hâyrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 108
[2] İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, Dâru Sâdır, Beyrut, trs., c. 14, s. 257
[3] Mü’min, 40/65.