Soru

“Cây-ı dikkattir ki, Gavs’ın bu beş satırında üç yerinde ‘Yâ Said’ lafzıyla sırr-ı gaybîsi tezâhür ediyor. ‘Yâ Said’ yerini başkası tutmuyor. Demek bu beş satırında dört ‘Said’ ismi tasrîh edilmiş hükmündedir. Medâr-ı hayrettir ki, Şeyh bu beş satırında sekiz-on def‘a şu zamanımızı ve Said’in başına gelen en mühim hâdisâtın aynı tarihini gösteriyor…”

Sekizinci Lema’da geçen ilgili kısmı, devamıyla birlikte sonuna kadar izah eder misiniz?

Tarih: 18.04.2025 11:29:23

Cevap

İcmâlen bir tahlîl: فَاِنَّكَ de şeddeli nûn iki nûn sayılsa iki yüz bir, مَحْرُوسٌ üç yüz on dört, بِعَيْنِ yüz otuz iki, اَلْعِنَايَةُ  beş yüz altmış iki, اِنَّكَ den sonraki ‘Yâ Said’ lafzı yüz elli beş, yekünü bin üç yüz altmış dört eder. Eğer şeddeli nûn bir olsa da, elli tarh edilse, bin üç yüz on dört kalır.  

Özet bir analiz: فَاِنَّكَ Şüphesiz sen” kelimesindeki şeddeli ‘nûn’ harfi iki ‘nûn’ sayılsa, rakamsal değeri 201 eder.  مَحْرُوسٌ “Korunmuş olan” kelimesi 314, بِعَيْنِ  “Gözüyle” kelimesi 132, اَلْعِنَايَةُ “Yardım” kelimesi 562, اِنَّكَ den sonra anlam itibariyle bulunan “Yâ Said” kelimesi 155 edip toplamı hicrî 1364 (m. 1945) etmektedir.

Eğer فَاِنَّكَ “Şüphesiz sen” kelimesindeki şeddeli ‘nûn’ bir sayılsa o zaman ikinci ‘nûn’ harfinin rakamsal değeri olan 50 hesaptan çıkarılacak ve toplam değer hicrî 1314 (m. 1896) edecektir. Önceki paragrafta izah edilen tarihler bu şekilde ebced hesabıyla bulunmuş olacaktır.

Cây-ı dikkattir ki, Gavs’ın bu beş satırında üç yerinde ‘Yâ Said’ lafzıyla sırr-ı gaybîsi tezâhür ediyor. ‘Yâ Said’ yerini başkası tutmuyor. Demek bu beş satırında dört ‘Said’ ismi tasrîh edilmiş hükmündedir. 

Burada dikkat edilecek bir nokta vardır. Şöyle ki: Abdulkadir Geylani Hazretlerinin bu beş satırlık beytinin üç yerinde, “Yâ Said” kelimesi ile beraber gayba dair sırlı haberleri ve harika kerametleri ortaya çıkmaktadır. “Yâ Said” kelimesinden başka bir kelime ile bu sırlar ve işaretler görünmemektedir.

“Yâ Said” kelimesinin anlam ve ebced olarak bulunduğu üç yer -önceki sayfalarda detaylı izah edildiği üzere- şuralardır:

تَوَسَّلْ “(Yâ Said) Bizi vesile yap!”, اَغ۪يثُكَ “(Yâ Said) Sana yardım edeyim!”, اِنَّكَ “(Yâ Said) Şüphesiz sen”

تَع۪يشُ سَع۪يدًا صَادِقًا بِمَحَبَّت۪ي   Benim muhabbetimle Said ve sadık olarak yaşarsın.” Beytindeki açıkça ifade edilen “Said” ismi de dikkate alındığında, Abdulkadir Geylani Hazretleri bu beş satırlık beytinde dört yerde “Said” ismini açıkça ifade etmiştir, denilebilir.

Medâr-ı hayrettir ki, Şeyh bu beş satırında sekiz-on def‘a şu zamanımızı ve Said’in başına gelen en mühim hâdisâtın aynı tarihini gösteriyor.

Hayret edilecek bir durumdur ki; Şeyh Geylani Hazretleri bu beş satırlık sırlı ve kerametli beytinde,  sekiz-on yerde bu asırdaki ehemmiyetli hadiselere ve Bediüzzaman Hazretlerinin başına gelen çok önemli olaylara tam tarihiyle birlikte işaret edip haber vermekte, O’na teminat ve güvence vermektedir. Zaten Sekizinci Lem’a Risalesi’nin başından sonuna kadar bu işaretler izah edilip açıklanmaktadır.

وَكُنْ قَادِرِيَّ الْوَقْتِ لِلّٰهِ  şu fıkrada olan  وَكُنْ hitâbdır. Birisine hitâb ediyor. Her halde sâir fıkraların işârâtıyla وَكُنْ يَامُر۪يد۪ي  veyahud وَكُنْ يَاسَع۪يدُ كُرْدِيُّ  veyahud كُنْ يَانُورْسِيُّ ma‘nâsında ve takdîrinde olacak.

وَكُنْ قَادِرِيَّ الْوَقْتِ لِلّٰهِ  “Allah için vaktin Abdulkadir’i ol!” cümlesinde وَكُنْ “Ve ol!” kelimesi, bir konuşma  ve emir kelimesi olup birisine hitap edilip seslenildiği anlaşılmaktadır. Şeyh Geylani Hazretlerinin bu beş satırlık beytindeki diğer kısımların işaretlerine bakıldığında,  وَكُنْ يَامُر۪يد۪ي  “Ve ol, ey müridim!” veya وَكُنْ يَاسَع۪يدُ كُرْدِيُّ  “Ve ol, ey Said-i Kürdî” ya da  كُنْ يَانُورْسِيُّ “Ey Nursî! Ol” manasında ve değerinde olduğu görülecektir.

Çünki bu üç isim üç fıkrada, ikisi sarâhaten, birisi zımnen murad olduğundan, buradaki emirde de onlardan birisi her halde mukadderdir. Belki üçü de beraber murad olabilir.

Çünkü “Müridim, Said-i Kürdî ve Nursî” isimlerinden “Müridim ve Said” isimleri açıkça, “Nursî” lakabı ise gizli olarak bu beyitlerin üç fıkrasında görünmüştü. Şöyle ki: Şeyh Abdulkadir Geylânî (ks), beşinci satırda تَع۪يشُ سَع۪يدًا “Said (bahtiyar) olarak yaşarsın.’’ ibaresi ile açıkça ‘Said’ ismini söylemişti.

Gavs-ı Azam (ks) ikinci ve üçüncü satırlarda ise “Müridim” ismini açıkça söylemişti.  اَنَا لِمُر۪يد۪ “Ben müridim için” ifadesinde; ‘el-Kürdî’ lakabıyla ‘Molla Said’ ismi hem ebced hem de mana olarak açıkça görünmektedir.

Risalenin baş kısmındaki 2. vecihte detaylı izah edildiği üzere; beşinci satırdaki “Vaktin Abdulkadiri ol!’ cümlesindeki Kâdirî kelimesi ile “Nursî” lakabının ebced değerleri 325 etmektedir.[1]

Demek buradaki وَكُنْ “Ve ol!” emrinde, bu isimlerden birisi hatta üçü birden anlam bakımından ve sözün gelişinden tercih edilmiş olabilir. Hem anlam ve makam itibariyle böyle olması uygundur.

İşte şu fitne-i âhirzamanın üç ehemmiyetli tarihlerine ve şu bîçâre Said’in en mühim üç hâdise-i hayatiyesinin tarihlerine, bu üç isimle beraber şu fıkra tam tevâfuk ediyor. Şöyle ki:

Hem Abdulkadir Geylani Hazretleri bu cümlesiyle, içinde yaşadığımız fitne-i ahir zamanın üç önemli tarihine (m. 1891-1909-1933) ve o tarihlerle Bediüzzaman Hazretlerinin hayatındaki üç önemli olaya tam tevafukla işaret edip haber vermektedir. Şöyle ki:

وَكُنْ يَامُر۪يد۪ي قَادِرِيَّ الْوَقْتِ لِلّٰهِ  fıkrasında müşedded ( ل )  iki ( ل ) sayılmak cihetiyle, tam bin üç yüz dokuz (m. 1891) tarihine tevâfuk ediyor ki, o tarih, bu asr-ı acîbin mebde’-i başlangıcı, hem hizmet-i Kur’âniye için yaşayan Said’in dahi on sene medrese usûlünce okunan ulûmu, üç-dört ayda hârika bir sûrette tahsîl ettiği bir tarihtir. 

وَكُنْ يَامُر۪يد۪ي قَادِرِيَّ الْوَقْتِ لِلّٰهِ  “Ve ey müridim! Allah için vaktin Abdulkadiri ol!” fıkrasındaki şeddeli ‘lâm’ çift sayıldığında ebced değeri hicrî 1309 (m. 1891) tarihine denk gelmektedir. Bu tarih; fitne ve zulümlerle dolu bu asrın başlangıç zamanını göstermektedir. Aynı zamanda Kur’ân’a hizmet etmek gayesiyle yaşayan Hz. Üstad’ın 14 yaşında iken gerçek ilim tahsiline başladığı tarihi de bildirmektedir. Bediüzzaman Hazretleri 1891 senesinde, o zaman Erzurum’a bağlı olan Doğu Beyazıt’a gider. Orada Şeyh Muhammed Celâlî Hazretlerinin yanında üç ay kalan Hz. Üstad, burada çok ciddi bir ilim tahsil devri geçirir. İzhar kitabından sonra medrese usulünce 10-15 sene ders almakla okunan kitapları kendisi üç ayda bitirip o ilimleri elde etmiştir.

Elhâsıl: كُنْ emrinden sonra nidâ ile bir isim ma‘nen var. Hem bu üç ismin bu üç tarihe tevâfuku, kat‘iyen tesâdüf olamaz.

Özetle, sonuç olarak: كُنْ “Ol!” emrinden sonra seslenme ile beraber orada bir isim -her ne kadar yazılmamışsa da- manen anlam bakımından vardır. Hem “Müridim, Said-i Kürdî ve Nursî” isimlerinin bu üç tarihe (m. 1891-1909-1933) tevafuk edip anlamca tam uyum içerisinde olmaları ise kesinlikle rastgele, kendiliğinden ve tesadüfen olamaz.

Hem onların yerinde başka bir isim bulunmasına hiçbir münâsebet, hiçbir emâre, hiçbir netice görünmüyor veyahud görmüyoruz. Demek kasdî bir tevfîktir.

Hem bu üç tarihle alakadar Hz. Üstad’dan başka birisinin isminin bulunması da mümkün değildir. Zira farklı kişilerin ve isimlerin olduğuna dair en ufak bir alaka, bir işaret, bir ip ucu veya bir sonuç görünmemektedir. Halbuki bu tarihlerle Bediüzzaman Hazretlerinin pek çok tarzda ciddi alaka ve irtibatının olduğu ise izah edilmiştir. Demek Allah’ın izniyle kasıtlı, maksatlı ve bilerek bir denk getirme ve tevafuk söz konusudur.

Hem sâir fıkralarda bulunan on beş işaretle teeyyüd eden bir işâret-i gaybiyedir.

Hem bu kısımdaki gayda dair olan işaret; diğer fıkralardaki gerek anlam anlam gerekse tarih itibariyle Bediüzzaman Hazretlerinden haber veren on beş işaretle desteklenip kuvvetlenmektedir.

Hem de Said’in en sıkıntılı ve işkenceli olan şimdiki bu musibet zamanında, Gavs’ın bu işâret-i gaybiyesinin zuhûru ve anlaşılması, kudsî ve en mühim bir tesellidir.

Hem de Hz. Üstad’ın en sıkıntılı ve işkenceli olan Barla sürgününde bulunduğu zamanda, Abdulkadir Geylani Hazretlerinin gayba dair sekiz asır sonrasından kerametli olarak haber verdiği işaretlerin ortaya çıkıp anlaşılması (m. 1933), Bediüzzaman Hazretleri için manevi değeri çok yüksek en önemli bir teselli kaynağı olmuştur.

Bilindiği üzere Hz. Üstad; Eğirdir Gölü kenarında, kuş uçmaz, kervan geçmez, dağlar arasında ücra bir köşede bulunan Barla Nahiyesi’nde kaldığı sekiz sene boyunca devamlı surette gözetleme altında tutularak hiç rahat bırakılmamıştır.  Zamanla baskılar şiddetini artırmış, en basit haklarından bile mahrum bırakılmıştır. İnsanlarla görüşmesi, selamlaşması ve mektuplaşması engellenmeye çalışılmış, kendisini gizlice ziyarete gelenler yakalandıkça karakola çekilip dayak atılmıştır.

İçişleri Bakanlığı’nın gizli ve resmi emriyle başta nahiye müdürü, köydeki bazı öğretmen ve memurlar sürekli Hz. Üstad’ı takip altında tutuyor, aleyhinde dedikodular yapıyor ve O’na devamlı ızdırap veriyorlardı.

Böyle sıkıntılı bir dönemde, kuvvetli bir teselliye ve iman-Kurân hizmetinde şevk ve gayrete şiddetli ihtiyaç duyulduğu anda (1933), Abdulkadir Geylani Hazretlerinin bu gayba dair işaretleri, elbette Hz. Üstad ve talebeleri için eşsiz bir teselli kayanağı olmuştur.

 وَكُنْ يَاسَع۪يدُكُرْدِيُّ قَادِرِيَّ الْوَقْتِ  fıkrası cifir ve ebced hesabıyla, tam bin üç yüz yirmi yedi (m. 1909) târîh-i meşhûresine ve o inkılâb-ı azîmeye ve Said’in mebde’-i mücâhedesine tevâfuk ettiği gibi;

 وَكُنْ يَاسَع۪يدُكُرْدِيُّ قَادِرِيَّ الْوَقْتِ  “Ve ey Said-i Kürdî! Vaktin Abdulkadir’i ol!” fıkrası ebced ve cifir hesabına göre hicrî 1327 (m. 1909) meşhur tarihine tevafuk edip denk gelmektedir. Bu tarih hem 2. Meşrutiyetin ilan tarihini hem de Bediüzzaman Hazretlerinin manevi mücadeleye başladığı tarihi bildirmektedir. Şöyle ki:

Hz. Üstad, 1907 senesinin sonlarına doğru İstanbul’a gitti. Tam da Abdulkadir Geylani Hazretlerinin haber verdiği tarihte (1909), İslâm’ın gelişip güçlenmesine hizmet etmek için bu dönemde yoğun bir mücadele içerisine girdi. 2. Meşrutiyet’in[2] ilanıyla birlikte toplumda kısa süre esen hürriyet havası, çok geçmeden yerini iktidardaki İttihad ve Terakki Partisi’nin baskıcı yönetimine bıraktı. Bu yeni iktidarın idaredeki büyük hatalarından istifade eden, başta İngilizler olmak üzere dış güçler, çevirdikleri fitnelerle memleketin hızla bir yıkıma doğru sürüklenmesine sebep oldular.

Bediüzzaman Hazretleri tam da böyle bir zamanda manevi bir mücadeleye başlamış oldu. Siyasi mitinglere katıldı, gazetelerde meşrutiyetin ve siyasetin İslâm’a hizmet etmesini teşvik eden makaleler yayınladı. Toplumda, birlik beraberlik ve İslâm ahlakının gelişmesi için kurulan İttihad-ı Muhammedî Cemiyetinin (derneğinin) kurucuları arasında yer alarak gece gündüz Kur’ân ve İslâm davasını yüceltmek için mücadele etmiştir.

 وَكُنْ يَانُورْسِيُّ قَادِرِيَّ الْوَقْتِ لِلّٰهِ  da, müşedded ( ل) bir sayılmak şartıyla, şu bin üç yüz elli bir (m. 1933) târîh-i acîbesine ve Said’in bir cihette müntehâ-yı mücâhedesine işaret ediyor.

وَكُنْ يَانُورْسِيُّ قَادِرِيَّ الْوَقْتِ لِلّٰهِ  “Ve ey Nursî! Allah için vaktin Abdulkadir’i ol!” cümlesi de şeddeli ‘lâm’ tek sayılmak şartıyla ebced değeri, hicrî 1351 (m. 1933) tarihine denk gelmektedir. Bu hayret verici tarih bir tarzda Bediüzzaman hazretlerinin manevi mücadelesinin de güzel sonuçlarının görüldüğü tarihtir. Şöyle ki:

Bediüzzaman Hazretleri, Barla’da sürgün olarak kaldığı 8 sene boyunca (1927-1934) her türlü baskı ve engellemelere rağmen, her daim Allah’ın yardımı ve koruması altında olmuştur. Hz. Üstad, o dönemde görülmedik ve alışılmadık öyle İlâhî bir koruma ve yardıma erişmiştir ki; Risale-i Nur Külliyatının büyük bir kısmı o dönemde telif edilip yazılmıştır.

Hazret-i Gavs’ın (ks) işaret ettiği bu tarih (1933); ezanın Türkçeleştirilmesi, harf inkilâbı ile İslâm yazısının yasaklanması, Kur’ân eğitimi ve öğretiminin engellenmesi, İslâmî kanunların batılı kanunlarla değiştirilmesi, sarık ve çarşaf başta olmak üzere İslâmî kılık-kıyafetin yasaklanıp yerlerine bid’at denilen ve İslâm’da yeri olmayan yeni uygulamaların getirildiği ve daha pek çok İslâmiyet o günkü hükümet eliyle yasaklandığı sürecin en önemli tarihidir.

Tam da Abdulkadir Geylani Hazretlerinin haber verdiği zamanda Barla’da olan Hz. Üstad, bütün kuvvetiyle İslâmiyet alâmeti olan esasları korumaya çalışmış ve bu uğurda Risaleler te’lif edip talebeler yetiştirmiştir. Her türlü baskı ve hücumlara rağmen Kur’ân’ın sönmez ve söndürülemez bir güneş hükmünde olduğunu bütün kuvvetiyle haykırıp, te’lif ettiği Risalelerinde Kur’ân’ın hakikatlerini izah ve ispat etmiş ve dinsizlik fikrinin belini kırmıştır.

Bu sûrette لِلّٰهِ  kelimesi işaret eder ki, inşâallâh bidâ­yette olduğu gibi, vakit ve zamana uymak değil, belki lillâh için mücâhede edecek ve ediyor.

Bu tarzda  لِلّٰهِ “Allah için” kelimesi işaret eder ki; nasıl ki Bediüzzaman Hazretleri manevi mücadelesine ilk başladığı zamanlarda sadece ve sadece Allah rızasını umarak Kur’ân’ın hakikatlerini izah ve ispat etmeye çalıştı. Öyle de ömrünün sonuna kadar, yaşadığı zamanın şartlarına ayak uydurup sessiz kalmak yerine, inşallah Allah için ve Allah’ın rızası dairesinde iman ve Kur’ân hakikatlerinin ispatı uğruna bütün gücüyle manevi ve ilmî mücadelesine devam edeceğine işaret edilmektedir.  Elhamdülillah öyle de devam etmektedir.

Hem kerâmet-i Gavsiye işaretleri ve bu işâret-i gaybiyesi, aynı bu musibetli tarihte ve en sıkıntılı bir zamanda anlaşılması ve intişâr etmesi, büyük bir lütf-u İlâhîdir. Ve Kur’ân hizmetkârlarına kuvvetli ve kat‘î bir tesellidir. Yoksa bu çok sıkıntılı musibet ise, çekilir belâlardan değildir. Tam Gavs-ı A‘zam kendi mürîdinin ve o mürîdin arkadaşlarının imdâdına bu sûretle yetişip teselli etti. اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ هٰذَامِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي

Abdulkadir Geylani Hazretlerinin kerameti olarak gelen bu müjdeli haberler ve gayba dair işaretlerin, tam da bu sıkıntılı ve musibetli tarihte (m. 1933) anlaşılıp ortaya çıkması ve yayılması, Allah’ın bir lütfu ve ihsanıdır. Ve Kur’ân hizmetkârlarına karşı kesin ve kuvvetli bir teselli kaynağıdır. Yoksa Hz. Üstad’ın ve Nur Talebelerinin sıkıntılı ve meşakkatli musibetleri, çekilir ve tahammül edilir belalardan değildir.

Öyle ki; Kur’ân hizmetinde canla başla çalışan Risale-i Nur Talebelerinin, her türlü baskı ve engellemelerle şevk ve gayretlerini kıracak çok sebeplerin ve engellerin olduğu bir dönemde, onların şevklerini, ümitlerini ve manevi kuvvetlerini artırıp iman hizmetindeki gayretlerini desteklemek, Allah’ın büyük bir ikramıdır. Gavs-ı Azam’ın (ks) bu müjdeli haberleri; gerek nefis ve şeytan tarafından gelen vesveselerle gerekse iman ve Kur’ân düşmanları tarafından yapılan şiddetli baskı ve zulümlerle Nur Talebelerinin bezginlik ve usangaçlık göstererek korku ve ümitsizliğe kapılmalarını dolayısıyla Kur’ân hizmetinden geri kalmalarını önlemek adına kuvvetli ve sarsılmaz bir teselli olmuştur. 

Abdulkadir Geylani Hazretleri beş satırlık beytinde “Müridim” diye seslenip kendisine güvence verdiği, Allah’ın izniyle himmet ve duasıyla her daim koruyucu melek gibi muhafaza ettiği müridinin ve o müridi olan Hz. Üstad’ın hizmet arkadaşlarının yardım ve imdatlarına bu tarzda yetişip teselli etmiştir.

 “Allah’a hamd olsun, bu nimetler Rabbimin fazlındandır.’’[3]

Abdullâh, Mustafa, Mustafa, Rüşdü, Husrev, Re’fet, Mustafa Çavuş, Abdullâh Çavuş, dâimî hizmetkârı Süleyman. [3]


[1] Bu fıkranın detaylı izahı için 144. sayfanın şerhine bakınız!

[2] 24 Temmuz 1908

[3] Arabî ibare

[4] Bediüzzaman, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 167


Yorum Yap

Yorumlar