Soru

19. Mektub (Mucizat-ı Ahmediye Risalesi) Şerh ve İzahı-2

19. Mektub’un "Birinci Nükteli İşareti’ni" cümle cümle izah eder misiniz?

Tarih: 18.06.2025 23:17:36
Okunma: 126

Cevap

On Dokuzuncu Mektub Mu‘cizât-ı Ahmediye (asm) 

Peygamber Efendimiz (asm)’ın mucizelerini anlatan 19. Mektup 

بِاسْمِه۪ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

O’nun ismiyle. Ve O'na, hamd ile tesbîh etmeyen hiçbir şey yoktur.[1]

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ ٭ هُوَ الَّذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰي وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَي الدّ۪ينِ كُلِّه۪ وَكَفٰي بِاللّٰهِ شَه۪يدًا ٭ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ -ilâ âhirihî-

"Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.

O, onu (İslâm'ı), bütün dinlere üstün kılsın diye Resûlünü hidâyet ve o hak olan dîn ile gönderendir. Şâhid olarak Allah yeter! Muhammed Allah’ın resulüdür."[2]

İla-âhirihi: “Onun (bu cümlenin) sonuna kadar” anlamında Arapça bir ibaredir. Alıntı yapılan ayet, cümle, kaynak uzun ise ihtiyaç kadarı zikredilir ve sonuna bu ibare eklenir. “Bu cümlenin daha devamı var. Bakmak isteyen, merak eden aslına müracaat edebilir” demektir.

Risâlet-i Ahmediye’ye (asm) dâir On Dokuzuncu Söz’le Otuz Birinci Söz, nübüvvet-i Muhammediyeyi (asm) delâil-i kat‘iye ile isbat ettiklerinden,

19. Söz (Reşhalar Risalesi) ve 31. Söz (Miraç Risalesi) adındaki iki risale; Hz. Muhammed (asm)’ın peygamberliğini, Allah’ın elçisi olduğunu kesin delillerle ispat etmişlerdir.

isbat cihetini onlara havâle edip, yalnız onlara bir tetimme olarak “On Dokuz Nükteli İşaretler” ile o büyük hakîkatin bazı lem‘alarını göstereceğiz.

Risalet konusunun ‘ispat ve izah’ olmak üzere iki yönü vardır. Risale-i Nur Külliyatı genelinde ispat yönünü 19 ve 31. Sözler, izah kısmını ise 19. Mektup olan bu risale yapmıştır. Hz. Üstad, ispat yönünü 19 ve 31. Sözlere havale etmiş, bu iki risaleye tamamlayıcı olarak toplam ‘19 nükteli işaret’ ile [“Allah’ın varlığı ve birliğinden sonra] insanlığın en büyük meselesi olan peygamberlik meselesinin bazı parıltıları gösterilmiştir.

Birinci Nükteli İşaret: Şu kâinâtın sâhib ve mutasarrıfı, elbette bilerek yapıyor.

19 nükteli işaretin birincisi: Bu kâinatın[3] her şeyi bilerek çekip çeviren bir sahibi var. Kâinatın sahibi her yaptığını bilerek[4] yapıyor.

Ve hikmetle tasarruf ediyor. Ve her tarafı görerek tedvîr ediyor. Ve her şeyi bilerek, görerek terbiye ediyor.

Her işini hikmetle yapıyor. Her işin olası bütün yönlerini, taraflarını görerek bu işleri devr-i daim şeklinde yapıyor.

Ve her şeyde görünen hikmetleri, gayeleri, fâideleri irâde ederek tedvîr ediyor.

Her şeyde mükemmel hikmetler var. Kâinatın sahibi bütün bu gayeleri, faydaları bizzat gözeterek bu işleri çekip çeviriyor.

Madem yapan bilir, elbette bilen konuşur.

Bir konuda söz sahibi olabilmek için o konuyu iyi bilmek gerekir. En küçük bir sorun yaşanmadan en hassas işleri yapan biri yaptıklarını biliyor demektir. Öyle ise bilen konuşur.

Madem konuşacak, elbette zîşuûr ve zîfikir ve konuşmasını bilenlerle konuşacak.

Madem yapan bilir ve bilen konuşur. Elbette şuur, anlayış, kavrayış ve fikir sahibi olan, kendileri de konuşmasını bilen muhataplarla konuşacaktır.

Madem zîfikirle konuşacak, elbette zîşuûrun içinde en cem‘iyetli ve şuûru küllî olan insan nevi‘ ile konuşacaktır.

Madem fikir sahipleriyle konuşacaktır. Elbette şuur ve kavrayış sahibi varlıkların içinde en toplayıcı, en donanımlı ve anlayışı en yüksek olan insan nevi ile konuşacaktır.

Madem insan nevi‘ ile konuşacak, elbette insanlar içinde kābil-i hitâb ve mükemmel insan olanlarla konuşacak.

Varlıklar içerisinde ilahî hitaba en layık olan, muhatap olabilme noktasında en kabiliyetli olan insanoğludur. Madem kâinatın sahibi varlıklar arasında insanoğlu ile konuşacaktır. İnsanlar arasında da ilahî hitaba muhatap olabilecek en mükemmel olanlara hitap edecek ve onlarla konuşacaktır.

Madem en mükemmel ve isti‘dâdı en yüksek ve ahlâkı ulvî ve nev‘-i beşere muktedâ olacak olanlar ile konuşacaktır.

Madem insanlar arasında daha olgun, kabiliyeti en yüksek, ahlakı en yüce olan ve aynı zamanda diğer insanlara önderlik edebilecek derecede olanlarla konuşacaktır.

Elbette dost ve düşmanın ittifâkıyla en yüksek isti‘dâdda ve en âlî ahlâkta

Elbette dostlarının ve düşmanlarının kendisi hakkında; en yüce ahlakta olduğuna, en kabiliyetli, en yetenekli kişi olduğuna dair söz birliği ettiği,

ve nev‘-i beşerin humsu ona iktidâ etmiş;ve nısf-ı arz onun hükm-ü ma‘nevîsi altına girmiş;

İnsanoğlunun beşte birinin kendisine tabi olduğu, yeryüzünün (yüzölçümü olarak hemen hemen) yarısının manevi hükmü altına girdiği,

ve istikbâl onun getirdiği nûrun ziyâsıyla bin üç yüz sene ışıklanmış;

İstikbal[5] (gelecek), o zâtın getirdiği iman ve İslam nurlarıyla bin üç yüz sene nurlanmış;

ve beşerin nûrânî kısmı ve ehl-i îmânı, mütemâdiyen günde beş def‘a onunla tecdîd-i bîat edip

İnsanlığın iman nuruyla nurlanmış olan yani iman ehli olanları, kesintisiz olarak günde beş defa (namaz vasıtasıyla) Peygamberimiz (asm)’a biatını yani bağlılığını yeniliyor.

ona duâ-yı rahmet ve saadet edip ona medih ve muhabbet etmiş olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ile konuşacak ve konuşmuş.

(Kılınan bu namazlarda ve arkasındaki tesbihatta) kendisine sürekli rahmet ve saadet duası ettikleri, övdükleri ve sevdikleri kişi olan Hz. Muhammed (asm) ile konuşacaktı. Ve konuşmuş da.

Ve resûl yapacak ve yapmış.

Ve Rabbimiz o zâtı (asm) kendisine elçi yapacak ve yapmış.

Ve sâir nev‘-i beşere rehber yapacak ve yapmıştır.[6]

İnsanlığın bütününe birden hidayet rehberi yapacak ve yapmıştır.


[1] İsrâ, 17/44

[2] El-Fetih, 48/28-29

[3] Kün, ol demektir. Kâin olan demektir. Kelimenin sonundaki ‘ât’ sesi çoğul ekidir. Türkçemizdeki ‘ler-lar’ ekine eşdeğerdir. Kâinat, Allah’ın ‘kün’ emriyle meydana gelen her şey demektir.

[4] İlim; yaratıcımızın olmazsa olmaz sıfatlarından biridir. Her şeyi, en ince ayrıntısına kadar eksiksiz ve engelsiz olarak bilmesi demektir.

[5] Burada Peygamber Efendimizin (asm) yaşadığı zamanı merkeze alıp oradan bakmak kastediliyor. Bu eserin kaleme alındığı 1929 yılına baktığımız zaman küsuratlı rakamlar sayılmazsa Peygamberimizin (asm) davetinin üzerinden ortalama 1300 sene geçtiği anlaşılacaktır.

[6] Said Nursi, Zülfikâr, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 226-227


Yorum Yap

Yorumlar