Soru

19. Mektub (Mucizat-ı Ahmediye Risalesi) Şerh ve İzahı-8

19. Mektub’un Beşinci Nükteli İşareti’ndeki “Neden hilâfet-i İslâmiye Âl-i Beyt-i Nebevî’de takarrur etmedi? Halbuki en ziyâde lâyık ve müstehak onlardı.” Sualini ve cevabını cümle cümle izah eder misiniz?

Tarih: 19.06.2025 14:33:45

Cevap

Eğer denilse: “Neden hilâfet-i İslâmiye Âl-i Beyt-i Nebevî’de takarrur etmedi? Halbuki en ziyâde lâyık ve müstehak onlardı.”

Eğer denilse;[1] İslam’ın halifelik makamı Peygamberimizin ehl-i beytinde neden karar kılmadı ve kalıcı olmadı? Halbuki, halifelik makamına en layık olan Peygamberimizin ehl-i beyti idi.

Elcevab: Saltanat-ı dünyeviye aldatıcıdır. Âl-i Beyt ise, hakāik-i İslâmiyeyi ve ahkâm-ı Kur’âniyeyi muhâfazaya me’mur idiler.

Cevaben: Dünya saltanatı aldatıcıdır. Peygamber Efendimizin ehl-i beyti ise İslam’ın hakikatlerini ve Kur’ân’ın hükümlerini bizzat yaşayarak korumakla görevliydiler.

Hilâfet ve saltanata geçen, ya Nebî gibi ma‘sûm olmalı veyahud Hulefâ-yı Râşidîn ve Ömer ibn-i Abdülazîz-i Emevî ve Mehdî-i Abbâsî gibi hârikulâde bir zühd-ü kalbi olmalı ki, aldatmasın.

Halifelik veya sultanlık makamına geçen kişi; ya bir peygamber gibi masum olmalı veyahut Raşid halifeler[2] veya Emevî halifelerinden Ömer Bin Abdülaziz[3] veya Abbasî halifelerinden Mehdi[4] gibi kalbinde olağanüstü bir zühd[5] hâli olmalı ki, (saltanat o kişinin kalbini) aldatmasın.

Halbuki, Mısır’da Âl-i Beyt nâmına teşekkül eden Devlet-i Fâtımiye hilâfeti ve Afrika’da Muvahhidîn hükûmeti ve İran’da Safevîler devleti gösteriyor ki,

Halbuki, Mısır’da âl-i beyt adına kurulan Fatımiye[6] hilafet devleti ve Afrika’da Muvahhidin[7] hükûmeti ve İran’da kurulan Safevî[8] devleti gösteriyor ki,

saltanat-ı dünyeviye Âl-i Beyt’e yaramaz. Vazîfe-i asliyesi olan hıfz-ı dîni ve hizmet-i İslâmiyeti onlara unutturur.

Dünya saltanatı âl-i beyte yaramaz. Ehl-i beytin asıl görevi dini muhafaza etmek ve İslamiyet’e fiilen hizmet etmektir. Dünya saltanatı onlara asıl görevlerini unutturur.

Halbuki, saltanatı terk ettikleri zaman, parlak ve yüksek bir sûrette İslâmiyet’e ve Kur’ân’a hizmet etmişler.

Halbuki, (Ehl-i Beyt) dünyalık saltanatı terk ettikleri zaman; İslamiyet’e ve Kur’ân’a çok parlak ve pek yüksek bir şekilde hizmet etmişler.

İşte bak, Hazret-i Hasan’ın neslinden gelen aktâblar,

İşte Hz. Hasan’ın neslinden gelen aktablara[9] bak!

hususan Aktâb-ı Erbaa ve bilhassa Gavs-ı A‘zam olan Şeyh Abdülkādir-i Geylânî; ve Hazret-i Hüseyin’in neslinden gelen imamlar,

Özellikle dört büyük aktab[10] ve bilhassa Gavs-ı a’zam[11] olan Abdülkadir-i Geylanî ve Hz. Hüseyin’in neslinden gelen imamlar,[12]

hususan Zeynelâbidîn ve Ca‘fer-i Sâdık ki, her biri birer ma‘nevî mehdî hükmüne geçmiş.

(Hz. Hüseyin’in neslinden gelenlerin içinde) özellikle Zeynel Abidin[13] ve Cafer-i Sadık[14] ki, bu imamların her biri manevî birer mehdi hükmüne geçmişler.

Ma‘nevî zulmü ve zulümâtı dağıtıp envâr-ı Kur’âniyeyi ve hakāik-i îmâniyeyi neşretmişler.

Her türlü manevi zulüm karanlıklarını dağıtıp Kur’ân’ın nurlarını ve imanın hakikatlerini yaymışlar.

Cedd-i emcedlerinin birer vârisi olduklarını göstermişler.[15]

En büyük ataları olan Peygamber Efendimiz (asm)’ın gerçek birer varisi olduklarını göstermişler.


[1] Hz. Üstadın bu risaleye özel ibarelerinden biridir. İnsanın yanılgıya düşmesi muhtemel konulardaki pus perdesini aralamak için gidişata göre mevzuyu bu ibareyle kendisi açar ve o konuyla ilgili yeteri kadar izahta bulunur.

[2] İslam’ın ilk dört halifesi için ümmetin ortak kanaatiyle kabul edilen unvandır. Peygamberimizden sonra adetâ bir peygamber gibi vazifelerini liyakatle yaptıklarına kinayedir.

[3] Ömer bin Abdülaziz; 680 yılında Medine’de doğdu. Çocukluğu Medine’de gençliği Mısır’da geçti. 706 yılında Hicaz valisi olarak atandı. Altı yıllık valilik görevinin ardından 712 yılında azledildi. 717 yılında amcasının yerine halife seçildi. Yönetimde anne tarafından büyük dedesi Hz. Ömer’in uygulamalarını esas aldı. İslami ilimlerinin birçoğu onun zamanında kurumlaştı. Sadece iki buçuk yıl süren hilafetinde birçok fitnenin önünü aldı. Adalet ve dirayetle hilafet icra etti. Bu sebeple beşinci raşid halife kabul edilir. Bazıları onun için ‘ikinci Ömer’ demiştir.

[4] Mehdî; Abbasî devletinin 3. Halifesidir. 758 yılından itibaren yaklaşık 17 yıl boyunca valilik yaptı. 775 ila 785 yılları arasında hilafeti üstlendi. Ehl-i beyte hürmeti esas tuttu. Müslüman ahaliye oldukça yumuşak ve cömert davranmasıyla tanındı.  

[5] Zühd; insanın kalbini heveslerine kaptırmama halidir.

[6] Fatımiye devleti; Hz. Fatıma’nın soyundan geldiklerini dava eden bir grup tarafından Kuzey Afrika’da Tunus merkezli kurulan, 909 ile 1171 yılları arasında hüküm süren Şii devlettir.

[7] Muvahhidler; 1146 ila 1248 yılları arasında günümüz İspanya ve bazı Kuzey Afrika topraklarında hüküm süren Şii devlettir.

[8] Safevî devleti; 1501 ila 1736 yıları arasında hüküm süren ve İran, Azerbaycan, Ermenistan, Afganistan, Türkmenistan, Irak ve Ülkemizin doğu kesimlerini kapsayan Şii mezhebi esas alan Türk devletidir.

[9] Ümmete yol gösteren manevi kutup yıldızları

[10] Aktâb-ı Erbaa, dört büyük manevi kutup. Abdülkadir Geylanî, Ahmed Er-Rufaî, Seyyid Ahmed Bedevî ve İbrahim Desûkî için kullanılan tabirdir.

[11] Gavs-ı Azam; kendisinden yardım isteyene imdat edebilenlerin en büyüğü” anlamında Abdülkadir Geylanî için kullanılan hususi ibaredir.

[12] İmam,;Önder, lider, devlet başkanı, cemaate namaz kıldıran kişi anlamına gelir. 2- Hadîs alanında geniş bilgiye ve üstün mevkiye sahip, bilgisine güvenilen âlim demektir.

[13] Zeynel Abidin (ra); Hicretin 38. Yılında Medine’de doğdu. Babası Hz. Hüseyin, annesi son Sasani hükümdarı 3. Yezdücerd’in kızı Şehrbânû hanımdır. Hz. Hüseyin’in Kerbela faciasından sağ kurtulan tek evladıdır. Ehl-i beytin başına gelen âfetlerin, siyasete bulaşmaları sebebiyle olduğunu idrak ettiğinden siyasete veya hiçbir fitneye asla bulaşmadı. Hayatını ilim ve ibadetle geçirdi. Hicretin 94. Yılında Medine’de vefat etti.

[14] Cafer-i Sadık (ra); Hz. Hüseyin’in oğlu Zeynel Abidin’in oğlu Muhammed El’Bakır’ın oğludur. Hicretin 83. Senesinde Medine’de doğdu. İlk tahsilini dedesi Zeynel Abidin’den ve daha sonra babası Muhammed Bakır’dan aldı. Medine’de ilimle uğraşmış ve fitne hareketlerine, siyasete bulaşmamıştır. Sâbir, Tâhir ve Fâzıl lakaplarıyla anılır. Hadîs ilminde sîka kabul edilir. Hem Şii hem de Sünni tebaanın yüksek saygısına mazhar olmuştur. Hicretin 148. Yılında Medine’de vefat etti.

[15] Said Nursi, Zülfikâr, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 237


Yorum Yap

Yorumlar