19. Mektub’un Beşinci Nükteli İşareti’ndeki “Mübârek İslâmiyet ve nûrânî asr-ı saadetin başına gelen o dehşetli, kanlı fitnenin hikmeti ve vech-i rahmeti nedir? Çünkü onlar kahra lâyık değil idiler.” Sualini ve cevabını sonuna kadar cümle cümle izah eder misiniz?
Eğer denilse: “Mübârek İslâmiyet ve nûrânî asr-ı saadetin başına gelen o dehşetli, kanlı fitnenin hikmeti ve vech-i rahmeti nedir? Çünkü onlar kahra lâyık değil idiler.”
Eğer denilse; mübarek İslamiyet’in ve nuranî saadet asrında yaşayan sahâbelerin başlarına gelen o dehşetli, kanlı fitnelerin hikmeti ve rahmet yönü nedir? Çünkü o sahabeler kahra layık değillerdir.
Elcevab: Nasıl ki baharda dehşetli yağmurlu bir fırtına, her tâife-i nebâtâtın, tohumların, ağaçların isti‘dâdlarını tahrîk eder. İnkişâf ettirir. Her biri kendine mahsûs çiçek açar. Fıtrî birer vazîfe başına geçer.
Cevaben: Nasıl ki, bahar mevsiminde şiddetli yağmurlar ve dehşetli fırtınalar, her çeşit bitkinin, tohumların ve ağaçların kabiliyetlerini harekete geçirir, ortaya çıkarır ve uyandırır. Her bitki kendine özgü çiçekler açar ve fıtratlarına uygun birer görev üstlenirler.
Öyle de, Sahâbe ve Tâbiînin başına gelen fitne dahi, çekirdekler hükmündeki muhtelif ayrı ayrı isti‘dâdları tahrîk edip kamçıladı.
Öyle de sahabe[1] ve tabiinin[2] başlarına gelen fitneler de onların içlerinde çekirdek seviyesinde olan çeşitli kabiliyet ve yeteneklerini harekete geçirdi. Adeta onları kamçıladı.
“İslâmiyet tehlikededir, yangın var!” diye, her tâifeyi korkuttu. İslâmiyet’in hıfzına koşturdu.
(Bu fitne olayları mana itibariyle onlara) “Yangın var! İslamiyet tehlike altındadır” diyerek onlardan her topluluğu endişeye sevk edip korkuttu. İslamiyet’i tehlikelerden korumak için var güçleriyle koşturdular.
Her biri kendi isti‘dâdına göre câmia-i İslâmiyetin kesretli ve muhtelif vazîfelerinden bir vazîfeyi omuzuna aldı. Kemâl-i ciddiyetle çalıştı.
(Sahabe ve tabiinden) her biri kendi kabiliyetine göre İslam camiasının çok ve çeşitli vazifelerinden birer görevi omuzlarına aldılar. Tam bir ciddiyetle çalıştılar.
Bir kısmı hadîslerin muhâfazasına, bir kısmı şerîatın muhâfazasına, bir kısmı hakāik-i îmâniyenin muhâfazasına, bir kısmı Kur’ân’ın muhâfazasına çalıştı ve hâkezâ.
Bir kısmı hadîslerin korunmasına, bir kısmı şeriatın[3] korunmasına, bir kısmı iman hakikatlerinin korunmasına ve bir kısmı da Kur’ân’ın korunmasına çalıştılar. Ve hakeza.[4]
Her bir tâife bir hizmete girdi. Vezâif-i İslâmiyette hummâlı bir sûrette sa‘y ettiler.
Her bir topluluk İslam’a dair bir hizmetin altına girdi. İslam’a dair hizmetlerde yoğun bir şekilde çalıştılar.
Muhtelif renklerde çok çiçekler açıldı. Pek geniş olan âlem-i İslâmiyetin aktârına o fırtına ile tohumlar atıldı. Yarı yeri gülistana çevirdi.
Bu tohumlar, bu fırtınaların eliyle oldukça geniş olan İslam âleminin her tarafına atıldı. (Bu çalışmaların neticesi olarak) çok çeşitli renklerde birçok (yüzbinlerce velayet) çiçekleri açıldı. Yeryüzünün yarısını gül bahçesine çevirdi.[5]
Fakat maatteessüf, o güller ve gülistan içinde, ehl-i bid‘a fırkalarının dikenleri dahi çıktı.
Fakat maalesef, o güzel güller ve gül bahçeleri içerisinde bid’ât ehli[6] adı verilen dikenler dahi ortaya çıktı.
Güya dest-i kudret, celâl ile o asrı çalkaladı. Şiddetle tahrîk edip çevirdi. Ehl-i himmeti gayrete getirip elektriklendirdi.
Güya ilahî kudret, o saadet asrını celal[7] sıfatıyla çalkaladı. (O asrın İslam toplumuna) Şiddetle hareket verip çevirdi. Gayret ehli olan insanları kaygılandırıp harekete geçirdi. Adetâ elektrik verilen cihaz gibi (o insanlara hareket verdi.)
O hareketten gelen bir kuvve-i ani’l-merkeziye ile, pek çok münevver müctehidleri ve nûrânî muhaddisleri, kudsî hâfızları, asfiyâları, aktâbları âlem-i İslâmın aktârına uçurdu. Hicret ettirdi.
(O asrın İslam toplumunda meydana gelen) hareketten kaynak alan bir çekim kuvvetiyle, aklı ve kalbi iman nuruyla nurlanmış pek çok müçtehitleri, nuranî hadîs âlimlerini, kutsî hafızları,[8] asfiyâları, manevî kutupları İslam âleminin her yanına uçurdu. Göç ettirdi.
Şarktan garba kadar ehl-i İslâmı heyecana getirip, Kur’ân’ın hazinelerinden istifâde için gözlerini açtırdı.
Doğudan batıya kadar bütün İslam ehlini heyecana getirip, Kur’ân’ın sonsuz hazinelerinden faydalanmaları için (bütün Müslümanların) gözlerini açtırdı.
Şimdi sadede geliyoruz.
Şimdi asıl meseleye dönüyoruz.
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın umûr-u gaybiyeden, haber verdiği gibi doğru vukūa gelen işler binlerdir. Pek çoktur.
Resul-i Ekrem (asm)’ın gaybî işlerden haber verdiği ve nasıl haber verdiyse olduğu gibi gerçekleşen işler binlerdir. Pek çoktur.
Biz yalnız cüz’î birkaç misâline işaret edeceğiz.
Biz yalnız küçük bazı misallerine işaret edeceğiz.
İşte başta Buhârî ve Müslim, sıhhatle meşhur Kütüb-ü Sitte-i Hadîsiye sâhibleri, beyân edeceğimiz haberlerin çoğunda müttefik
İşte başta (hadîs âlimlerinin en büyüklerinden olan) imam Buhari[9] ve imam Müslim[10] olmak üzere Kütûb-ü sitte[11] (Altı hadîs kitabı)nın sahipleri, açıklayacağımız haberlerin çoğunda ittifak halindedirler.
ve o haberlerin çoğu ma‘nen mütevâtir ve bir kısmı dahi ehl-i tahkîk, onların sıhhatine ittifâk etmesiyle, mütevâtir gibi kat‘î denilebilir.
Ve o haberlerin birçoğu manevî mütevâtir derecesindedir. Diğer kısmı hakkında da araştırmacı, tahkik edici âlimler tarafından o haberlerin sıhhatlerine ittifak etmeleri sebebiyle mütevâtir kadar kesin denilebilir.
İşte nakl-i sahîh-i kat‘î ile ashâbına haber vermiş ki:
İşte kesin olarak ve sıhhatli bir şekilde nakledildiğine göre (Peygamber Efendimiz (asm) sahabelerine haber vermiş ki:
“Siz umum düşmanlarınıza galebe edeceksiniz. Hem feth-i Mekke, hem feth-i Hayber, hem feth-i Şâm, hem feth-i Irâk, hem feth-i İrân, hem feth-i Beytü’l-Makdis’e muvaffak olacaksınız.
Siz bütün düşmanlarınıza galip geleceksiniz. (Verdiği bu müjdeyle) hem Mekke’nin fethine[12] hem Hayber’in fethine[13] hem Şam’ın (Suriye)’nin fethine[14] hem Irak’ın fethine[15] hem İran’ın fethine[16] hem de Kudüs’ün fethine[17] muvaffak olacaksınız.
Hem o zamanın en büyük devletleri olan İran ve Rum padişahlarının hazinelerini beyninizde taksîm edeceksiniz.” Haber vermiş.
Hem o zamanın en büyük devletleri (şimdiki tabirle süper güç) olan İran ve Rum padişahlarının (ve dolayısıyla devletlerinin) hazinelerini aranızda paylaşacaksınız” diye haber vermiş.
Hem “Tahmînim böyle veya zannederim” dememiş. Belki görür gibi kat‘î ihbâr etmiş, haber verdiği gibi çıkmış. Halbuki, haber verdiği vakit hicrete mecbûr olmuş. Sahâbeleri az. Medine etrafı ve bütün dünya düşmandı.
Hem de Peygamber Efendimiz (asm) bu haberleri verirken “böyle tahmin ediyorum veya böyle zannederim” dememiş. Aksine gözüyle görür gibi kesin olarak haber vermiş. Haber verdiği gibi çıkmış. Halbuki, bu fetihleri haber verdiği vakit; Medine’ye hicret etmeye mecbur olmuş haldeydi. Sahabelerinin sayısı oldukça azdı. Medine’nin etrafındaki kabileler ve hatta bütün dünya Peygamberimize ve getirdiği dine düşmandı. Çünkü;
“Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm (Peygamberlik davasıyla ortaya) çıktığı vakit, değil yalnız bir tâifeye, bir kavme, bir kısım ehl-i siyâsete veya bir dine, belki umum padişahlara ve umum ehl-i dîne tek başıyla meydan oku(muş)du.” (Zülfikar s. 287)
Hem nakl-i sahîh-i kat‘î ile çok def‘a ferman etmiş:
Hem kesin ve sıhhatli olarak bize ulaştığına göre; birçok defa (şöyle) buyurmuş,
عَلَيْكُم بِس۪يرَةِ الَّذَيْنِ مِنْ بَعْد۪ٓي اَب۪ي بَكْرٍ وَعُمَر deyip, Ebû Bekir ve Ömer kendinden sonraya kalacaklar, hem halîfe olacaklar.
“Benden sonraki iki kişinin, Ebu Bekir ve Ömer’in yolunda olun” deyip, Hz. Ebu Bekir[18] ve Hz. Ömer’in[19] kendisinden sonraya kalacaklarını ve halife olacaklarını
(Burada bir cümlede birkaç mucize vardır. Her iki halifenin kendisinden sonra da yaşayacaklarını bildirmesi, halife olacaklarını bildirmesi ve halifelikte de Allah’ın rızasına ve peygamberin hoşnutluğuna uygun şekilde davranacaklarını bildirmesi ve nasıl bildirdiyse öylece çıkması ayrı birer mucizedir.)
Hem mükemmel bir sûrette ve rızâ-yı İlâhî ve marzî-i Nebevî dâiresinde hareket edecekler. Hem Ebû Bekir az kalacak. Ömer çok kalacak. Ve pek çok fütûhât yapacak.
Hem mükemmel bir şekilde Allah’ın rızası ve Peygamberinin hoşnutluğu dairesinde hareket edecekler. Hem Hz. Ebu Bekir (ra) az bir zaman halife olarak kalacak. Hz. Ömer daha uzun halifelik yapacak. Ve pek çok fetihler yapacak.
Hem ferman etmiş ki: زُوِيَتْ لِيَ الْاَرْضُ فَاُر۪يتُ مَشَارِقَهَا وَمَغَارِبَهَا وَسَيَبْلُغُ مُلْكُ اُمَّت۪ي مَا زُوِيَ ل۪ي مِنْهَا deyip, “Şarktan garba kadar benim ümmetimin eline geçecektir. Hiçbir ümmet o kadar mülk zabt etmemiş.” Haber verdiği gibi çıkmış.
Hem buyurmuş ki; “Benim için yer dürüldü. Doğusu ve batısı bana gösterildi. Ümmetimin mülkü ondan bana dürülen yer kadar olacaktır” deyip, “Doğudan batıya kadar benim ümmetimin eline geçecektir. Öyle ki hiçbir ümmet o kadar toprak fethetmemiş” diyerek haber vermiş. Haber verdiği gibi dosdoğru çıkmış.
Hem nakl-i sahîh ve kat‘î ile Gazâ-yı Bedir’den evvel ferman etmiş:
Hem kesin ve sıhhatli olarak nakledildiğine göre Bedir savaşından önce şöyle buyurmuş.
هٰذَا مَصْرَعُ اَب۪ي جَهْلٍ هٰذَا مَصْرَعُ عُتْبَةَ هٰذَا مَصْرَعُ اُمَيَّةَ هٰذَا مَصْرَعُ فُلَانٍ وَفُلَانٍ deyip, müşrik-i Kureyş'in reislerinin her biri nerede katledileceğini göstermiş.
“Burası Ebu Cehil’in[20] katledileceği yer, burası Utbe’nin[21] katledileceği yer, burası Ümeyye’nin[22] katledileceği yer ve burası falan falanın katledileceği yer” diye buyurup Kureyş kabilesinin müşrik olan reislerinin her birinin İslam askerleri tarafından savaş alanının neresinde öldürüleceğini göstermiş.
Ve demiş: “Ben kendi elimle Übeyy ibn-i Halef’i öldüreceğim.” Haber verdiği gibi çıkmış.
Ve ardından; “Ben kendi elimle Übey ibn-i Halef’i[23] öldüreceğim” demiş. Haber verdiği gibi dosdoğru çıkmış.
Hem nakl-i sahîh-i kat‘î ile,
Yine kesin ve sıhhatli bir şekilde nakledildiğine göre,
bir ay uzak mesâfede Şam etrafında ‘Mûte’ nâm mevki‘deki gazve-i meşhûrede muhârebe eden Sahâbelerini görür gibi ferman etmiş:
Medine’ye bir ay uzaklıktaki mesafede Şam yakınlarında Mûte[24] nâmındaki mevkide yapılan meşhur savaşta düşman ile savaş etmekte olan sahabelerini görür gibi buyurmuş.
اَخَذَ الرَّايَةَ زَيْدٌ فَاُص۪يبَ ثُمَّ اَخَذَ جَعْفَرُ فَاُص۪يبَ ثُمَّ اَخَذَ ابْنُ رَوَاحَةَ فَاُص۪يبَ ثُمَّ اَخَذَهَا سَيْفٌ مِنْ سُيُوفِ اللّٰهِ deyip, birer birer hâdisâtı ashâbına haber vermiş.
“Sancağı Zeyd[25] aldı ve vuruldu. Sonra onu Cafer[26] aldı, o da vuruldu. Sonra onu İbn-i Revâha[27] aldı, o da vuruldu. Sonra onu Allah’ın kılıçlarından bir kılıç aldı” diyerek Mûte savaşında olanları birer birer sahabelerine haber vermiş.
İki-üç hafta sonra Ya‘lâ ibn-i Münebbih meydân-ı harbden geldi. Daha söylemeden Muhbir-i Sâdık (asm) harbin tafsîlâtını beyân etti. Ya‘lâ kasem etti: “Dediğin gibi aynen öyle oldu.”
(Peygamber Efendimizin minber üstünde bu haberi vermesinden) iki-üç hafta sonra Ya’lâ ibn-i Münebbih[28] adındaki sahabe (ordu sözcüsü olarak) savaş meydanından Medine’ye geldi. (Savaşta olan biteni Peygamber Efendimize) daha o söylemeden her verdiği haber dosdoğru olan Peygamberimiz (asm), savaşın ayrıntılarını açıkladı. Bunun üzerine Ya’lâ yemin etti ve “dediğin gibi aynen öyle oldu” dedi.
Hem nakl-i sahîh-i kat‘î ile ferman etmiş:
Yine kesin ve sıhhatli bir şekilde nakledildiğine göre,
اِنَّ الْخِلَافَةَ بَعْد۪ي ثَلٰثُونَ سَنَةً ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا عَضُوضًا وَاِنَّ هٰذَا الْاَمْرَ بَدَءَ نُبُوَّةً وَرَحْمَةً ثُمَّ يَكُونُ رَحْمَةً وَخِلَافَةً ثُمَّ يَكُونُ مُلْكًا عَضُوضًا ثُمَّ يَكُونُ عُتُوًّا وَجَبَرُوةً deyip,
“Hilafet benden sonra 30 senedir, sonra zalim saltanat olur. Şüphesiz bu iş nübüvvet ve rahmet olarak başladı. Sonra rahmet ve hilafet hâlini alacak. Sonra zalim saltanat olacak. Sonra haddi tecavüz ve ceberut (acımasız ve zorba yönetim) olacak” deyip,
Hazret-i Hasan’ın altı ay hilâfetiyle, Cihâr-ı Yâr-ı Güzîn’in, Hulefâ-yı Râşidîn’in zaman-ı hilâfetlerini ve onlardan sonra saltanat şekline girmesini, sonra o saltanattan ceberût ve fesâd-ı ümmet olacağını haber vermiş. Haber verdiği gibi çıkmış.
Cihar-ı yâr-ı güzin (‘dört seçkin yâr’ anlamında İslam’ın ilk dört halifesi için ümmetçe kabul gören ibaredir.) yani Raşid halifelerin hilafetleriyle Hz. Hasan’ın altı ay süren halifeliğinin ardından hilafetin saltanata dönüşmesini, ardından saltanatın da ceberut (acımasız ve zorba) bir idareye dönüşeceğini ardından ümmetin bozulma yaşayacağını haber vermiş. Haber verdiği gibi çıkmış.
Hem nakl-i sahîh-i kat‘î ile ferman etmiş:
Yine kesin ve sıhhatli bir şekilde nakledildiğine göre,
يُقْتَلُ عُثْمَانُ وَهُوَ يَقْرَأُ الْمُصْحَفَ وَاِنَّ اللّٰهَ عَسٰٓي اَنْ يُلْبِسَهُ قَم۪يصًا وَاِنَّهُمْ يُر۪يدُونَ خَلْعَهُ deyip,
“Osman[29], Mushaf okurken şehid edilecek. Muhakkak ki Allah’ın ona bir gömlek (halifelik gömleği) giydirmesi umulur. Fakat onlar bunu (hilafet gömleğini) çıkartmak isteyecekler” deyip,
Hazret-i Osmân halîfe olacağını ve hal‘i istenileceğini ve mazlum olarak Kur’ân okurken katledileceğini haber vermiş, haber verdiği gibi çıkmış.
Hz. Osman’ın halife olacağını ve ardından hal’i (halifelikten azli) istenileceğini ve Kur’ân okurken mazlum olarak katledileceğini haber vermiş. Haber verdiği gibi çıkmış.
Hem nakl-i sahîh-i kat‘î ile hacâmat edip mübârek kanını Abdullâh ibn-i Zübeyr teberrüken şerbet gibi içtiği zaman ferman etmiş:
Yine kesin ve sıhhatli bir şekilde nakledildiğine göre, Abdullah bin Zübeyr[30] Peygamber Efendimizi hacamat edip mübarek kanını bereket vesilesi bilip şerbet gibi içtiği zaman peygamberimiz (asm) ona şöyle buyurmuş:
وَيْلٌ لِلنَّاسِ مِنْكَ وَوَيْلٌ لَكَ مِنَ النَّاسِ deyip, hârika bir şecâatle ümmetin başına geçeceğini ve müdhiş hücumlara ma‘rûz kalacaklarını; ve insanlar onun yüzünden dehşetli hâdiselere giriftâr olacaklarını haber vermiş. Haber verdiği gibi çıkmış.
“Senden dolayı insanların vay haline! İnsanlardan dolayı da senin vay haline!” deyip; Abdullah Bin Zübeyr’in harika bir cesaretle ümmetin başına geçeceğini, Onun ve taraftarlarının dehşetli hücumlara maruz kalacaklarını, insanlar onun yüzünden dehşet veren olaylara maruz kalacaklarını haber vermiş. Haber verdiği gibi çıkmış.
Abdullâh ibn-i Zübeyr, Emevîler zamanında hilâfetini Mekke’de i‘lân ederek kahramanâne çok müsâdeme etmiş. Nihâyet Haccâc-ı Zâlim büyük bir ordu ile üzerine hücum ederek, şiddetli müsâdemeden sonra o kahramân-ı âlîşân şehîd edilmiş.
Abdullah bin Zübeyr, Emevîler zamanında Mekke merkezli olarak halifeliğini ilan etti.[31] Üzerine yönelen şiddetli hücumlara karşı kahraman bir şekilde mücadele edip, en son Haccâc-ı zalimin[32] sevk ve idaresindeki büyük bir ordu Mekke’ye saldırdı. Şanı pek yüksek olan o kahraman yaşanan çok şiddetli çarpışmaların ardından şehit edildi.
Hem nakl-i sahîh-i kat‘î ile Emeviye devletinin zuhûrunu ve onların padişahlarının çoğu zâlim olacağını ve içlerinde Yezîd ve Velîd bulunacağını ve Hazret-i Muâviye ümmetin başına geçeceğini وَاِذَا مَلَكْتَ فَاَسْجِحْ fermanıyla rıfk ve adâleti tavsiye etmiş.
Yine kesin ve sıhhatli bir şekilde nakledildiğine göre, Peygamber Efendimiz (asm) Emevî[33] Devletinin kurulacağını ve onların padişahlarının çoğunun zalim olacağını ve bu padişahlar arasında Yezid[34] ve Velid[35] gibi kişilerin bulunacağını, Hz. Muâviye’nin ümmetin başına geçeceğini “Başa geçtiğin zaman şefkatli ve adaletli ol” buyurarak Hz. Muaviye’ye ümmete karşı rıfk (şefkatli) ve adaletli olmasını tavsiye etmiş.
Ve Emeviye’den sonra يَخْرُجُ وَلَدُ الْعَبَّاسِ بِالرَّايَاتِ السُّودِ وَيَمْلِكُونَ اَضْعَافَ مَا مَلَكُوا deyip, devlet-i Abbâsiyenin zuhûrunu ve uzun müddet devam edeceğini haber vermiş. Haber verdiği gibi çıkmış.
Ve “Abbasın oğlu siyah bayraklarla çıkar ve onların (yani Emevîlerin) sürdükleri saltanattan kat kat fazla saltanat sürerler” diyerek, Emevî devletinden sonra Abbasî[36] Devletinin kurulacağını ve hayli uzun müddet devam edeceğini haber vermiş. Haber verdiği gibi dosdoğru çıkmış.
Hem nakl-i sahîh-i kat‘î ile ferman etmiş:
Yine kesin ve sıhhatli bir şekilde nakledildiğine göre,
وَيْلٌ لِلْعَرَبِ مِن شَرٍّ قَدِ اقْتَرَبَ deyip, Cengiz ve Hülâgû’nun dehşetli fitnelerini ve Arab Devlet-i Abbâsiyesini mahvedeceklerini haber vermiş. (8) Haber verdiği gibi çıkmış.
Peygamber Efendimiz (asm), “Gerçekten yaklaşan bir şerden dolayı vay Arapların haline!” deyip, Cengiz Han[37] ve Hülagü Han’ın[38] korkunç fitneleriyle Abbasî Devletini mahvedeceklerini haber vermiş. Haber verdiği gibi dosdoğru çıkmış.
Hem nakl-i sahîh-i kat‘î ile Sa‘d ibn-i Ebî Vakkās gayet ağır hasta iken, ona ferman etmiş:
Yine kesin ve sıhhatli bir şekilde nakledildiğine göre, Sa’d Bin Ebu Vakkas[39] (ra) son derece hasta halde ve ölüm döşeğinde iken ona şöyle buyurmuş:
لَعَلَّكَ تُخَلَّفُ حَتّٰي يَنْتَفِعَ بِكَ اَقْوَامٌ وَيَسْتَضِرَّ بِكَ اٰخَرُونَ deyip, ileride büyük bir kumandan olacağını, çok fütûhât yapacağını, çok milletler ve kavimler ondan menfaat görüp, yani İslâm olup ve çoklar zarar görecek, yani devletleri onun eliyle harâb olacağını haber vermiş. Haber verdiği gibi çıkmış.
“Umulur ki sen geri kalırsın (daha çok yaşarsın), ta ki birçok kavimler senden faydalanır; diğerleri de senden zarar görür” diyerek, Sa’d Bin Ebu Vakkas (ra)’ın (bu hastalıktan kurtulup yaşayacağını), ileride büyük bir komutan olacağını, çok fetihler yapacağını, çok milletlerin ve kavimlerin ondan fayda göreceğini yani onun vesilesiyle Müslüman olacaklarını ve çokların da ondan zarar göreceklerini yani onun eliyle devletlerinin harap olacağını haber vermiş. Nasıl haber verdiyse öylece çıkmış.
Hazret-i Sa‘d ordu-yu İslâm başına geçti. Devlet-i Îrâniyeyi zîr u zeber etti. Çok kavimlerin dâire-i İslâma ve hidâyete girmelerine sebep oldu.
Hz. Sa’d, İslam ordusunun başına geçti. (O zamanın süper güçlerinden biri olan) İran devletini alt üst edip tarihten sildi. Çok kavimlerin İslam dairesine ve hidayete (iman dairesine) girmelerine sebep oldu. (Böylece Peygamber Efendimizin mucizesi gerçekleşti.)
Hem nakl-i sahîh-i kat‘î ile îmâna gelen Habeş Meliki olan Necâşî hicretin yedinci senesinde vefat ettiği gün, ashâbına haber vermiş. Hatta cenaze namazını kılmış. Bir hafta sonra cevab geldi ki, aynı günde vefat etmiş.
Yine kesin ve sıhhatli bir şekilde nakledildiğine göre, (Peygamber Efendimizin İslam’a davetine olumlu karşılık verip) imana gelen Habeşistan padişahı Necaşî Ashame,[40] hicretin yedinci yılında vefat ettiği gün, sahabelere (onun vefatını) haber vermiş. Hatta (gıyabî) cenaze namazını kıldırmış. Bir hafta sonra aynı gün vefat ettiği (Habeşistan’dan gelen elçi vasıtasıyla) anlaşılmış.
Hem nakl-i sahîh-i kat‘î ile Cihâr-ı Yâr-ı Güzîn ile beraber Uhud veya Hira Dağı’nın başında iken dağ titredi, zelzelelendi.
Yine kesin ve sıhhatli bir şekilde nakledildiğine göre, dört seçkin yâr olan ilk dört halifeyle birlikte Uhud veya Hira Dağına çıktıklarında dağda bir zelzele oldu ve adeta titredi.
Dağa ferman etti ki: اُثْبُتْ فَاِنَّمَا عَلَيْكَ نَبِيٌّ وَصِدّ۪يقٌ وَشَه۪يدٌ deyip, Hazret-i Ömer ve Osman ve Ali’nin şehîd olacaklarını haber vermiş. Haber verdiği gibi çıkmış.
(Peygamber Efendimiz (asm)) dağa hitaben şöyle buyurdu; “Sabit ol! Zira senin üstünde peygamber, sıddık ve şehid vardır” diyerek, Hz. Ömer,[41] Hz. Osman, Hz. Ali’nin şehid olacaklarını haber vermiş. Haber verdiği gibi çıkmış.
Şimdi ey bedbaht, kalbsiz, bîçâre adam!
Şimdi ey kötü bahtlı, kötü fikirli, kalpsiz ve çaresiz insan!
“Muhammed-i Arabî (asm) akıllı bir adam idi” diye, o şems-i hakîkate karşı gözünü yuman bîçâre insan!
(Peygamber Efendimiz hakkında) “Muhammed-i Arabî (asm) akıllı bir adam idi” diyerek (ve böyle demekle gösterdiği mucizeleri Allaha değil Peygamberimizin kendi dehasına, kendi kabiliyetine vererek) o hakikat güneşin(in peygamberliğin)e karşı gözünü kapatan çaresiz insan!
On beş envâ‘-ı külliye-i mu‘cizâtından birtek nevi‘ olan umûr-u gaybiyeden, on beş ve belki yüz kısmından bir kısmını işittin.
(Peygamber Efendimizin) mucizelerinin 15 büyük ve kapsamlı çeşitlerinden sadece bir çeşidi olan gaybî işlerle ilgili mucizelerinden 15 ve hatta yüz kısmından yalnızca bir bölümünü işittin.
Ma‘nevî tevâtür derecesinde kat‘î bir kısmını duydun.
Mana yönünden tevatür derecesinde bulunan ve gerçekleştiği kesin olan bir kısmını duydun.
Şu ihbâr-ı gayb kısmının yüzden birisini akıl gözüyle gören bir zâta ‘dâhî-i a‘zam’ denilir ki, firâsetiyle istikbâli keşfediyor.
Gaybî haberlerle ilgili mucizelerin yüzde birisini bile akıl gözüyle (yani kendi yeteneği, kendi ilim ve aklıyla) görebilen bir kişiye “en büyük dâhî” denilir. Çünkü şahsî ferasetiyle gelecekte olacak olayları keşfediyor.
Binâenaleyh, senin gibi haydi dehâ desek, yüz dâhî-i a‘zam derecesinde bir dehâ-yı kudsiyeyi taşıyan bir adam yanlış görür mü?
Bununla beraber, haydi (ey bedbaht kişi) senin gibi haydi biz de (bu gaybî mucizeler için, Allah’ın ona verdiği mucize değil de onun şahsî) dehasının ürünü desek, en büyük dâhilerden yüz dâhî derecesinde kutsî bir dehayı şahsında taşıyan böyle bir insan; yanlış görür mü?
Yanlış haber vermeye tenezzül eder mi? Böyle yüz derece bir dehâ-yı a‘zam sâhibinin saadet-i dâreyne dâir sözlerini dinlememek, elbette yüz derece dîvâneliğin alâmetidir.[42]
Veya yanlış bir haber vermeye tenezzül eder mi? Halbuki, (küçük bir adam, küçük bir haysiyetiyle, küçük bir cemâatte, küçük bir mes’elede, münâzaralı bir da‘vâda, hicabsız (utanmaksızın), pervâsız (korkmaksızın) küçük, fakat hacâlet-âver (ortaya çıktığında onu söyleyeni utandıracak) bir yalanı, düşmanları yanında hilesini hissettirmeyecek derecede teessür ve telâş göstermeden söyleyemez. (19. Söz’ün 8. Reşhası)
Böyle yüz derecelik en büyük bir deha sahibi olan bir insanın iki cihan saadetiyle ilgili sözlerini dinlememek, elbette yüz derecelik bir divaneliğin (aklı olup aklını yerince kullanamama halinin) alâmeti değil midir?
[1] Peygamber Efendimizi imanlı bir gözle gören veya sohbetini işitenlere sahabe denilir.
[2] Herhangi bir sahabeyi gören veya ders alanlara tabiin denilir.
[3] Şer’, hüküm demektir. Şeriat, Allah’ın kitap ve peygamber vasıtasıyla koyduğu hükümlerin genel adıdır.
[4] Bunun gibi, bunlar gibi anlamında Arapça ibaredir. Türkçe’mizdeki ve benzeri (vb) gibidir.
[5] Bugün coğrafi olarak yeryüzü topraklarının yarısı Müslüman coğrafyasıdır.
[6] İslam’ın kitap ve sünnetle belirlenmiş olan esaslarını beğenmeyip yerlerine yeni hükümler, uygulamalar ihdas etmektir. Bunu yapanlara bid’at ehli denilir. Sünnetin çizgisinden sapan anlamına da gelir.
[7] Cenâb-ı Hakkın isimleri Celâlî ve Cemâlî olarak ikiye ayrılır. Celal, kahır, azamet, büyüklük, yücelik gibi sıfatları içerisinde barındırır. Cemal, lütuf, kerem, ihsan, nimet, rahmet, merhamet ve mağfiret gibi sıfatları içinde barındırır.
[8] Hafız ıstılahının iki anlamı vardır. Birisi Kur’ân’ı bütünüyle ezber edenlere denilir. İkincisi hadîs ilminde hadîs-i şeriflerden en az yüz bin hadîsi ezber edenlere denilir.
[9] Muhammed bin İsmail. 810 yılında günümüz Özbekistan’a bağlı Buhara’da doğdu. Bu sebeple Buharalı anlamında Buhari ismiyle tanındı. Hadis ilmine yön veren, sıhhat derecesine göre ve konu başlıklarına göre hadisleri bir araya getirme usulünü ortaya koydu. 16 yıl emek verip ezberindeki 600 bin hadisten derlediği “Sahîh” adlı kitabı Kur’ân’dan sonra en sağlam kaynak kabul edilir. Hadis ilminin en dahi âlimlerinden biridir. İmam Buhari’nin en seçkin meziyetlerinden birisi hadis almak için diyar diyar dolaşmasıydı. Semerkant yakınlarında 60 yaşında vefat etti.
[10] Müslim bin Haccâc. 821 yılında Nişabur’da doğdu. Ahmed b. Handel ve İmam Buhari başta olmak üzere pek çok seçkin âlimden faydalandı. Hadis tahsili için pek çok diyarı dolaştı. 15 yılda derlediği “Camiü’s-Sahih” eseri Buhârî’den sonra en muteber eserdir. 875 yılında Nişabur da vefat etti.
[11] Kütüb-i Sitte, İslam âleminde sıhhatiyle öne geçen, en itibar edilen “altı hadis kitabı” anlamındaki genel ifadedir.
[12] Mekke, hicretin 8. Yılında fethedildi.
[13] Hayber kalesi, hicretin 7. Yılında fethedildi.
[14] Şam, hicretin 12. Yılında (Miladi 634) Halid b. Velid tarafından Fethedildi.
[15] Irak, hicretin 15. Yılında Hz. Ömer’in hilafetinde Sa’d b. Ebu Vakkas tarafından Kadisiye savaşıyla fethedildi.
[16] İran, Miladi 633 ila 654 yılları arasında toplam 21 yıl süren savaşlarla İslam ordularınca fethedildi. Bu savaşların en önemlisi 645 yılında Sasani imparatorluğunun dağılmasına neden olan Nihavend savaşıdır.
[17] Kudüs, hicretin 16. Yılında (miladi 638) Hz. Ömer tarafından bizzat teslim alındı.
[18] Hz. Ebu Bekir, Mekke’nin ileri gelenlerindendi. Erkeklerden ilk Müslüman odur. Cahiliye döneminde de putlara veya cahiliye âdetlerine hiç bulaşmadı. Peygamberlerden sonra en makbul kişi olduğuna inanılır. Efendimiz (asm) ona ‘sıddık’ nâmını verdi. Başta hicret yolculuğu olmak üzere Efendimiz (asm)’dan hiç ayrılmadı. İlk İslam halifesi. Raşid halifelerin birincisi ve en faziletlisi. Efendimiz (asm)’ın kayınpederi. Kur’ân’ı iki cilt arasına toplatan ve İslam birliğini sağlayan dirayetli devlet başkanı. Hicretin 12 yılında tıpkı Peygamber Efendimiz (asm) gibi 63 yaşında vefat etti.
[19] Ömer İbn-i Hattab, Fil olayından 13 yıl sonra Mekke’de doğdu. İlk Müslümanlardandır. Peygamberimizin din ve devlet işlerindeki baş müşavirlerindendi. Bütün savaşlarda ve her durumda Efendimizin yanındaydı. Hz. Ebu bekrin halifeliğinde baş veziri. İslam’ın ikinci raşid halifesi. Mısır, Suriye, Lübnan, Filistin, Irak'ın tamamı ve İran'ın büyük bir kısmı onun hilafeti zamanında fethedildi. On yıl halifelik yaptı. O hayatta iken İslam tam bir ittifak içindeydi.
[20] Ebu Cehil, 570 yılında Mekke’de doğdu. İslam’ın en azılı düşmanıydı. İslam öncesi Ebu’l hakem (hikmetin, aklın babası) olan künyesi, Peygamber Efendimiz (asm) tarafından Ebu Cehil (hikmetin zıttı olan cehaletin babası) olarak değiştirildi. Bedir savaşında katledilinceye kadar müşriklerin reisiydi.
[21] Utbe, Peygamber Efendimize düşmanlığıyla tanınan Mekkeli müşrik reislerden biridir. Şiddetten ziyade diplomatik yollarla çözüm arardı. İstemeyerek de olsa Bedir savaşına katıldı. Savaşın başında Hz. Hamza ve Hz. Ali tarafından er meydanında katledildi.
[22] Ümeyye bin Halef, İslam’ın en azılı düşmanlarından biriydi. İslam öncesi Mekke toplumunun en ileri gelenlerinden biriydi. Bilal-i Habeşî’ye kızgın kumların üzerinde işkence eden kişi Ümeyye idi. Kâbe’nin hemen yanında Efendimize işkence eden ve bedduasına uğrayan birkaç kişiden biridir. Bu bedduanın etkisiyledir ki, Bedir günü katledildi.
[23] Übey İbn-i Halef, İslam öncesi Mekke toplumunun en etkili isimlerinden biriydi. Çürümüş bir kemiği eline alıp Efendimize gelerek “bu kemiklerin dirileceğini mi iddia ediyorsun” diyerek Yasin Suresi 78-79. Âyetlerin indirilmesine sebep oldu. Peygamber Efendimize gelerek “bir at beslediğini ve kılıcını her gün bilediğini o atın üstünde o kılıçla seni öldüreceğim” diye tehdit etmiş, Efendimiz (asm) da “inşallah ben seni öldürürüm” demiştir. Uhud savaşında Peygamber Efendimize saldırdığı esnada Efendimizin attığı mızraktan küçük bir yara aldı. Bu yara sebebiyle öldü. Böylece Efendimizin sözü gerçekleşti.
[24] Mûte savaşı, hicretin 7. Yılında (miladi 629) günümüz Ürdün ülkesi, El-Kerek vilayeti yakınlarında bir köy olan Mûte’de İslam ordusuyla Bizans ordusu arasında gerçekleşen ve planlı çekilmeyle sonuçlanan savaş. Medine ile mesafesi yaklaşık 1000 km’dir.
[25] Zeyd bin. Harise, Efendimizin azatlı kölesi ve evlatlığıydı. Efendimizden on yaş kadar küçüktü. Soylu bir ailenin çocuğu iken bir yolculukta kaçırılıp köle olarak satıldı. Hz. Hatice onu satın alıp Peygamber Efendimize hediye etti. O da azad etti. Ailesi kendisini bulduğu halde Efendimize köle olmayı özgür olmaya tercih etti. Efendimizin yanından hiç ayrılmadı. Kur’ân-ı Kerimde adı geçen tek sahabe odur. Bütün savaşlarda yer aldı. 629 yılında Mûte savaşında şehid oldu.
[26] Ca’fer bin. Ebu Talip, 590 yılında Mekke’de doğdu. Hz. Peygamberin amcasının oğlu ve Hz. Ali’nin abisiydi. İlk Müslümanlardandır. Habeşistana hicret etti ve kafileye başkanlık etti. Hicretin 7. Senesinde Hayber savaşının sonuçlandığı günlerde diğer muhacirlerle beraber geri döndü. Bir yıl sonra Mûte savaşında şehid oldu.
[27] Abdullah bin Revaha, İslam’ın keskin hatiplerinden ve şairlerinden biridir. Şiirini sadece İslam’a hizmet için kullanmıştır. Efendimiz (asm) onun için “Şiirleri müşrikler üzerinde oklardan daha etkilidir” buyurdu. Bütün savaşlarda yer aldı. Sahabe arasında ilim ve faziletiyle temayüz eden yedi Abdullah’tan biridir. 629 yılında Mûte savaşında üçüncü sırada şehid olan komutandır.
[28] Ya’la ibn-i Münebbih, Mekke’nin fethi günü Müslüman oldu. Huneyn, Tebük, Mûte ve Taif savaşlarına katıldı. 657 yılında Sıffîn savaşında Hz. Ali’nin safında şehid oldu.
[29] Hz. Osman, İslam’ın üçüncü halifesi. Daha dünyada iken cennetle müjdelenen, adı haya ve cömertlik ile özdeşleşen, kendisinden meleklerin bile haya ettiği seçkin sahabe. Efendimizin bir kızıyla evlenip onun vefatından sonra ikinci kızını evlendirdiği ve bu sebeple iki nur sahibi anlamında “Zinnureyn” unvanını alan bahtiyar. Peygamber Efendimizden beş yaş küçük idi. 656 yılında bir grup isyancı tarafından Medine’de kendi evinde Kur’ân okurken şehid edildi.
[30] Abdullah bin Zübeyr, hicretin ikinci yılında Medine’de doğdu. İsmini bizzat peygamberimiz (asm) koydu. Babası aşere-i mübeşşere’den Zübeyr bin Avvam, annesi Hz. Ebu Bekrin kızı Esma’dır. Sahabe arasında ilmiyle seçkin yedi Abdullah (abadile-i seb’a)’dan biridir. Emevî halifeliğine geçen Yezid’e biat etmeyerek 683 yılında Mekke merkezli olarak hilafetini ilan etti. 692 yılında şehid edilmesine kadar dirayet ve liyakatle hilafet icra etti.
[31] 683 yılından 692 yılına kadar Mekke merkezli icra edilen hilafet yönetimi. Emevî devletine karşı ilan edilmiş ve 692 yılında Haccâc-ı zalim tarafından çok şiddetli bir şekilde bastırılmıştır.
[32] Haccâc-ı zalim, 661 yılında Taif’te doğdu. Mensup olduğu Sakîf kabilesi Emevî devletiyle yakın ilişki içerisinde olduğundan 691 yılında Hicaz bölge valisi tayin edildi. Bütün gücüyle Emevî sultanları için mücadele eden ve bu uğurda aşırı derecede şiddetli önlemlere başvuran Haccâc, yaklaşık 25 yıl valilik yaptı. 714 yılında Vasıt’ta öldü.
[33] Emevîler, İslam tarihinde hanedana dayalı olarak kurulan ilk devlettir. 661 ila 750 yılları arasında hüküm sürdü. Adını kurucusu olan Hz. Muaviye’nin mensup olduğu beni Ümeyye kabilesinden alır. İslam toplumunda birlik sağlandıktan sonra doğuda Sind’den Afganistan’a, batıda güney Fransa’ya kadar olan Endülüs toprakları ve kuzey Afrika bütünüyle fethedildi. İdarecilerinin birçoğu zalim olmasına rağmen ikinci Ömer diye anılan Ömer bin. Abdülaziz gibi halifeler de çıkmıştır.
[34] 1. Yezid, 648 yılında Şam’da doğdu. 670 yılında yapılan ilk İstanbul muhasarasına komuta etti. 680 yılında babasının vefatı üzerine saltanata dönüşen halifeliği devraldı. Sefahat içinde yaşaması sebebiyle halkın şiddetli nefretine uğradı. Hilafetini tanımayan Hz. Hüseyin ve aile efradından 70 kişiyi katlettirdi. Çok değil üç yıl altı ay süren saltanatın ardından 683 yılında vefat etti.
[35] 2. Velid, hicretin 90. (miladi 709) yılında Şam’da doğdu. Uzun süren veliahtlık sürecinden sonra 35 yaşında hilafete geçti. Sefahatle dolu bir hayatı vardı. Öyle ki halifeliğe geçtiğini öğrendiğinde bunu içki içerek kutladı. Oldukça zalim davranışlarıyla Emevî devletinin yıkılmasına önemli sebeplerden biri oldu. Her türlü kötülüğü yapabilecek bir yaratılışta olduğu ve mukaddes değerlerle alay ettiği nakledilir. Bir yıldan az fazla bir süre başta kaldı. Sığındığı bir sarayda isyancılar tarafından katledildi.
[36] Abbasî Devleti, 750 yılından 1258 yılına kadar yaklaşık 500 yıl İslam coğrafyasının büyük bölümüne hâkim olan devlettir. İsmini Peygamber Efendimizin amcası Hz. Abbas’tan alır. Hilafeti babadan oğula şeklinde devam ettirmişlerdir. Harun Reşid zamanında en istikrarlı yapıya ve geniş topraklara ulaştı. Moğollar tarafından yıkıldı.
[37] Cengiz Han, 1162 yılında doğdu. 1206 ila 1227 yılları arasında hüküm sürdü. Bütün Moğolistan’ın kağanı anlamında ‘Cengiz Han’ unvanını aldı. Yaptığı hiçbir savaşı kaybetmedi. Kurduğu devlet dünyanın en hızlı büyüyen ve en geniş topraklarına hükmeden devleti oldu. Başta Semerkant, Buhara olmak üzere İslam’ın en parlak ilim merkezlerini yakıp, yıkıp talan ettirdi.
[38] Hülagü Han, Cengiz Han’ın torunu ve devletinin varisi. İlhanlılar devletinin kurucusu. Abbasî hilafetine son veren ve sadece Bağdat’taki iki milyon Müslüman nüfusu kılıçtan geçiren, bütün kitapları Dicle nehrine attırıp İslam’ın 600 yıllık birikimini yok eden kişi.
[39] Sa’d bin Ebu Vakkas, 592 yılında Mekke’de doğdu. Efendimizin “anam babam sana feda olsun” dediği bahtiyar insan. Daha dünyada iken cennetle müjdelenen on seçkin sahabeden biri. İslam orduları baş komutanlığı yapan ve İran’ı fetheden kahraman. Hicretin 55. Yılında son 20 yıl boyunca yarı inziva hayatı yaşadığı Akik’te vefat etti. Bedir savaşında giydiği kaftanına sarılarak baki kabristanına defnedildi.
[40] Necaşî Ashame, henüz küçük bir çocuk iken babasına yapılan ihtilal sebebiyle Arabistan’a gönderildi. Çocukluğu çöllerde geçti. Tahtın başka varisi kalmaması nedeniyle Habeşistan’da tahta çıktı. Mekkeli müşriklerin baskı ve işkencelerinden bunalan müminlere kucak açtı. Efendimizin davet mektubuna olumlu karşılık verdi. Tabiindendir. Keşke şu saltanata bedel o zatın terliklerini taşısaydım dediği rivayet edilir. Hicretin 9. Yılında vefat etti. Efendimiz (asm) onun için gıyabî cenaze namazı kıldırdı
[41] Ömer İbn-i Hattab, Fil olayından 13 yıl sonra Mekke’de doğdu. İlk Müslümanlardandır. Peygamberimizin din ve devlet işlerindeki baş müşavirlerindendi. Bütün savaşlarda ve her durumda Efendimizin yanındaydı. Hz. Ebu bekrin halifeliğinde baş veziri. İslam’ın ikinci raşid halifesi. Mısır, Suriye, Lübnan, Filistin, Irak'ın tamamı ve İran'ın büyük bir kısmı onun hilafeti zamanında fethedildi. On yıl halifelik yaptı. O hayatta iken İslam tam bir ittifak içindeydi.
[42] Said Nursi, Zülfikâr, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 237-240