28. Lema'da, "Celcelûtiye’nin Risâle-i Nûr’a işaretini te’yîd eden cây-ı dikkat bir tevâfuk var..." diye başlayan kısmı, devamıyla birlikte cümle cümle izah eder misiniz?
Celcelûtiye’nin Risâle-i Nûr’a işaretini te’yîd eden cây-ı dikkat bir tevâfuk var. Şöyle ki:
Celcelûtiye kasidesinin Risale- Nur’a dair işaretlerini destekleyip kuvvetlendiren dikkat çekici bir tevafuk bulunmaktadır. Şöyle ki:
Bu sırlı ve cifirli kasîdenin cifrî hesâbî rakamları, her satırın altında matbû‘ olarak yazılmış. O rakamlar ayrı ayrıdırlar. Fakat Risâle-i Nûr’dan bahsettiği yerde o cifrî rakamlar, resmen kabûl edilen mîlâdî tarihe tevâfuk ediyor. Ve o tarihin târîh-i kabûlünü ve Risâle-i Nûr’un perde altında tenvîrinin tarihini gösteriyor. Bin dokuz yüz yirmi dokuzdan (m. 1929) tâ otuz dokuza (m. 1939), tâ kırk dörde (m. 1944) kadar gösterir.
Hazret-i Ali Efendimizin ebced ve cifir hesabıyla yazdığı sırlarla dolu olan Celcelûtiye kasidesinde, cifir hesabıyla ortaya çıkan rakamlar her satırın altında yazılı olarak basılmış. O baskılarda, her satırın rakamı ayrı ayrıdır. Fakat Celcelûtiye’nin Risale-i Nur’dan bahsettiği yerlerin cifir hesabına göre rakamsal değerleri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin resmen kabul ettiği Miladî tarihe[1] tevafuk etmektedir. Ve miladî tarihin kabul tarihini (m. 1926) göstermektedir. Aynı zamanda Risale-i Nur’un perde altında gizli bir şekilde parlaması ve içindeki iman dersleriyle insanları nurlandırması zamanını da (m. 1935) tam olarak bildirmektedir. Miladî 1929 senesinden 1939’a, tâ 1944 senesine kadar açıkça göstermektedir.
Otuz iki sahîfeden ibâret olan o kasîdenin yalnız bir-iki yerinde bu zamanın mîlâdî tarihini gösterir. Zannederim ki öteki yerde dahi, bu zamandan bahsediyor. Daha tam anlayamadım.
Otuz iki sayfadan oluşan Celcelûtiye kasidesinin yalnızca bir iki yerindeki cümlelerin rakamsal değerleri, bu zamanın miladî tarihi olan 1935 senesini göstermektedir.
Yine Hazret-i Üstad, bu kasidedeki başka bir cümlenin bu zamandan bahsettiğini zannetmekte, ancak daha tam anlayamadığını söylemektedir. Bahse konu cümlenin hangisi olduğu ile alakalı Bediüzzaman Hazretlerinden net bir bilgi gelmemektedir.
Hem başta Sûre-i İhlâs ile işaret edilen vefk-i müselles[2], bin üç yüz elli bir (m. 1935) eder. Hem bu işâret-i Aleviyeye bu da îmâ eder ki, o kasîdenin nısf-ı evvelinde yetmiş fıkrada on yedi def‘a ‘Nûr’ kelimesini tekrar ediyor. (Hâşiye-1) Ve müteaddid def‘alar Süryânîce bedî‘ ma‘nâsında olan Celcelûtiye kelimesini öyle ehemmiyetli zikrediyor ki, kasîdenin ismi Celcelûtiye olmuştur.
Hem Hazret-i Ali Efendimizin Risale-i Nur’dan haber verdiğine dair gizli bir işaret de şudur: Celcelûtiye’nin ilk yarısının yetmiş cümlesinde on yedi defa ‘Nur’ kelimesi geçmektedir. Yine Hazret-i Ali Efendimiz bu kasidesinde pek çok defalar Süryanice ‘bedî’ anlamında olan Celcelûtiye kelimesinden öyle ehemmiyetli bir şekilde söz edip bahsetmektedir ki, kasidenin ismi Celcelûtiye[3] olmuştur.
Hâşiye-1: Risâle-i Nûr’un sebeb-i tesmiyesi on yedi cihetle nûr ile alâkadâr olduğundan, on adedden ziyâdesi Risâle-i Kader’in mesâil-i müteferrikasının âhirinde zikredilmiştir. Bu latîf tevâfuk ma‘nâsız olamaz.
Bediüzzaman Hazretlerinin telif ettiği tefsirine Risale-i Nur ismini vermesinin sebebi, on yedi tarzda ‘Nur’ ile alakadar olmasındandır. Bunların da ondan fazlası Kader Risalesi’nin farklı konularının son kısmında sayılmıştır. Celcelûtiye’deki on yedi adet ‘Nur’ kelimesinin geçmesi elbette güzel bir tevafuktur ve çok mühim bir gerçeği içinde barındırmaktadır. Evet, bu hoş tevafuka ve işarete bakarak, “Hazret-i Ali Efendimiz Risale-i Nur’la çok alakadardır” diyebiliriz.
Risale-i Nur külliyatına bu ismin veriliş sırrını bir yerde Hz. Üstad şöyle açıklar:
“Altıncı Küçük Bir Mes’ele: Otuz üç aded Sözlerin ve otuz üç aded Mektubların mecmûuna Risâletü’n-Nûr nâmı verilmesinin sırrı şudur ki: Bütün hayatımda ‘Nûr’ kelimesi her yerde bana rast gelmiştir. Ezcümle, karyem Nûrs’dur. Merhume vâlidemin ismi Nûriye’dir. Nakşî üstâdım Seyyid Nûr Muhammed’dir. Kādirî üstâdım Nûreddîn, Kur’ân üstâdlarımdan Nûrî, talebelerimden benimle en ziyâde alâkadârı Nûr isimli bulunanlardır. Kitaplarımı en ziyâde îzâh ve tenvîr eden, Nûr misâlidir. Kur’ân-ı Hakîm’deki en evvel aklıma, kalbime parlayan ve fikrimi meşgul eden, اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ مَثَلُ نُورِه۪ كَمِشْكٰوةٍ âyetidir (Nûr âyeti). Hem hakāik-i İlâhiyede müşkilâtımın ekserîsini halleden Esmâ-yı Hüsnâ’dan Nûr ism-i nûrânîsidir. Hem Kur’ân’a şiddet-i sevk ve inhisâr-ı hizmetim için hususî imamım Zinnûreyn’dir.” [4]
Burada ve Risale-i Nur’un birkaç farklı yerinde Risale-i Nur’un ‘Nûr’ kelimesi ile irtibatı sadedinde 10 kadar madde sayılmaktadır. Geri kalan yedi tarzdaki irtibatı ilgili olarak Bediüzzaman Hazretleri herhangi bir bilgi vermemektedir. Muhtemel ki söylenmemesi ve ilan edilmemesi gereken maddeler ki gizli kalmıştır. Haliyle bu konuda yapılan tüm yorumlar, şahsî kanaat ve tahminden öteye geçmeyecektir.
Risâle-i Nûr esmâ-yı Hüsnâ içinde ism-i Nûr, ism-i Hakîm ve ism-i Bedî‘in mazharıdır. Ve zâhirinde, tarz-ı beyânında ism-i Bedî‘in cilvesi görünüyor.[5]
Risale-i Nur Allah’ın güzel isimleri içinde Nûr, Hakîm ve Bedî[6] isimlerinin tecellilerine nâil olmuştur. Yani Nur Risalelerinde daha çok Nûr, Hakîm ve Bedî isimlerinin yansımaları görünmektedir. Meseleleri izah ederken, ifadelerinde ve anlatım tarzında hep Allah’ın Bedî isminin tecellileri görünmektedir.
Evet, Risale-i Nur’un iman ve Kur’ân hakikatlerini izah ve ispat tarzı mükemmeldir. Kendine has şirin, tatlı ve ikna edici bir metodu vardır. Tüm risalelerinde imanın ve Kur’ân’ın hakikatlerini izah etmektedir. Bu hakikatleri açıklarken genelde ‘güneş ve nûr’ misallerini kullanması da manidardır.
Yine Risale-i Nur, kâinattaki her bir varlığın yaratılış gayelerini, faydalarını ve gördükleri vazifelerini yani ‘hikmetlerini’ ortaya koyarak Allah’ın varlığını, birliğini ve sonsuz hikmetini açıklamaktadır.
Bu izahlarında en zor ve kapalı hakikatleri bile eşine az rastlanır bir tarzda ‘benzersiz’ bir şekilde izah ve ispat etmektedir. Bu yönüyle Allah’ın Nûr, Hakîm ve Bedî isimlerinin tecelli ve yansımaları, Risale-i Nur’da çok parlak bir şekilde görünmektedir.
[1] Miladî Takvim: 6 Aralık 1925’te çıkarılan 698 sayılı Kanun'la Türkiye Cumhuriyeti’nde resmî devlet takvimi olarak miladî takvim kabul edildi. Ülkede 1 Ocak 1926’dan itibaren miladî takvim kullanılmaktadır.
[2] Vefk-i müselles: Üçlü vefk; bir âyet veya ibarenin ebced ve cifir değerleri esas alınarak, dağıtıldığı ve üç rakamının karesi biçiminde dokuz küçük kareden oluşan tılsımlı kare alan.
[3] Celcelûtiye: Peygamber Efendimizin (sav) derslerine istinâden, aslı cifir ve ebced hesâbı ile alâkalı olarak Hz. Ali (ra) tarafından te'lif edilen Süryânice bir kasidedir. Esas mânası; bedi' demektir. Celcelûtiye’nin konusu; aslen Allah Teala’ya karşı, Esma-i Hüsnası ve Kur’ân surelerinin isimleriyle yapılan bir münacattır. İçinde İsm-i Azam’ı taşıyan bu dua, ilm-i cifir ve ebced hesabı kaideleriyle gelecekten bazı haberlerin şifrelerini de taşır. Celcelûtiye hakkında detaylı malumat için bkz: https://risale.online/soru-cevap/celcelutiye
[4] Said Nursi,Barla Lahikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s.315
[5] Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s.120-121
[6] Bedî ismi: Bir benzeri ve misli olmayan Allah (cc).
Nûr ismi: Âlemleri, gönülleri, zihinleri aydınlatan Allah (cc).
Hakîm ismi: Son bulması tasavvur edilemeyen daimi ve ezelî en yüksek ilme sahip olan, künhünü kendisinden başkasının tam manasıyla bilemeyeceği bir ilimle bilen, gerçek hikmet sâhibi olan Allah (cc). (Kubbealtı Lügatı)