28. Lema'daki şu soruyu ve cevabını cümle cümle izah eder misiniz?
"Sonra sordum: “Ercûze’nde benden bahs ile, ‘Kendini muhâfaza et!’ demişsin. Hem tam vaktinde emrinizi gördük. Fakat kendimizi muhâfaza edemedik. Bu belâya düştük. Şahsımdan binler def‘a daha ehemmiyetli olan Risâle-i Nûr’dan bahs ve işaretin yok mu?” dedim."
Sonra sordum: “Ercûze’nde benden bahs ile, ‘Kendini muhâfaza et!’ demişsin. Hem tam vaktinde emrinizi gördük. Fakat kendimizi muhâfaza edemedik. Bu belâya düştük. Şahsımdan binler def‘a daha ehemmiyetli olan Risâle-i Nûr’dan bahs ve işaretin yok mu?” dedim.
Sonra Üstad, Hazret-i Ali Efendimize şöyle bir soru sorar: Ercûze’nde benden bahsederek “Kendini muhafaza et!” demişsin. Emrinizi tam vaktinde gördük. Fakat maalesef kendimizi muhafaza edip koruyamadık ve bu belaya yani Eskişehir hapsine düştük. Ercûze’nde benden bahsettiğin gibi şahsımdan binler defa daha ehemmiyetli ve kıymetli olan Risale-i Nur’a dair bahis ve işaretin yok mu?
Gerçekten de 18. Lem’a’da Hazret-i Ali Efendimiz Bediüzzaman Hazretlerinden bahsetmekte ve onu bu zamanın fitnelerine karşı şöyle uyarmaktadır:
فَسْئَلْ لِمَوْلَاكَ الْعَظ۪يمِ الشَّأْنِ ٭ يَا مُدْرِكًا لِذٰلِكَ الزَّمَانِ ٭ بِاَنْ يَق۪يكَ شَرَّ تِلْكَ الْفِتْنَةِ ٭ وَشَرَّ كُلِّ كُرْبَةٍ وَمِحْنَةٍ
“O zamana yetişen ve âlimlerden olan insan! Cenâb-ı Hak’tan o fitnenin şerrinden muhafaza için sana ders verdiğim ism-i azamla dua et!”[1] Hazret-i Ali Efendimiz Ercûze Kasidesi’nde, insanları doğru yoldan saptıran, ilmini dünya kazancına, mala ve mevkiye kavuşmaya vesile yapan kötü âlimleri manen tokatladığı yerde, Bediüzzaman Hazretlerine iltifat etmekte, ona yol göstermekte ve ders verdiği tarzda Sekine duasıyla o zamanın şer ve fitnelerinden korunmasını Hz. Üstad’a emretmektedir.[2]
Dedi: “Yalnız işaret değil, belki Celcelûtiyemde tasrîh ediyorum.” Ben bu cevabdan sonra, kasâid-i Aleviyeden en meşhur ve en ziyâde esrârlı olan Celcelûtiye kasîdesinde bu fıkrayı gördüm: تُقَادُ سِرَاجُ النُّورِ سِرًّا بَيَانَةً ٭ تُقَادُ سِرَاجُ السُّرْجِ سِرًّا تَنَوَّرَتْ Dikkat ettim, sarâhat derecesinde Risâle-i Nûr’a bakar.
Bu soru üzerine Hazret-i Ali Efendimiz şöyle der: “Yalnız işaret[3] değil, belki Celcelûtiye’mde[4] açıkça ifade edip anlattım.” Hz. Üstad bu cevap üzerine Hazret-i Ali’nin (ra) kasideleri içinde en çok bilinen ve içinde en çok gayba dair sırları barındıran Celcelûtiye kasidesine bakar ve karşısına şu cümle çıkar: “Nur lambası gizli bir şekilde açıklanarak tutuşturulur. Lambaların lambası gizli bir şekilde nurlanmış olarak tutuşturulur.”[5] Bunun üzerine Bediüzzaman Hazretleri bu cümleye dikkatlice baktığını ve Hz. Ali’nin (ra) bu cümlesiyle sarahat[6] derecesinde açık ve net olarak Risale-i Nur’a bakıp ondan haber verdiğini ifade etmektedir.
Ezcümle; Siracü’n-Nûr bir tek fark ile tam ve aynen Risâle-i Nûr’dur. Çünki Siracü’n-Nûr’da (ج، ل، الف) ile beraber otuz dört eder. Risâlede (ل، ه) otuz beş eder ki, bir tek fark var. O tek fark elif’tir. O da bine işaret eder.
Örneğin, “Siracü’n-Nûr” yani ‘Nur kandili’ ifadesi ebced olarak tek bir farkla aynen “Risale-i Nur” olmaktadır. Tek bir fark kalıyor, o da ebced değeri bir olan ‘elif’ harfidir. Arapçada ‘elif’ harfiyle 1000 manasındaki ‘elfün’ aynı yazıldığından (الف)[7] bazen ‘elif’ bine işaret etmektedir.
“Siracü’n-Nûr” ile “Risale-i Nur” ifadelerini ebced değeri bakımından sadece bir farkın olduğu görülecektir. Şöyle ki:
İki ifadede de ‘nur’ kelimesi bulunmakta. Haliyle ‘nur’ kelimelerini ve her iki ifadedeki ortak olan (ا س، ر) harflerini çıkarınca “Siracü’n-Nûr” ifadesinde (ج، ل، الف) harfleri kalmakta ve bu üç harfin ebced değeri 34 etmektedir. “Risale-i Nur” ifadesinde de farklı olarak (ل، ه) harfleri kalıp bu iki harfin de ebced değeri 35 etmektedir.
Hem birinci fıkra cifir ve ebced hesabıyla bin üç yüz elli veya elli iki eder ki, bu tarih Risâle-i Nûr’un gizlenmesine ve gizli parlamasına ve iştiâline tam tevâfuk eder.
Hem birinci cümle olan “سِرَاجُ النُّورِ سِرًّا بَيَانَةً” (Nur lambası gizli bir şekilde açıklanarak tutuşturulur.) fıkrası ebced ve cifir hesabına göre rumî 1350 veya hicrî 1352 (m. 1934) senesine denk gelir. Bu tarih ise Eskişehir Hapsi sebebiyle Risale-i Nur’un gizlenmesine, gizli parlaması ve yayılması zamanına tam tevafuk etmektedir. Demek ‘Nur lambası’ olan Risale-i Nur, bu hapis müddetince görünüşte bitmiş, sönmüş ve mağlup olmuş gibi görünse de gerçekte iman ve Kur’ân nurları sönmeyecek, bitmeyecek ve gizlice yayılmasına devam edecek. Aynen Hazret-i Ali Efendimizin dediği gibi de olmuştur.
Eğer بَيَانَةً kelimesi sayılmazsa o vakit سِرًّا kelimesinin âhirindeki tenvîn, nûn sayılır. Bin üç yüz otuz üç veya otuz beş (m. 1919) olur ki, bu tarih Risâle-i Nûr’un mebde’-i intişârıdır.
Eğer “سِرَاجُ النُّورِ سِرًّا بَيَانَةً” (Nur lambası gizli bir şekilde açıklanarak tutuşturulur.) fıkrasındaki
بَيَانَةً “açıklanarak” kelimesi sayılmazsa o vakit سِرًّا “gizli bir şekilde” kelimesinin sonunda bulunan tenvin, nûn ebced hesabına katılır ve sayılır. Bu durumda cümlenin rakamsal değeri Hicrî 1333 veya Rumî 1353 (m. 1919) olur. Miladî 1919 senesi ise Risale-i Nur’un insanlara ulaşmaya ve yayılmaya başladığı zamanın başlangıcını göstermektedir. Zira bu tarih; bütün Risale-i Nur Külliyatının bir fihristesi, bir listesi ve o Nur bahçesinin bir fidanlığı olan “İşaratü’l i’caz”[8] tefsirinin Hz. Üstad tarafından İstanbul matbaalarında bastırıp muhtaçlara ücretsiz dağıtıldığı tarihi göstermektedir.
İkinci fıkra olan تُقَادُ سِرَاجُ السُّرْجِ سِرًّا da سِ رَاجُ السُّرْجِ yine on farkla Risâle-i Nûr’a ve farksız ‘Risâle-i Nûrî’ tevâfuk etmekle beraber, tamam fıkra cifir ve ebced hesabıyla bin iki yüz doksan üç (m. 1877) eder ki, Risâle-i Nûr müellifinin târîh-i velâdetidir.
İkinci fıkra olan تُقَادُ سِرَاجُ السُّرْجِ سِرًّا “Lambaların lambası gizli olarak tutuşturulur.”[9] Cümlesindeki سِرَاجُ السُّرْجِ “Lambaların lambası” kısmı, ebced hesabına göre on farkla ‘Risale-i Nur’ kelimesine ve farksız tam olarak ‘Risale-i Nurî’[10] kelimesine tevafuk etmektedir.
Aynı zamanda bütün fıkranın ebced ve cifir hesabına göre rakamsal değeri Rumî 1293 (m. 1877) etmektedir. Bu tarih, Risale-i Nur Külliyatının müellifi olan Bediüzzaman Hazretlerinin dünyaya geliş tarihidir.
Demek Hazret-i Ali Efendimiz bu fıkrasıyla hem Risale-i Nur’dan hem de Bediüzzaman Hazretlerinden haber vermektedir.
Ve سِرًّا deki tenvîn nûn olsa, bin üç yüz kırk üç (m. 1927) olur ki, Risâle-i Nûr’dan Onuncu Söz’ün intişârıyla ile parlaması zamanıdır.
Yine سِرًّا “Gizli bir şekilde” kelimesindeki tenvin nûn ebced hesabına katılsa o vakit cümlenin rakamsal değeri Rumî 1343 (m. 1927) olur. Bediüzzaman Hazretleri Barla’ya sürgün olarak gönderildiği sene, Risale-i Nur külliyatından ilk olarak Onuncu Söz-Haşir Risalesi’ni’ te’lif etmiş ve İstanbul’a göndererek matbaada bastırmıştır. 1927 senesinde bu risalenin yazılması ve yayılması ile Risale-i Nur kendini göstermiş, bilinmiş, tanınmış ve parlamıştır.
Hazret-i Üstad’ın te’life haşir, yani öldükten sonra dirilmeyi ispat eden bir risale ile başlaması rastgele bir şey olmayıp tamamen kaderin bir sevkiydi. Çünkü o sırada gizli dinsizlik komitesi, memleket çapında açıktan bir kampanya ile âhiret hayatını inkâr etmeye hazırlanıyordu. İşte tam bu sırada Haşir Risalesi ortaya çıkmış ve onların âhireti açıktan açığa inkâr etme noktasındaki cesaretlerini kırmıştır.
Eğer اَلسُّرْجِ deki şeddeli (س) iki (س) sayılsa, o vakit bin üç yüz elli üç (m. 1935) eder ki, bu tarih Risâle-i Nûr’un bir musibet neticesinde muvakkat gizlenmesine ve gizli perde altında parlamasına ve tenvîrine tam tevâfuk eder.
Eğer اَلسُّرْجِ “Lambalar” kelimesindeki şeddeli ‘sin’ harfi çift okunsa, o zaman bu cümlenin ebced değeri Hicrî 1353 (m. 1935) olur. Bu tarih, Eskişehir Hapsi sebebiyle Risale-i Nur’un gizlenmesi, gizli parlaması ve içindeki iman dersleriyle insanları nurlandırması zamanına tam tevafuk etmektedir.
Acaba Hazret-i Alî radıyallâhü anh gibi, esrâr-ı hurûf ve cifir ilminde üstâd-ı mutlak; ve Celcelûtiye gibi cifirli, ebcedli, sırlı bir kasîdesinde bu ma‘nâ cihetiyle ve cifir i‘tibâriyle ve hakîkat noktasında ve vâkıaya mutâbakatı haysiyetiyle ve muktezâ-yı hâle muvâfık olan müteaddid ve ma‘nîdâr tevâfukāt-ı acîbesi tesâdüf olabilir mi? Hâşâ olamaz! Belki Hazret-i İmâm-ı Alî radıyallâhü anhın bir kerâmetidir. Ercûze’deki çok zâhir olan meşhur kerâmetini te’yîd ve onunla teeyyüd eder.[11]
Acaba Hazret-i Ali Efendimiz, İslâm âlimlerinin nezdinde, harflerin sırlarından bahseden ebced[12] ve cifir ilminde tartışmasız bir şekilde üstad kabul edilen ve bu alanda söz sahibi olan bir zattır.
Celcelûtiye[13] ise Hazret-i Ali Efendimizin Allah’ın izniyle ebced ve cifir hesabı kaidelerine göre gelecekle alakalı bazı haberleri şifreli olarak bildirdiği sırlarla dolu bir kasidesidir.
Bu kasidesinde hem anlam bakımından hem tarih itibariyle hem hakikat noktasından hem de söylenenle meydana gelen hadisenin tam örtüşmesi itibariyle Hazret-i Ali Efendimizin 1400 sene öncesinden verdiği haberlerin, meydana gelen hadiselerle ve şahıslarla tam uygunluk göstermesi ve pek çok kez anlamlı ve şaşırtıcı bir şekilde tevafuk edip uygun düşmesi hiç tesadüfen olabilir mi? Asla tesadüf eseri olamaz. Şüphesiz bu durum, Hazret-i Ali Efendimize ait bir keramettir, başka bir şey olamaz.
Hem Hz. Ali’nin (ra) bu kasidesindeki kerametleri, Ercûze[14] kasidesindeki çok açık olan meşhur kerametini doğrulamaktadır. Hem de oradaki işaretleriyle Celcelûtiye kasidesindeki haberlerini de destekleyip kuvvetlendirmektedir. Zira İmam Ali (ra) hem Ercûze hem de Celcelûtiye kasidelerinde Hazret-i Üstad’dan ve Risale-i Nur’dan detaylı bir şekilde haber vermektedir.
[1] Ercûze Kasîdesi, Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî, Mecmuatu’l-Ahzab, (Şazeli cildi),s. 596.
[2] Bu meselenin detaylı izahı için bkz: 18. Lem’a şerhi.
[3] İşaret; bir şeyin var olduğunu, meydana çıktığını gösteren belirti, alâmet, iz ve nişan gibi anlamlara gelmekle beraber bir şeyi bir vasıta ile (el, göz, kaş veya parmakla) göstererek bildirmek anlamlarına gelir.
[4] Celcelûtiye: Peygamber Efendimizin (sav) derslerine istinâden, aslı cifir ve ebced hesâbı ile alâkalı olarak Hz. Ali (ra) tarafından te'lif edilen Süryânice bir kasidedir. Esas mânası; bedi' demektir. Celcelûtiye’nin konusu; aslen Allah Teala’ya karşı, Esma-i Hüsnası ve Kur’ân surelerinin isimleriyle yapılan bir münacattır. İçinde İsm-i Azam’ı taşıyan bu dua, ilm-i cifir ve ebced hesabı kaideleriyle gelecekten bazı haberlerin şifrelerini de taşır.
Celcelûtiye hakkında detaylı malumat için bkz: https://risale.online/soru-cevap/celcelutiye
[5] Celcelûtiye Kasîdesi, Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî, Mecmuatu’l-Ahzab, (Şazeli cildi),s. 509.
[6] Sarâhat; tam ve kesin biçimde belirli olma durumu, ifadede açıklık, şüpheye ve tereddüte yer bırakmayacak şekilde açık anlatım gibi manalara gelmektedir.
[7] Ebced hesabına göre ‘Elif’ harfinin rakamsal değeri, birdir. Bununla beraber Arapçada elif harfinin yazılışı ile 1000 manasındaki ‘Elfün’ kelimesinin yazılışı aynıdır. Böyle olduğundan bazen ebced ilminin inceliklerinden birisi olarak o tek fark olan ‘elif’, bin manasındaki ‘elfün’ olarak kabul edilerek çıkan rakamın baş kısmına yazılır. Bu tür gaybdan gelen işaretlerden çıkarımlar yapılırken (الف): Elif/Elfün eşleşmesi sıklıkla yapılmaktadır. Bu da bu ilmin inceliklerinden birisidir.
[8] İşaratü’l i’caz tefsirinin nerede ve nasıl telif edildiği ile alakalı detaylı malumat sahibi olmak için bkz: https://risale.online/soru-cevap/isaretul-icaz-i-2
[9] Celcelûtiye Kasîdesi’nden.
[10] Risale-i Nurî kelimesi, ‘Nura ait Risale’ demek olup ‘Nur Risalesi’ anlamındaki Risale-i Nur’la aynı manaya gelmektedir.
[11] Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s.119-120
[12] Ebced hesabı; “Arap alfabesinin ilk tertibi; harflerin taşıdığı sayı değerlerine dayanan hesap sistemi” şeklinde tarif edilmektedir. Yani harflerin aritmetik değerleriyle mana ifade etmesidir. (ا) Elif 1, (ب) Be 2, (م) Mim 40, (ص) Sad 90, (خ)Hı 600 gibi. Herkes bu rakamlara dayanarak yapılan hesapların sağlamasını yapabilir. Fakat bu ilim manevi ilimlerden olduğu için herkesin bununla neticeye ulaşması mümkün değildir.
[13] Celcelûtiye: Peygamber Efendimizin (sav) derslerine istinâden, aslı cifir ve ebced hesâbı ile alâkalı olarak Hz. Ali (ra) tarafından te'lif edilen Süryânice bir kasidedir. Esas mânası; bedi' demektir. Celcelûtiye’nin konusu; aslen Allah Teala’ya karşı, Esma-i Hüsnası ve Kur’ân surelerinin isimleriyle yapılan bir münacattır. İçinde İsm-i Azam’ı taşıyan bu dua, ilm-i cifir ve ebced hesabı kaideleriyle gelecekten bazı haberlerin şifrelerini de taşır.
[14] Ercûze Kasidesi; Hazret-i Ali Efendimizin kendi halifeliği döneminde hicretten otuz sene sonra Kûfe’deyken yazdığı sırlarla dolu meşhur şiir kitabıdır. Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi’nin Mecmuatu’l-Ahzab adlı üç ciltlik eserinin 582-597 sayfaları arasında geçmektedir. Ercûze’nin konusu ve asıl maksadı şunlardır:
İsm-i Âzam’ı içinde barındıran “Ferd, Hayy, Kayyum, Hakem, Adl ve Kuddüs” isimlerinin ehemmiyet ve kıymetini açıklamak.
Hem gelecek asırlarda meydana gelecek olan gizli, gaybî ve sırlı bazı mühim işlere ism-i azamla irtibatlandırarak işaret etmek.
İslâmiyet’in kuruluşunda ve doğru usullerle sağlam bir şekilde bina edilmesinde Hazret-i Ali Efendimizin ortaya koyduğu gayret ve çabalarına işaret etmek.
Hazret-i Ali Efendimizin Ercûze Kasidesi’nde haber verdiği gayba dair işaretlerin detaylı izahı için bkz: https://risale.online/soru-cevap/18-lema-13