Soru

19. Mektub (Mucizat-ı Ahmediye Risalesi) Şerh ve İzahı-4

19. Mektub’un "Üçüncü Nükteli İşareti’ni" cümle cümle izah eder misiniz?

Tarih: 18.06.2025 23:39:03

Cevap

Üçüncü Nükteli İşaret:

On Dokuzuncu Mektubun Üçüncü Nükteli İşareti

Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mu‘cizâtı çok mütenevvi‘dir.

Resul-i Ekrem (asm)’ın mucizeleri çok çeşitlidir.

Risâleti umûmî olduğu için, hemen ekser envâ‘-ı kâinâttan birer mu‘cizeye mazhardır.

Peygamberliği bütün insanlığı ve bütün varlıkları kapsadığı için, varlıkların birçok çeşidiyle ilgili birer mucize göstermiş.

Güya, nasıl ki bir pâdişâh-ı zîşânın bir yâver-i ekremi, mütenevvi‘ hediyelerle muhtelif akvâmın mecmaı olan bir şehre geldiği vakit, her tâife onun istikbâline bir mümessil gönderir.

İhtişamlı bir devletin büyük ve şanlı bir padişahı olsa; o padişah en liyakatli ve halkı tarafından yüksek bir sevgiye mazhar olan şerefli bir yaveri bulunsa… Padişah, yaverini elinde çok çeşitli hediyelerle birlikte çok çeşitli milletlerin bir arada yaşadığı bir şehrine gönderse… Her millet ‘padişahın hususi elçisi ve yaveri olan zâtı’ karşılamak için özel birer temsilci gönderir.

Kendi tâifesi lisânıyla ona hoş-âmedî eder, onu alkışlar.

Her millet kendi diliyle gelen o yavere ‘hoş geldin’ der ve ona alkış tutarlar.

Öyle de Sultân-ı ezel ve ebedin en büyük yâveri olan Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm,

Allah, ezel[1] ve ebed[2] sultanıdır. Allah’ın en büyük yaveri olan Resul-i Ekrem (asm),

âleme teşrîf edip ve küre-i arzın ahâlisi olan nev‘-i beşere meb‘ûs olarak geldiği ve umum kâinâtın Hâlik’ı tarafından umum kâinâtın hakāikine karşı alâkadâr olan envâr-ı hakîkat ve hedâyâ-yı ma‘neviyeyi getirdiği zaman,

bu âlemi şereflendirip, yeryüzü sakinlerinin en kıymetlisi ve başkanı olan insanlara, “bütün varlıkların yaratıcısı olan Allah tarafından,” bütün varlıkları doğrudan ilgilendiren hakikat nurlarını ve manevi hediyeleri getirdiği zaman,

taştan, sudan, ağaçtan, hayvandan, insandan tut, tâ aydan, güneşten, yıldızlara kadar her tâife kendi lisân-ı mahsûsuyla ve ellerinde birer mu‘cizesini taşıması ile, onun nübüvvetini alkışlamış. Ve “Hoş-âmedî!” demiş.

Taşlardan, sulardan, ağaçlardan, hayvanlardan, insanlardan tutun, ta aya, güneşe ve yıldızlara varıncaya dek her bir varlık çeşidi kendilerine özgü dilleriyle ve Sevgili Peygamberimizin birer mucizesini üzerlerinde göstermeleriyle, onun peygamberliğini ve bu âleme gelişini alkışlamışlar. Hoş geldin demişler.

Şimdi o mu‘cizâtın umumunu bahsetmek için cildlerle yazı yazmak lâzım gelir.

Şayet Peygamber Efendimizin mucizelerinin bütününden bahsetmek gerekseydi bu konuda ciltler dolusu kitap kaleme almak gerekirdi.

Muhakkikîn-i asfiyâ, delâil-i nübüvvetin tafsîlâtına dâir çok cildler yazmışlar.

Muhakkik[3] âlimler, asfiyâlar,[4] peygamberlik delillerini ayrıntılarıyla anlatan ciltler dolusu kitap yazmışlar.

Biz yalnız icmâlî işaretler nevi‘nden, o mu‘cizâtın kat‘î ve ma‘nevî mütevâtir olan küllî envâına işaret ederiz.

Biz burada sadece özetlenmiş işaretler nevinden, (peygamberlik delilleri olan) mucizelerden; kesin olarak gerçekleşmiş olan ve ‘mana olarak mütevâtir[5]’ olan kapsamlı çeşitlerine işaret ederiz.

İşte nübüvvet-i Ahmediyenin (asm) delâili, evvelâ iki kısımdır.

İşte Hz. Muhammed (asm)’ın peygamberlik delilleri öncelikle ikiye ayrılır.

Birisi, ‘irhâsât’ denilen, nübüvvetten evvel ve velâdeti vaktinde zuhûr eden hârikulâde hâllerdir. İkinci kısım, sâir delâil-i nübüvvettir.

Birincisi, Hz. Muhammed (asm)’ın doğum anında ve sonrasında peygamberlik verilinceye kadar meydana gelen (ve peygamberliğine delil olan) olağanüstü olaylardır. Bu olaylara İslam ıstılahında irhasât denilir.

İkincisi, (irhasâtın haricindeki) diğer peygamberlik delilleridir.

İkinci kısım da iki kısımdır. Biri, ondan sonra, fakat nübüvvetini tasdîkan zuhûra gelen hârikalardır. İkincisi, asr-ı saadetinde mazhar olduğu hârikalardır.

İkincisi de iki kısımdır. Bu ikincinin birincisi; Peygamber Efendimiz (asm) ahirete göçtükten sonra ve fakat peygamberliğini tasdik etmek noktasında gerçekleşen harika olaylardır.

İkincisi; asr-ı saadetinde,[6] bizzat kendi üzerinde görünen harika olaylardır.

Şu ikinci kısım dahi iki kısımdır. Biri, zâtında, sîretinde, sûretinde, ahlâkında, kemâlinde zâhir olan delâil-i nübüvvettir. İkincisi, âfâkî, hâricî şeylerde mazhar olduğu mu‘cizâttır.

Bu ikinci kısım da ikiye ayrılır. Birincisi; Peygamber Efendimizin (asm) şahsında, sireti(iç güzelliğin)de, sureti(dış güzelliğin)de, göstermiş olduğu yüce ahlakında, yaşamış olduğu kemâlât(manevi olgunluğun)da görünen peygamberlik delilleridir.

İkincisi; afakî (Peygamber Efendimizin şahsının haricinde), dış dünyadaki şeylerde mazhar olduğu harika olaylardır.

Şu ikinci kısım dahi iki kısımdır. Biri, ma‘nevî ve Kur’ânîdir. Diğeri, maddî ve ekvânîdir.

Bu ikinci bölüm de iki kısımdır. Birincisi; Kur’ân’la ilgili ve manevî olan delillerdir.

İkincisi; yaratılışla ilgili ve maddi olan delillerdir.

Şu ikinci kısım dahi iki kısımdır. Biri, da‘vâ-yı nübüvvet vaktinde ehl-i küfrün inâdını kırmak veyahud ehl-i îmânın kuvvet-i îmânını ziyâdeleştirmek için zuhûra gelen hârikulâde mu‘cizâttır.

Bu ikinci kısım da ikiye ayrılır. Birincisi; peygamberlik davasında bulunduğu, peygamberliğini icra ettiği zaman diliminde;

a- İman dairesine girmekte direnen ve Hz. Muhammed (asm)’ın peygamberliğini kabul etmeyen küfür ehlinin inadını kırmak,

b- Hz. Muhammed (asm)’ın peygamberliğini kabul eden iman ehlinin imanlarını artırmak ve kuvvet vermek için,

Meydana gelen olağanüstü mucizelerdir.

Şakk-ı kamer ve parmağından suyun akması ve az taâmla çokları doyurması ve hayvan, ağaç, taşın konuşması gibi yirmi nevi‘; ve her bir nevi‘ ma‘nevî tevâtür derecesinde;

Ayın ikiye yarılması, Peygamber Efendimizin (asm) parmaklarından suyun akması, az bir yemekle çok insanları doyurması; hayvanların, ağaçların ve taşların Peygamber Efendimizle konuşması gibi yirmi çeşit mucize var. Bu çeşitlerin her biri manevi tevatür[7] (gerçekleştiği kesin olan olay) derecesindedir.

ve her bir nev‘in de çok mükerrer efradı vardır.

Mucizelerin her çeşidinden çok sayıda olağanüstü hadise gerçekleşmiştir. Mesela hayvanların Peygamber Efendimizle (asm) konuşması mucizelerin bir çeşididir. Birçok defa tekrarlanmış.

İkinci kısım, istikbâlde ihbâr ettiği hâdiselerdir ki, Cenâb-ı Hakk’ın ta‘lîmiyle o da haber vermiş. Haber verdiği gibi doğru çıkmıştır.

İkinci kısım, gelecekte olacağını bildirdiği hadislerdir. Öyle ki, Peygamber Efendimiz (asm) Cenâb-ı Hakkın kendisine öğrettiklerinden haber vermiş. Nasıl haber verdiyse öylece dosdoğru çıkmıştır.

İşte biz de şu âhirki kısımdan başlayıp icmâlî bir fihriste göstereceğiz. (Hâşiye)

İşte biz de şu son kısımdan (yani gelecekte olacak olan olaylardan haber verdiği) kısımdan başlayıp özet şeklinde bir fihrist yapacağız.

Hâşiye: Maatteessüf niyet ettiğim gibi yazamadım. İhtiyârsız olarak nasıl kalbe geldi, öyle yazıldı. Şu taksîmâttaki tertîbi tamamıyla mürâât edemedim.[8]

Haşiye:[9] Üzülerek ifade edeyim ki, niyet ettiğim gibi yazamadım. İrademi karıştırmaksızın kalbime nasıl ilham edildiyse öylece yazıldı. Bölümlere ayırma, tertip etme arzumu tam olarak yerine getiremedim.


[1] Ezel, başlangıcı olmamak demektir. Allah’ın ‘kıdem’ sıfatına işaret eder. Başlangıcı olmak yaratılmışların özelliğidir.

[2] Ebed, sonu olmamak demektir. Allah’ın bekâ sıfatına işaret eder. Sonu olmak biz yaratılmış olanlara özgü bir durumdur. Allah için ne bir başlangıçtan ve ne de bir sona erişten söz edilebilir.

[3] Hakikati inceden inceye araştıran alimlere ‘muhakkik’ denilir.

[4] Asfiyâ, saf, temiz kelimesinin çoğul halidir. Her türlü kötülükten ve günah kirlerinden arınmış kimseler demektir.

[5] Tevatür vasfını üzerinde taşıyan bilgi veya habere mütevâtir denilir. Yalan olma ihtimali olmayan dosdoğru bilgi demektir.

[6] Peygamber Efendimizin (asm) peygamber olarak yaşadığı zamana asr-ı saadet denilir.

[7] Tevatür, iki kısımdır. Birincisi, lafzen ikincisi mana itibariyle tevatürdür. Lafzen tevatür, verilen haberin birebir aynı kelimelerle, aynı ibarelerle; manevi tevatür ise aynı haberin farklı kelimelerle veya değişik ibarelerle aktarılmasına denilir. İbareler değişik olsa da verilen haberin doğruluğunda şüphe yoktur.

[8] Said Nursi, Zülfikâr, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 228-229

[9] Haşiye, dipnot demektir.


Yorum Yap

Yorumlar