RİSALE-İ NUR

09.10.2009

4010

Şifayı Sebeplerden Bilme Hatası

Hastalıkta şifayı yalnız ilaç ve doktora bağlayıp Cenâb-ı Hakk’ı unutmak doğru mudur? Sebeplere teşebbüs prensibi bu durumu nasıl açıklar? Hz. Üstad’ın özellikle Tabiat Risalesi’ndeki izahlarıyla nasıl irtibat kurulabilir?

20.10.2009 tarihinde soruldu.

Cevap

İnsan hastalandığında sebeplere sarılması hem dinimizce hem de mantık olarak gereklidir. Çünkü Allah kâinatta sebepler perdesini bir imtihan sırrı olarak koymuştur. Fakat şifayı yalnız ilaçtan, doktordan bilmek, sebepleri müstakil bir güç kabul etmek demektir ki bu, Tabiat Risalesinin ifadesiyle, “kör, sağır, şuursuz sebeplere ilahlık payı vermek” gibidir.1 Dolayısıyla Müslüman olan kimse hem ilacını içer hem de doktora gider. Fakat kalben bilir ki şifayı yaratan yalnız Allah’tır. Bu bakış açısı Kur’ân’da açıkça şöyle bildirilmiştir:

Hem hastalandığım zaman da bana O şifâ verir! 2

Bu ayet, sebep neticesinde şifanın gelmesi ile şifanın hakikatte Allah’tan olması arasındaki dengeyi en güzel şekilde ifade eder. İlaç sebeptir fakat “şifayı yarattım” demez, "şifayı verir" diye atıf yapmaktadır. Sevgili Peygamberimiz de (sav) sebeplere sarılmayı emretmiş, ancak şifanın Allah'tan geldiğini de açıkça şöyle bildirmiştir:

Ey Allah’ın kulları! Tedavi olunuz. Çünkü Allah, yarattığı her hastalık için bir de derman yaratmıştır. 3

Bu hadis, tedaviyi yani sebeplere sarılmayı teşvik ederken, şifaya ise “yaratılmıştır” diyerek asıl şifa kaynağının Allah olarak gösterir. Evet, tedavi olmak önemlidir. Ancak dua edip Allah’dan şifa dilemek de ihmal edilmemesi gereken bir öneme sahiptir. Dua, huzur ve ferahlık vererek kişinin sıkıntısını, şüphelerini ve korkusunu giderir, insana moral verir. İnsan gönülden dua eder ve kabul edileceğine inanırsa bu hal, ondaki manevi gücü arttırır. Bu durum Kur'ân'da şöyle geçmektedir:

Kullarım sana benden sorarsa, şüphe yok ki ben(onlara) pek yakınım. Bana duâ ettiği zaman duâ edenin duâsına cevab veririm. 4

Allah’ın dua edenin duasını işiteceğini ve cevap vereceğini, kuluna yakın olduğunu açıkça ifade eder. Kişi böylece teselli bulur. Duanın insanı tedavi eden yönüne dikkat çeken Dr. Alexis Carrel’e göre dua, insan ruhunun maddi olmayan âleme doğru yönelişi ve yükselişidir. O, duayı “ruhun Allah’a doğru gerilimi ve yücelişi” olarak tarif eder. Başka bir ifadeyle dua, hayat mucizesini yaratan yüce yaratıcıya karşı derin bir sevgi, hürmet ve sığınma hâlidir. Carrel’e göre dua eden insan, Allah ile ilişki kurmaya çalışırken iç dünyasında yüksek bir moral ve huzur yakalar. Hastanın bir organının iyileşmesini isterken hissettiği bu derin huzur, tedavi sürecinde son derece güçlü bir yardımcıdır. Dua, kişinin ruh hâlini toparlar, morali yükseltir ve iyileşme sürecine olumlu katkı sağlar.5

Sebeplere Hakikî Tesir Vermek Tabiat Risalesinin Eleştirdiği Temel Bir Konudur

Bediüzzaman Hazretleri Tabiat Risalesinde anlattığı üzere, insanlar çoğu zaman etkileri sebeplere verir. Bir tohumun, bir hayvanın, bir hücrenin veya bir ilacın kendi başına iş gördüğünü zannetmek, aslında “tabiata ilahlık vermek” demektir. Bediüzzaman Hazretleri bu konuda şöyle demektedir:

Şu eczâhâne-i kübrâ-yı âlemde, Hakîm-i Ezelî’nin mî-zân-ı kazâ ve kaderiyle alınan mevâdd-ı hayatiye, hadsiz bir hikmet ve nihâyetsiz bir ilim ve her şeye şâmil bir irâde ile vücûd bulabilir. “Kör, sağır, hududsuz, sel gibi akan anâsır ve tabâyiin ve esbâbın işidir” diyen bedbaht, o tiryâk-ı acîbin, “Kendi kendine şişelerin devrilmesinden çıkıp olmuştur” diyen dîvâne bir hezeyancı, sarhoş bulunan bir ahmaktan daha ziyâde ahmaktır. Evet küfür, ahmakāne ve sarhoşâne, dîvânece bir hezeyandır.6

Bediüzzaman Hazretleri, kâinatı büyük bir eczane gibi anlatmaktadır. Her şeyin ölçüyle, hikmetle ve büyük bir ilimle yaratıldığını söyler. Böyle hassas ve düzenli bir sistemde meydana gelen varlıkların, “kör ve şuursuz maddelerin eseri” olduğunu iddia etmek, aklen mümkün değildir. Çünkü tesadüf ve şuursuz sebepler, hikmetli bir ilacı oluşturamaz. Tıpkı şişelerin rastgele devrilmesiyle mucizevi bir ilacın ortaya çıkmasının imkânsız olması gibi.

Bu hakikat hastalık ve şifa meselesine doğrudan ışık tutar. İnsan iyileştiğinde şifayı yalnızca ilaca, doktora veya sebeplere vermeye kalkarsa, aslında bu “kör sebepler yaptı” demekten farksızdır. Çünkü ilaç, şifa yaratmaz; yalnızca Allah’ın kudretinin bir perdesidir. Bu nedenle mü’min tedavi olur, ilacını içer fakat bilir ki şifayı yaratan yalnız Allah’tır.

Sonuç olarak, hastalığa karşı sebebe sarılmak bir emirdir, fakat şifayı sadece o sebebe vermek bir hatadır. Kur’ân’ın “Şifayı veren O’dur” düsturu, hadisin “Dermanı yaratan Allah’tır” hakikati ve Bediüzzaman Hazretlerinin “Sebepler perdedir, yapan kudrettir” prensibi birleşince ortaya şu net sonuç çıkar: İlaç içilir fakat şifa Allah’tan istenir; doktor sebeptir fakat şifa O’nun kudretinin işidir.

Kaynakçalar
  1. Bediüzzaman Said Nursi, Lemalar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2013, s. 188.

  2. Şuarâ 26 / 80.

  3. Tirmizi, Sünen, Tıb, 2, IV, 383.

  4. Bakara 2 / 186.

  5. Alexis Carrel, Hayat Hakkında Düşünceler, Yağmur Yayınları, İstanbul, 1988, s. 28.

  6. Bediüzzaman Said Nursi, Lemalar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2013, s. 187.


Paylaş

Facebook'ta paylaş

Whatsapp'da paylaş

Hesaplarımıza abone olun sorularımızdan ilk siz haberdar olun

Yorumlar (0)

Yorumunuz

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız