Soru

Risale-i Nur'un İslam Düşünce Tarihinde Yeri ve Önemi

1. Risale-i Nur Külliyatı’nın İslam düşünce tarihi içindeki yeri ve önemi nasıl değerlendirilmelidir? Klasik kelâm ve tefsir geleneklerinden hangi yönleriyle ayrılır, hangi yönleriyle onları tamamlar?

2. “İmam Gazâlî’den bu yana telif edilen yegâne özgün eser Risale-i Nur’dur, diğer eserlerin tamamı şerh ve izah mahiyetindedir.” şeklindeki bir ifade ne derece doğrudur? Bu yaklaşım hangi açılardan eleştirilebilir veya desteklenebilir?

3. Bediüzzaman Said Nursî’nin ve Risale-i Nur’un, önceki İslam alimlerinden ve geleneksel eserlerden ayrılan temel farkları ve üstün yönleri nelerdir? Bu farklar çağımızın imanî ve fikrî problemlerine nasıl çözümler sunmaktadır?

Tarih: 3.05.2025 05:46:29
Okunma: 208

Cevap

Bediüzzaman Said Nursi İslam düşünce geleneğinin devamı ve tamamlayıcısıdır.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin çağdaş İslam düşüncesinde bir milat olmasının yanı sıra kendisinden önceki İslam düşüncesini yeniden tasvir, tarif ve tahlil etmiştir. Kendisinden sonraki kuşaklara da İslam düşüncesinin nasıl olması gerektiğini göstermiştir. 

Bediüzzaman Hazretleri, birçok İslam âlimini üstadı kabul etmiştir. Mesela birinci üstadı olarak tarif ettiği Şeyh Abdülkadir-i Geylanî,[1] Mevlânâ Celâleddin-i Rumi,[2] İmâm-ı Rabbânî,[3] bunların başında gelmektedir. Ayrıca o Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî, İmâm-ı Rabbânî ve İmâm-ı Gazâlî’yi takip ederek akıl ve kalbin ittifâkıyla giden bir metot takip etmiştir.[4]

Bediüzzaman Hazretleri, İmam Süyutî’nin müceddid tarifindeki anahtar unsur olan ‘muasırları üzerinde büyük bir tesir uyandırma’ sıfatına sahiptir. Onun hem Türkiye hem de dünyanın dört bir tarafındaki Müslümanlar üzerindeki etkisi derin ve devamlı olmuş, büyük bir tehlike ve baskı zamanında imanlarını ve İslam’a bağlılıklarını yenileme sonucunu doğurmuştur. Ayrıca varisi olduğu ve bağlandığı tecdid geleneğine bağlı kalmıştır.[5]

Kendinden önceki İslâm düşünce birikiminden, ilim geleneğinden azami düzeyde istifade eden Bedîüzzaman Hazretleri, bu zamanın insanları için, kısa bir zamanda, şuhûdî, yakîne yakın bir imanı kazandıracak Kur’ân’dan bir metod bulduğunu ifade etmiştir. Bu mesleğini “acz, fakr, şefkat, tefekkür mesleği” olarak ifade etmiştir. İmam-ı Rabbânî ve Şeyh Abdülkadir-i Geylânî gibi, kendinden önceki sûfî mürşidlerden istifade eden Bedîüzzaman, tasavvuftan farklı bir ekol ortaya koyduğunu belirtmiştir. Tasavvufa dair Telvihât-ı Tis‘a’da tasavvufu açıklayan ve savunan Bedîüzzaman Hazretleri, bu zamanda tasavvufla seyr-ü sülûkun oldukça zor ve tehlikeli olabileceğini söylemiştir.[6] 

Bedîüzzaman Hazretlerinin ve Risâle-i Nur’un dikkat çeken bir özelliği de İslam düşünce tarihinde kendine yer bulmuş görüşleri toptancı bir bakış açısıyla değil, doğruyu ve hakikati bulma gayesiyle seçerek kabul etmesidir. Bu yönüyle mezhepçi ve meşrepçi bir tavır sergilememiştir. Hakikati olan her görüş, onun için makbuldür. Bu açıdan İslam düşünce tarihinde müstesna bir yer tutmaktadır.

Bedîüzzaman Hazretleri, ictihad kapısının açık olduğunu, fakat “şu zamanda oraya girmeye” maniler olduğunu; dinin zaruriyatında, hele de Batı uygarlığının istilasına uğramış bir atmosferde ictihad yapılmaması gerektiğini vurgulamıştır.[7] 

Bediüzzaman Hazretleri, İslamî düşünce geleneğini yenilikçi bir arayışla fakat geleneğe sadakatten taviz vermeden, Ehl-i Sünnet geleneğinin içinden gelen bir çaba ile genişletmiştir. Meleklerin varlığı yahut haşir gibi kelam âlimlerinin akıl yoluna başvurmadan yalnız nakle dayanarak temellendire geldikleri akide esaslarını aklî muhakeme sahasına dâhil etmiştir. Ayrıca tefekkürün tasavvuftaki yerini kuvvetlendirmiştir. Onun din ile bilimi uzlaştırılması konusunda yaptığı çalışmalar daha iyi anlaşılmış ve takdir ve tahlil edilmiştir.[8] O, sadece modern çağın değil, tüm İslam tarihinin en büyük mücedditlerinden birisi olarak kabul edilmiştir.[9]

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, İslam düşünce geleneğinde birçok unsuru aslına döndürmüştür.

İslam düşünce tarihinde Hicrî ilk beş asır, altın çağlar olarak kabul edilmektedir. Bu asırlar her alanda temel çalışmaların yapıldığı, gelişmelerin olduğu ve Müslümanların çok güçlü olduğu çağlardır. İslami ilimler bu asırlarda ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Bu asırlardan sonra ise durağan bir döneme girilmiştir.[10] Bu durağan dönemde de orijinal sayılabilecek eserler telif edilmişse de sayı olarak azdır.

Bediüzzaman Hazretleri, Cenab-ı Hakk’ı tanımanın tasavvuf, kelam, felsefe ve Kur’ân’ın metodu olmak üzere dört yolla mümkün olduğunu belirtmiştir.[11] Bütün gayesini de Kur’ân’ın metodunu ortaya koymak ve yaymak üzerine yoğunlaştırmıştır. Bu açıdan İslam tarihinde müstesna bir yer tutmaktadır. Burada bazı ilimlerde yaptığı tecdidi kısaca ele almak istiyoruz.

Tefsir İlmi

İlk müfessir olan Hz. Peygamber (a.s.m) sadece sözlü olarak değil, aynı zamanda hal ve hareketleriyle Kur’ân-ı Kerim’i tefsir etmiştir. Hz. Peygamber (a.s.m) öz ve özet olan âyetleri açıklamış, kapalı manaları anlaşılır hale getirmiş, mutlak olanları sınırlandırmış ve çelişkili gibi görünen âyetleri doğru bir şekilde açıklamıştır. Sahabe efendilerimiz Hz. Peygamber’den öğrendiklerini aktarmış, naklin bulunmadığı yerlerde ise kendi ictihadlarıyla tefsir yapmışlardır. Tabiîn, müfessir sahâbelerden aldıkları Kur’ân tefsirlerini nakletmiş ya da içtihatlarıyla âyetleri açıklamışlardır.[12]

Tâbiîn ve tebeu’t-tâbiîn devrinde tefsir genişlemiştir. Dağınık halde bulunan tefsir rivayetleri bir araya getirilmiştir. Bu dönemle birlikte rivayet, dirayet, işârî ve lugavî tefsir gibi tefsir çeşitleri ortaya çıkmıştır.[13]

Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle Risâle-i Nur, Kur’ân-ı Kerim’in hakikatinin hakiki bir tefsiridir.[14] Mesela Onuncu Söz olan Haşir Risâlesi, Rum suresinin 50. Âyetinin, Yirmi Üçüncü Lem’a olan Tabiat Risâlesi de İbrahim Suresinin 10. âyetinin tefsiridir. Bu risâlelere bakıldığında klasik tefsir tarzında olmadığı, bu âyetlerin hakikatlerinin tefsiri olduğu görülecektir.

Bediüzzaman Hazretleri Kur’ân-ı Kerim’in hakiki tefsiri olarak tarif ettiği Risâle-i Nur’un Kur’ân’ın ve müfessiri olan Hz. Peygamber’in (a.s.m) tevhid ve iman rükünleri hakkındaki tekrârlı ve çok tahşîdâtını, aynı şekilde yerine getirdiğini belirtmiştir.[15]

Bediüzzaman Hazretleri iman esaslarının izah ve delillendirilmesinde temsil ve kıyası çok kullandığı şeklinde itiraza, bunun Kur’ânî bir metot olduğunu belirterek Risâlelerdeki temsili kıyasların Kur’ân-ı Kerim’deki temsilleri takip ettiğini söylemiştir. Ona göre bu temsiller, küllî bir hakikatin ucunu göstermek için verilmektedir. İman esasları da bu külli hakikatlere bina edilmektedir.[16]

Kelam ilmi

İmam Eş’arî ve İmam Matüridî’nin temellerini attığı ehl-i sünnet kelâmının mütekaddimîn dönemi, klasik mantık ve felsefeye girmeden Kur’ânî akılla iman esaslarını temellendirmiş, İslâmî mantık ve usul ilmini geliştirmiştir. Bu kelâm, felsefî bir metafizik olmaktan çok bir usûlü’d-dîn ilmidir. Bu yöntemi takip eden âlimler arasında Ebü’l-Muîn en-Nesefî, Fahreddin er-Râzî, Kādî Beyzâvî, Adudüddin el-Îcî, Ebü’l-Berekât en-Nesefî, Teftâzânî, Cürcânî, İbnü’l-Hümâm, Celâleddin ed-Devvânî gibi âlimler yer almaktadır. Bununla birlikte Fahreddin er-Râzî, Seyfeddin el-Âmidî ve Kādî Beyzâvî ile kelâm eserlerinin muhtevasında felsefî konular kelâmî konulardan fazla bir hacim işgal etmeye başlamıştır. Adudüddin el-Îcî’den itibaren şerh ve hâşiye geleneği başlayıp Teftâzânî, Cürcânî ve Devvânî ile zirveye ulaşmış, dolayısıyla kelâm farklı bir mecraya girmiştir.[17] Bediüzzaman Hazretleri ise kelâm kitaplarını girmiş ancak önemini ve geçerliliğini kaybetmiş Ortaçağ tartışmalarını tekrar etmek yerine aslına irca etmiştir. Mesela müteahhirîn dönemi kelam ilmi ile tam bir marifet kazanılamadığını belirterek Kur’ân-ı Kerim tarzında bir marifet ve huzura ihtiyaç olduğunu söylemiştir. Bu hususta kelam ilmi ile Kur’ânî yöntemin farkını, uzak bir yerden su boruları ile su getirmek ile ihtiyaç duyulan yerde kuyu kazarak su bulma misalini vermektedir.[18]

Kelâm ilminin konuları “akıl ile bilinebilenler” ve “nakil (sem‘) ile bilinebilenler” şeklinde iki kısma ayrılmıştır. Bunlardan ilkine akliyyât, ikincisi de sem‘iyyât adı verilmiştir.[19] Kelam âlimleri nübüvvet, haşir ve meleklerin varlığı gibi konuları “sem’iyyat,” başlığı altında ele almışlardır. Bu mevzuları nasstan elde edilen deliller ile izah etmişlerdir.[20] Bediüzzaman Hazretleri ise melekler, peygamberlik ve haşir gibi meseleleri hem naklen hem de aklen ispatlamıştır. Mesele İbn-i Sînâ gibi dahilerin, “Akıl buna yol bulamaz” dediği haşir konusunu herkesin anlayabileceği tarzda izah etmiştir. Teftazânî gibi bir âlimin, kırk-elli sayfada ancak yüksek tabaka insanların anlayabileceği tarzda ettiği kader ve cüz-i ihtiyarî konusunu herkesin anlayabileceği tarzda açıklamıştır.[21]

Belagat İlmi

“Sözün fasih ve açık seçik olması” anlamına gelen Belagat, Hicrî ilk dört asra kadar meleke olarak şair, yazar ve hatiplerde hatta halkın dilinde yer almaktaydı. Teşbih, mecaz, istiare, takdim, tehir, cinas, mutabakat vb. edebî sanatlar Câhiliye devrinde, Kur’ân-ı Kerîm ve hadiste çokça kullanılmıştır. Hicri 4. Asra kadar belâgat, dil ve edebiyat, tefsir, edebî tenkit ve kelâm ilimleriyle karışık bir şekilde ele alınmıştır. Hicrî 5. Asırda Abdülkahir Cürcanî belagat sahasındaki meşhur eseri Delâilü’l-i‘câz adlı eseri ile bir gelenek başlatmış ve kendisinden sonraki âlimleri önemli ölçüde etkilemiştir.[22]

Bediüzzaman Hazretleri, Abdülkâhir Cürcânî ile zirve noktasına ulaşan i’câz mektebini, dokuz asır sonra takip ederek Muhakemat ve İşârâtu’l-i‘câz ile orijinal haliyle yeniden ortaya konulmuştur. i’câz meselesini ilk ortaya çıktığı kelâm ilmiyle bağlantılı hale getirerek çok daha kapsamlı bir çerçevede ele almıştır. Diğer taraftan nazımdaki belâgat ile kelâm ve tasavvuf ilimlerine ait inceliklerin mezci de diğer tefsirlerde bulunmamaktadır.[23]

Tasavvuf

Hicrî I ve II. yüzyıllarda âbid ve zâhidler, sahabîleri örnek alarak zühd hayatını tercih etmişlerdir. Onlar farzların yanı sıra nâfile ibadetleri yapan bu zâhidler, zâhirî amellerin yanı sıra kalbin amelleri adını verdikleri ihlâs, yakīn, mârifet, muhabbet, kurb ve takvâ gibi bâtınî amellere önem vermişlerdir. III. yüzyılla birlikte tasavvuf, tevhid, mârifet, melâmet ve fütüvvete ağırlık verilmiştir. Hicrî VI. Yüzyılda İşrâkîlik ve VII. Yüzyılda Vahdet-i Vücûd tasavvuf içinde etkili olmaya başlamıştır. Bu dönemde tasavvuf felsefeden etkilenmiştir.[24]

Bediüzzaman Hazretleri, bu şekildeki tasavvuf mesleği üzerinden elde edilen marifetin noksan olduğunu belirterek nübüvvetin mirası sırrıyla doğrudan Kur’ân-ı Kerim’den elde edilen marifetin huzur verdiğini söylemiştir.[25]

Bediüzzaman Hazretleri, tasavvufu meşrep olarak benimsemese de onu aslına döndürmeye yönelik risâleler telif etmiştir. Mesela Tasavvufun hakikati, mâhiyeti ve onunla ilgili konuları ele alan Telvihât-ı Tis’a adında bir risâle telif etmiştir. Ayrıca Nakşibendi tarikatinin zikirlerinden olan “Yâ Bâkî ente’l-Bâkî” zikrini izah ederek zikrin aslî manasını yeniden ortaya koymuştur.[26]

Risâle-i Nur’un Diğer Eserlerden Farkı

Yukarıda belirtildiği üzere Risâle-i Nûr, İslam mirasının hem devamı hem tamamlayıcısı olduğu için benzer tarafları olmakla birlikte farklı taraflara da sahiptir. Bunların başında onun ifade tarzı gelmektedir. Risâleler başka eserler gibi yalnız aklî veya kalbî bir metot takip etmemiştir. Bilakis bütüncül bir metot ile akıl, kalp, nefis ve hissiyâta hitap etmektedir.[27] Ayrıca Bediüzzaman Hazretleri, vazifelerinin kitaplardaki meseleleri nakil olmadığını bilakis Kur’ân’ın sırlarını ortaya çıkarmak ve onlarla ilgilenmek olduğunu belirtmektedir.[28] Diğer bir husus da Risâle-i Nûr’un doğrudan Kur’ân’dan feyiz almasından dolayı diğer eserlerden farklı olmasıdır.[29]

Bediüzzaman Hazretleri, hakîkat dersini Şeyh Abdülkadir Geylanî, Zeynelâbidîn (r.a.) ve Hz. Hasan (r.a.), Hz. Hüseyin (r.a.) vâsıtasıyla Hz. Alî’den aldığını belirtmiştir.[30]

Üstad Bediüzzaman, bağlı olduğu geleneğin içinde bazı düzeltmeler de yapmıştır. Mesela Muhyiddîn-i Arabî’nin ruh ile ilgili olarak onun mahluk olmasının inkişâf etmesinden ibâret olmasını kabul etmemiş, ruhun, mâhiyeti i‘tibâriyle bir kānûn-u emrî olduğunu fakat yaratılmış olduğunu belirtmiştir. Üstadın ifadesiyle Hazret-i Muhyiddîn, yalnız mâhiyeti noktasında düşünmüştür. O zayıf te’vîlâtıyla, tekellüflü bir sûrette, bazı âyetleri meşrebine tatbik etmiştir.[31] Benzer bir şekilde Hz. Yakub’un Hz. Yusuf’a olan duygusunun ne olduğu hususunda İmam-ı Rabbanî’den farklı bir kanaat ortaya koymuştur. İmam Rabbani bu duygunun muhabbet olduğunu ifade etmişken Bediüzzaman Hazretleri bunun şefkat olduğunu söylemiştir.[32]

Bediüzzaman Hazretleri “Risâle-i Nûr’un verdiği zevk ve şevk ve îmân ve iz‘ânın, eski eserlerden çok kuvvetli olmasının sebebi” ile ilgili soruya onların zamanında imanın esaslarına yönelik saldırı olmamasından dolayı bazı kitapların, imanın meyvelerinden ve feyizlerinden bahsettiğini belirterek Risâle-i Nur’un çok deliller ve parlak burhânlarla imanı tahkim etmeye çalıştığını söylemiştir. Ona göre eski eserler, insana kamil olduğu zaman elde edeceği feyizleri göstermektedir. Risâle-i Nur ise isteyen herkese hakikati göstermektedir. Ayrıca akıl ve kalbin birlikte hareketi ile ruh ve diğer letâifin yardımlaşması ile hakikate ulaştırmaktadır.[33]

Birçok âlim ve eser, hadis, fıkıh, kelâm gibi disiplinler üzerinden Kur’ân'a yaklaşırken, Bediüzzaman Hazretleri Kur’ân'ı doğrudan bir "üstad" olarak kabul etmiştir. Bu da mezhep ve meşrep taassupların ötesinde, Müslümanları doğrudan Kur’ân etrafında birleştirmeyi hedeflemektedir.

Klasik kelâm eserleri genellikle hasımlara karşı reddiyeler ve cedel üzerine kuruluyken, Risâle-i Nur "müspet hareket"i esas almıştır. “Düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı san'at, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz” diyerek farklı bir yaklaşım ortaya koymuştur.

Allah'ın varlığını ve birliğini ispat ederken, klasik delillerin yanı sıra, marifetullah metodunu ön plana çıkarmıştır. Batı menşeli bilimin ve pozitivizmin hakim olduğu bir çağda, bilimsel verileri imanî bir bakış açısıyla yorumlayarak, “ilimlerin dilinden" Allah'ı anlatmıştır. Bilim din arasında bir çatışma olmadığını, aksine hakiki ilmin imanı güçlendireceğini göstermiştir.

Sonuç

Risâle-i Nur, klasik kelâm ilminin temel konuları olan tevhid, nübüvvet, haşir gibi iman esaslarını merkezine almış, ancak bu konuları klasik kelâmın daha çok felsefi ve mantıksal tartışmalarından ziyade, kâinat kitabını okuma, tefekkür ve vicdanî deliller üzerinden anlatmıştır. Bu yönüyle kelâm ilminin temel gayesi olan imanı tahkik ve muhafaza etme hedefini zamana uygun bir üslupla devam ettirmiştir. Özellikle imanî şüphelerin yaygınlaştığı bir dönemde, imanı taklitten tahkike çıkarma noktasında kelâm geleneğini tamamlayıcı ve orijinal haline dönüştürücü bir rol oynamıştır.

Risâle-i Nur, Kur’ân âyetlerini tefsir ederken klasik tefsir usullerinden istifade etmekle birlikte, daha çok "hakikat tefsiri" olarak adlandırılabilecek bir yöntem izlemiştir. Âyetlerin lafzî manalarının açıklamakla birlikte derinlerde yer alan hakikatleri de açığa çıkarmıştır.

Bediüzzaman Hazretleri, Kur’ân-ı Kerim ve mucize oluşu ile ilgili şüphelerin yayıldığı bir dönemde hem belagat hem de hakikatleri açısından şüpheleri giderecek eserler telif etmiştir. Muhâkemaât, İşarâtü’l-İ’câz ve Mu’cizât-ı Kur’âniyye gibi eser ve risâlelerle bu şüphelere ikna edici cevaplar vermiştir.

Tasavvufun hakikatine yönelik doyurucu izahlarla bu zamanda tasavvufa yönelik saldırıları bertaraf ettiği gibi talebelerine tavsiye ettiği bazı uygulamalarla bu ilmi yaşatmıştır.


[1] Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Hayrat Neşriyat, Isparta 2018, s. 21.

[2] Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Hayrat Neşriyat, Isparta 2018, s. 18.

[3] Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Hayrat Neşriyat, Isparta 2018, s. 234.

[4] Bediüzzaman Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, Hayrat Neşriyat, Isparta 2018, s. 2.

[5] Hamid Algar, Bediüzzaman ve Tecdid, Gelenek Yayınları, İstanbul 2003, s. 19.

[6] https://islamdusunceatlasi.org/said-nursi/430

[7] https://islamdusunceatlasi.org/said-nursi/430

[8] Mustafa Tuna, Çağdaş İslam Düşüncesinin Ön Safında Bediüzzaman Said Nursi: Risâle-i Nur’u İslam Geleneği İçinde Okumak, Katre Uluslararası İnsan Araştırmaları Dergisi, Haziran 2021, 11, s. 270.

[9] Muhsin Abdülhamid, Min me’âlimi’t-tecdîd ‘inde’n-Nursî, AL-NUR Academic Studies on Thought and Civilization. Haziran 2012, s. 5.

[10] Bediüzzaman Said Nursî, Muhâkemât, Hayrat Neşriyat, Isparta 2023, s.30

[11] Bediüzzaman Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, Hayrat Neşriyat, Isparta 2018, s. 240.

[12] Mehmet Zeki Doğan, Abdülbaki Güneş, “Tefsir Tarihine Kısa Bir Bakış”, ilahiyat sy. 2 (Haziran 2019), 54-56.

[13] Abdülhamit Birışık, “Tefsir”, TDV İslam Ansiklopedisi,

[14] Bediüzzaman Said Nursi, Siracünnur, Hayrat Neşriyat, Isparta 2018, s. 295.

[15] Bediüzzaman Said Nursi, Asa-yı Musa, Hayrat Neşriyat, Isparta 2018, s. 266.

[16] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Hayrat Neşriyat, Isparta 2018, s. 286.

[17] Yusuf şevki Yavuz, “Kelam”, TDV İslam Ansiklopedisi.

[18] Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Hayrat Neşriyat, Isparta 2018, s. 157.

[19] Yusuf Şevki Yavuz, “Akliyyat”, TDV İslam Ansiklopedisi,

[20] Mustafa Tuna, Çağdaş İslam Düşüncesinin Ön Safında Bediüzzaman Said Nursi, s. 295.

[21] Bediüzzaman Said Nursi, Sikke-i Tasîk-i Gaybî, Hayrat Neşriyat, Isparta 2018, s. 224.

[22] Hulusi Kılıç, “Belagat”, TDV İslam Ansiklopedisi.

[23] Mehmet Taha Boyalık, Abdülkâhı̇r Cürcânı̂’nı̇n Sözdı̇zı̇mı̇ Teorı̇sı̇ ve Tefsı̇r Geleneğı̇ne Etkı̇sı̇, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2014, s. 293, 298.

[24] Reşat Öngören, “Tasavvuf”, TDV İslam Ansiklopedisi.

[25] Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Hayrat Neşriyat, Isparta 2018, s. 158.

[26] Bediüzzaman Said Nursi, Lemalar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2018, s. 10-15.

[27] Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2018, s. 394.

[28] Bediüzzaman Said Nursi, Lemalar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2018, s. 114.

[29] Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2018, s. 625-626.

[30] Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası 1, Hayrat Neşriyat, Isparta 2018, s. 114.

[31] Bediüzzaman Said Nursi, Lemalar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2018, s. 33.

[32] Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Hayrat Neşriyat, Isparta 2018, s. 22.

[33] Bediüzzaman Said Nursi, Kastamonu Lahikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2018, s. 8.


Yorum Yap

Yorumlar