Peygamber Efendimiz (s.a.v.), küfrü ve zulmü dindirip İslâm’ı yaymak için pek çok sefere çıkmıştır. Bu seferlerde peygamberliğinin yanı sıra, ordunun askerî ve siyasî idaresi için liderlik vazifesini de üstlenmiştir.
İslâm tarihinde Hz. Muhammed (sav)’in bizatihi katılım sağladığı seferlere ‘gazve’ adı verilmiştir. Hz Peygamber (sav), komutan olarak 27 gazveye çıkmış, bu gazvelerin bazılarında ordular teslim olmuş veya kaçmış, bazılarında ise barış sağlanmıştır. Bunlardan sadece 9 tanesinde fiilen savaş olmuştur. İslâm’ın geleceği açısından dönüm noktası sayılabilecek bu gazveler tarihi sırasıyla şunlardır;
Bedir Gazvesi (624)
Uhud Gazvesi (625)
Hendek (Ahzâb) Gazvesi (627)
Benî Kureyza Gazvesi (627)
Benî Mustalik Gazvesi (627)
Hayber Gazvesi (628)
Mekke'nin Fethi (630)
Huneyn Gazvesi (630)
Tâif Kuşatması (630)
Hz Peygamber (sav)’in, şahsen katılmayıp başlarına bir komutan tayin ederek gönderdiği ordu seferleri ise ‘seriyye’ olarak nitelendirilmiş olup bu seriyyelerin sayısı 70’tir.
Kaynaklarda, Rasul-ü Ekrem (sav)’in katıldığı diğer savaşlarda yaralandığına dair bir rivayet olmamasına karşılık, Uhud Harbi’nde verdiği mücadelede ciddi bir şekilde yaralandığı geçmektedir. Bu hadiseyi kısaca özetleyelim;
Müslümanlar, savaşın başlarında yirmiden fazla müşriği katledip düşmanlarını geri püskürttü. Hz Peygamber (sav)’in bir emniyet tedbiri olarak Okçular Tepesi’ne yerleştirdiği 50 sahabînin çoğu, savaşı kazandıklarını düşünerek bulundukları yeri terk ettiler. Bunun neticesinde savaşın başından beri istediğini bir türlü alamayan savaş dâhisi Halid Bin Velid -o zamanlar müşrik ordusunda süvari komutanı idi- bunu bir fırsat olarak gördü ve süvarileriyle okçular tepesinde kalan son 10 sahabîyi de şehid ettikten sonra müşrikleri kovalayan İslâm Ordusunun arkasına geçti. Kaçan müşriklerin de cesaret bulup geri dönmesinden sonra, İslâm Ordusu iki ateş arasında kaldı ve maalesef pek çok şehid verdi. Öyle ki savaşın en şiddetli anlarında Rasul-ü Ekrem (sav)’in yanında sadece 10-15 sahabî kalmış ve müşrikler tarafından etrafı sarılmıştı. Bu esnada atılan taşlar Peygamber Efendimiz (sav)’ in mübarek yüzüne isabet etti. Alnı ve dudağı yarıldı, alt çenesinden rebâiye (ön iki diş ile köpek dişinin arasındaki) dişi şehid oldu. Üzerine gelen Abdullah İbn-i Kamia’nın kılıcını savurması ile miğferi parçalandı halkaları mübarek yüzüne battı ve elmacık kemiği yara aldı.[1]
Rasulullah (sav)’ı kanlar içinde gören Ebu Ubeyde bin Cerrah (ra), Hz Ebu Bekir(ra)’den müsaade alarak Peygamber Efendimiz (sav)’in mübarek yüzüne batan miğfer halkalarını dişleriyle çıkardı ve o esnada o da 2 dişini kaybetti.[2]
Mâlik bin Sinân (ra) ise, Peygamber Efendimiz (sav)’in mübarek kanlarını dili ile temizledi. Bunun üzerine Kâinatın Efendisi (sav) şöyle buyurdu; “Kanım kanına dokunan ve karışan kimseye cehennem azâbı ilişmez.”[3]
Yine, Uhud günü Peygamber Efedimiz (sav)’in yaralanmasıyla ilgili bir rivayette şu ifadeler geçmektedir;
Sehl bin Sa’d’a Peygamber(sav)’in Uhud günündeki yaralanması soruldu da, o şöyle dedi: Peygamber (sav)'in yüzü yaralandı, rabâiye dişi kırıldı, başındaki miğferi de yarıldı. Hz Fâtıma (ra) kanı yıkıyor, Hz Ali (ra) de tutuyordu. Hz Fâtıma (ra) kanın arttığını görünce bir hasır parçası alıp onu kül oluncaya kadar yaktı. Sonra o külü yaraya yapıştırdı ve kan durdu.[4]
Resûlullah (sav), Medine’den Mekke’ye gidip müşriklere destek veren Ebû Âmir’in savaştan önce kazdırdığı çukurlardan birine düştü ve diz kapakları yaralandı. O durumda bile, “Ey rabbim! Kavmime hidayet et, çünkü onlar gerçeği bilmiyor” diye dua etti.[5]
Peygamber Efendimiz (sav)’in Uhud Harbi’nde dişinin kırılmasıyla ilgili, muteber İslâm kaynaklarında ulaşabildiğimiz rivayetlerde, ‘Cebrâil (as)’in süratle gelip kanının yere düşmesini engellediği, aksi taktirde kıyametin kopacağına’ dâir bir bilgi bulunmamakta. Bu manada az sayıdaki manevî rivayetler, bazı kitaplarda bulunmakla birlikte doğruluğu teyit edilmemiştir.
[1]İbn-i Hişâm, es-Siyretü’n Nebeviyye, c.3, s.84; İbn-i Sa’d, et-Tabakâtü’l Kübrâ c.3, s.410
[2] İbn-i Hişâm, es-Siyretü’n Nebeviyye, c.3, s.85; İbn-i Sa’d, et-Tabakâtü’l Kübrâ c.3, s.410
[3] İbn-i Hişâm, es-Siyretü’n Nebeviyye, c.3, s.85
[4] Buharî, Kitabu'l Cihâd ve's Siyer, 2948.
[5]‘Uhud Gazvesi’, Diyânet İslâm Ansiklopedisi, 2012, c.42, s.54