Üstad Hazretleri, böyle anlarda nefsini nasıl görüyorsa öyle konuşuyor. Yani sırf tevazu için yapmacık ifadeler değil bunlar. Yalnız hakikat noktasında şunu bilmek gerekir:
Böyle zatların şikayet ettikleri nefislerinin, hakiki nefs-i emmare olmadığını belki mecazi bir nefsi emmare olduğunu bizzat Üstad anlatır. O mecazi nefs-i emmare sayesinde nefisle mücahede ömür boyu devam edip manen yükselmeye vesile olmaktadır.
İkinci bir nokta ise, insanın Allah katındaki kıymeti, aczini fakrını kusurunu bilmek ve anlamakladır. Ubudiyetin esası bunlardır. Böyle ehl-i kemal insanlar kendilerindeki bütün kemalatı Allah'ın onlara giydirdiği ziynetli bir elbise gibi görürler. Bütün kusurlarını ise nefislerinin kusuru olarak algılar ve bu hissiyatla konuşurlar. Ayet-i kerime de zaten bize bunu emretmektedir. "Sana bir iyilik isabet ederse Allah'tandır. Bir kötülük isabet ederse nefsindendir."
Yani kısaca, bütün müslümanların ermiş de olsalar daima nefislerinin şerrinden sakınmaları ve kendilerini kusurlu bilmeleri kulluk vazifesinin temelidir.
Üstad hz. evliyalarda bulunan mecazî nefs-i emmareyi şöyle tarif eder:
“Bir zaman evliya-i azîmeden nefs-i emmaresinden kurtulanlardan birkaç zâttan, şiddetli mücahede-i nefsiyeler ve nefs-i emmareden şekvalarını (şikayetlerini) gördüm. Çok hayret ediyordum.
Hayli zaman sonra, nefs-i emmarenin kendi desaisinden (hilelerinden) başka, daha şiddetli ve daha ziyade söz dinlemez ve daha ziyade ahlâk-ı seyyieyi idame eden (devam ettiren) ve heves ve damar ve a'sab, tabiat ve hissiyat halitasından (karışımından) çıkan ve nefs-i emmarenin son tahassüngâhı (sığınağı) bulunan ve nefs-i emmareyi tezkiyeden (arındırdıktan) sonra onun eski vazife-i seyyiesini (kötü vazifesini) gören ve mücahedeyi (nefisle cihad hizmetini) âhir ömre (ömrün sonuna) kadar devam ettiren, bir manevî nefs-i emmareyi gördüm.
Ve anladım ki, o mübarek zâtlar hakikî nefs-i emmareden değil; belki mecazî bir nefs-i emmareden şekva etmişler. Sonra gördüm ki, İmam-ı Rabbanî dahi bu mecazî nefs-i emmareden haber veriyor.
Bu ikinci nefs-i emmarede şuursuz kör hissiyat bulunduğu için, akıl ve kalbin sözlerini anlamıyor ve dinlemiyor ki, onlarla ıslah olsun ve kusurunu anlasın. Yalnız tokatlar ve elemler ile nefret edip veya tam bir fedailiğe her hissini maksadına feda etsin.” (Kastamonu Lahikası)

