RİSALE-İ NUR

11.02.2009

3427

İnsanın Latife ve Duygularının İbadeti

Bediüzzaman Hazretlerine göre her bir latifenin kendine özgü bir ibadet tarzı vardır. Bu bağlamda akıl, ruh, kalp ve hayalin kulluk vazifeleri nasıl açıklanabilir?

16.02.2009 tarihinde soruldu.

Cevap

Bediüzzaman Hazretleri 6. Söz'de şöyle der:

Akıl bir âlettir. Cenâb-ı Hakk’a satmayıp, belki nefis hesabına çalıştırsan, öyle meş’ûm ve müz‘ic ve muacciz bir âlet olur ki, geçmiş zamanın âlâm-ı hazînânesini ve gelecek zamanın ehval-i muhavvifânesini senin bu bîçâre başına yükletecek, yümünsüz ve muzır bir âlet derekesine iner. İşte bunun içindir ki, fâsık adam, aklın iz‘âc ve ta‘cîzinden kurtulmak için gāliben ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar. Eğer Mâlik-i Hakîkî’sine satılsa ve onun hesabına çalıştırsan, akıl öyle tılsımlı bir anahtar olur ki, şu kâinâtta olan nihâyetsiz rahmet hazinelerini ve hikmet definelerini açar.1 

İnsana verilen en büyük nimetlerden biri akıldır. Akıl, Allah’ın insana bahşettiği, diğer mahlûklardan ayıran ilahî bir cevherdir. Fakat bu değerli nimet, kullanıldığı yere göre insanı yüceltebildiği gibi, alçaltabilir de. Akıl, eğer nefsin hizmetine verilirse insana sıkıntı ve azap kaynağı olur; fakat Allah namına çalıştırılırsa, kâinatın sırlarını açan bir anahtar, insanı ebedî saadete ulaştıran bir rehber olur. Bu hakikat sadece akıl için değil; kalp, ruh, göz, dil ve hayal gibi bütün latifeler için de geçerlidir. Her bir latife, yaratılış gayesine uygun kullanıldığında ibadet eder; aksi hâlde insanın felaketine sebep olur.

Akıl, düşünmek, anlamak ve delillerle Allah’ı tanımak için verilmiştir. Bediüzzaman Hazretlerine göre aklın ibadeti tefekkürdür; yani kâinattaki deliller üzerinde düşünerek Allah’ın isimlerini, kudretini ve rahmetini tanımaktır. Aklını nefsine satan insan, geçmişin hüzünlerini ve geleceğin korkularını sırtında taşır; huzursuz olur. Bu yüzden fâsık kimseler aklın azabından kaçmak için eğlenceye, sarhoşluğa sığınırlar. Oysa akıl, Allah’a satıldığında rahmet hazinelerini açan tılsımlı bir anahtar olur; sahibini ebedi saadete ulaştırır.

İnsanın aklı sayesinde mazi ve istikballe bağlantısı vardır. Hayvan ise sadece içinde bulunduğu anı yaşar. Aklı olduğu için insan muhasebe yapar, murakabe eder, fakat aynı zamanda zulüm ve ihanet de edebilir. Aklın değeri, onu hangi maksatla kullandığına bağlıdır. Allah’a yönelmiş bir akıl keşşaf olur; kâinattan ibret alır, varlıklar arasındaki hikmetleri çözerek Allah’ın sanatını okur. Fakat nefsin emrine giren akıl, körleşir; şehvetin ve hevesin esiri hâline gelir.

Meselâ göz bir hâssedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Eğer Cenâb-ı Hakk’a satmayıp, belki nefis hesabına çalıştırsan, geçici, devamsız bazı güzellikleri, manzaraları seyir ile, şehvet ve heves-i nefsâniyeye bir kavvâd derekesinde bir hizmetkâr olur. Eğer gözü, gözün Sâni‘-i Basîr’ine satsan ve onun hesabına ve izni dâiresinde çalıştırsan, o zaman şu göz şu kitâb-ı kebîr-i kâinâtın bir mütâlaacısı ve şu âlemdeki mu‘cizât-ı san‘at-ı Rabbâniyenin bir seyircisi ve şu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübârek bir arısı derecesine çıkar.2 

Göz, ruhun bu âleme açılan penceresidir. Göz, eğer nefsin arzularına hizmet ederse, geçici güzellikleri seyreden bir aracın ötesine geçemez. Ama Allah namına bakarsa, Allah'ın kâinattaki sanat eserlerini tefekkür eden bir seyirciye dönüşür. O zaman göz, bir “kütübhâne-i ilâhî”nin nâzırı olur. Yani Allah'ın kâinattaki hikmet ve gayelerini okuyan, tefekkür edip seyreden bir vazifeli olur.

Meselâ dildeki kuvve-i zâikayı, Fâtır-ı Hakîm’ine satmazsan, belki nefis hesabına mide nâmına çalıştırsan, o vakit midenin tavlasına ve fabrikasına bir kapıcı derekesine iner, sukūt eder. Eğer Rezzâk-ı Kerîm’e satsan, o zaman dildeki kuvve-i zâika, rahmet-i İlâhiye hazinelerinin bir nâzır-ı mâhiri ve kudret-i Samedâniye matbahlarının bir müfettiş-i şâkiri rütbesine çıkar.3 

Dil de benzer şekilde iki yöne sahiptir. Eğer nefis hesabına çalışırsa, sadece mideye hizmet eden bir kapıcıya döner. Fakat Allah’a satıldığında, rahmet hazinelerinin lezzetlerini tanıyan ve nimetlerin şükrünü eda eden bir nazır olur. O zaman her tat aldığı nimeti, Rezzâk-ı Kerîm’in rahmet sofrasından gelen bir ihsan olarak görür.

Keza yine kalp, insanın duygularının merkezidir. Kalbin ibadeti muhabbet, şükür, rıza ve teslimiyettir. Kalp, Allah’ı bütün varlıklardan çok sevdiğinde, O’na güvenip teslim olduğunda hakiki vazifesini yapmış olur.

Ruhun ibadeti, Allah’ın emirlerine uymak, farzları yerine getirmek ve nefsin arzularına muhalefet etmektir. Ruh, zikir, ibadet ve itaatle kuvvet bulur; emredilen dairede yaşadıkça huzura kavuşur.

Hayal ise insana verilen en geniş latifedir. Zaman ve mekân sınırlarını aşabilir. Hayalin ibadeti, hakikatleri tasavvur ederek imanı kuvvetlendirmektir. Cennet, ahiret ve Allah’ın isimlerinin tecellilerini düşünmekle hayal, tefekküre hizmet eder. Günah ve boş tasavvurlardan uzak durduğunda akla yardımcı bir nur olur.

Böylece her bir latife, yaratılış maksadına uygun çalıştırıldığında ibadet eder. Ağız doğrulukla konuşur, göz haramdan sakınır, kulak hayrı dinler, el ve ayak hayırlı işlerde bulunur. İnsan bu şekilde bütün uzuvlarını Allah’ın emrine verdiğinde, dünyada iken cennete layık bir hâl kazanır.

Netice olarak, insanın her bir latifesi Allah’ın emaneti olarak verilmiştir. Bu emanetler, yaratılış gayesine uygun şekilde kullanıldığında ibadet hâline gelir. Mü’min, aklını, kalbini, ruhunu, gözünü ve dilini Allah’ın rızası doğrultusunda kullandığı için cennete lâyık bir mahiyet kazanır. Kâfir ise, bu latifeleri nefsin emrine verip emanete hıyanet ettiği için cehenneme layık bir hâle düşer.

Her bir uzvumuzun, her bir duygumuzun ibadeti, onları Kur’an’ın emrettiği çizgide kullanmaktır. Zira insan, bütün bu latifeleriyle Allah’ın rahmetine, hikmetine ve kudretine ayna olabilecek bir varlıktır. Bu aynalığı en mükemmel şekilde gösterebilmenin yolu ise, aklı, kalbi ve bütün latifeleri Allah namına çalıştırmak, her latifeyi Yaratan’ın rızası dairesinde işletmektir. İşte o zaman insan, fânî olandan bâkî olana yönelir ve hakiki saadeti bulur.

  1. Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Hayrât Neşriyat, Isparta, 2011, s. 11

  2. Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Hayrât Neşriyat, Isparta, 2011, s. 11

  3. Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Hayrât Neşriyat, Isparta, 2011, s. 11


Paylaş

Facebook'ta paylaş

Whatsapp'da paylaş

Hesaplarımıza abone olun sorularımızdan ilk siz haberdar olun

Yorumlar (0)

Yorumunuz

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız