RİSALE-İ NUR

09.08.2011

9418

II. Dünya Savaşında Ölen Gayr-ı Müslim Siviller Şehid midir?

Risale-i Nur'da geçen şu ifadeyi nasıl anlamak gerekir: "..Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i Îsâ’ya (as) mensub Hristiyanların mazlumları, çektikleri felâketler, onlar hakkında bir nevi‘ şehâdet denilebilir..."

10.08.2011 tarihinde soruldu.

Cevap

On beşinden yukarı olanlar, eğer ma‘sûm ve mazlum ise, mükâfâtı büyüktür. Belki onu cehennemden kurtarır. Çünki âhir zamanda madem fetret derecesinde din ve dîn-i Muhammedî Aleyhisselatü Vesselâm’a bir lâkaydlık perdesi gelmiş. Ve madem âhir zamanda Hazret-i Îsâ’nın (as) dîn-i hakîkîsi hükmedecek, İslâmiyet’le omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i Îsâ’ya (as) mensub Hristiyanların mazlumları, çektikleri felâketler, onlar hakkında bir nevi‘ şehâdet denilebilir. Hususan ihtiyârlar ve musîbetzedeler, fakir ve zayıflar, müstebid büyük zâlimlerin cebr ü şiddetleri altında musîbet çekiyorlar. Elbette o musîbet, onlar hakkında medeniyetin sefâhetinden ve küfrânından ve felsefenin dalâletinden ve küfründen gelen günahlara keffâret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdır diye hakîkatten haber aldım.1 

Bediüzzaman Hazretleri bu metinde, âhir zamanda hak dini yeterince tanımadan yaşayan, fakat zulme uğrayan ve masum kalan Hristiyanların durumuna dikkat çekiyor. Onların içinde bulundukları dönem, “fetret” yani hakikatin gizlendiği, dinin etkisinin zayıfladığı veya yanlış öğretildiği bir dönem gibidir. Böyle bir zamanda, iman hakikatlerini tam bilmeden yaşayan bu insanlar, gaflet ve zulüm altında musibet çektikleri için, o sıkıntılar onların günahlarına kefaret ve rahmete vesile olabilir.

“Bir nevi' şehâdet” ifadesiyle de, Bediüzzaman Hazretleri onların çektiği zulüm ve acıların, hak din uğruna verilen bir şehadet olmasa da, benzer bir manevî değer taşıdığını belirtir. Çünkü bu insanlar, dünya menfaati için değil; zorla, baskı altında, kendi arzuları dışında zulmün hedefi oldukları için mazlum durumuna düşmüşlerdir. Mazlumiyet, Allah katında şehadet derecesine yakın bir mertebedir. Bu sebeple, özellikle fakir, yaşlı, zayıf ve mazlum Hristiyanların çektikleri sıkıntılar, onların ahirette kurtuluşuna vesile olabilecek rahmetli bir imtihan hükmüne geçebilir.

Tabi özellikle altını çizmek istiyoruz ki bu durum fetret ehli sınıfına girenler için geçerlidir. Şöyle bir soru akla gelebilir. Bugün Batı ülkelerinde İslâm’ı bilmeyen yok. Ehl-i fetret nasıl olurlar?

Evet şu anki internet çağında bir bilgi veya görüş gizli kalmıyor, herkese ulaşıyor. Fakat Batı medyasının yalan ve iftiralarıyla gerçek olmayan bir İslâm imajı yaygınlaşmıştır. Müslüman olanların hikayelerini okuyunca batılı insanların İslâm’ı hakiki yönüyle tanımadıkları görülüyor. İslâm, terörizm ile bağdaştırılmıştır. Sakallı, sarıklı ve cübbeli biri görüldüğü zaman hep olumsuz bir imaj akıllarda bırakılmış maalesef.

İşte böyle bir İslâm anlatısı içinde büyüyen toplumlar da ehl-i fetret sayılabilirler. Tabii ki hepsini aynı kategoriye sokmak da yanlıştır. Hem de Bediüzzaman Hazretleri “şehadet denilebilir” demekle kesinlik değil, muhtemel bir mana yüklemektedir. 

Ayrıca yanlış anlaşılmaya kapı açmamak için Bediüzzaman Hazretlerinin bu sözlerini diğer sözleriyle beraber değerlendirmek gerekir. Mesela bir yerde şöyle demektedir:

Beşinci Mes’ele: Sâniyen mektubunuzda “Mücerred لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ kâfî midir? Yani مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ demezse, ehl-i necât olabilir mi?” diye diğer bir maksadı soruyorsunuz. Bunun cevabı uzundur. Yalnız şimdi bu kadar deriz ki: Kelime-i şehâdetin iki kelâmı birbirinden ayrılmaz, birbirini isbat eder. Birbirini tazammun eder. Birbirisiz olmaz. Madem Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm Hâtemü’l-Enbiyâ’dır. Bütün enbiyânın vârisidir. Elbette bütün vusûl yollarının başındadır. Onun cadde-i kübrâsından hâriç, hakîkat ve necât yolu olamaz.2 

Yani kendisine tebliğ ulaşmış Yahudi veya Hristiyan iman etmediği takdirde ehl-i necat olamaz, cehennemlik olur. Zira Sevgili Peygamberimiz (sav) tüm peygamberlerin sonuncusu ve mirasçısıdır. Dolayısıyla hakikate ve kurtuluşa giden bütün yollar, onun getirdiği yoldan geçer. Onun yolundan ayrı bir hakikat veya kurtuluş yolu bulunamaz.

Ayrıca "II. Dünya Savaşının" şartlarını değerlendirmemiz gerekir. Teknolojinin, bilimin ve iletişimin bu güne göre durumunu göz ardı etmek doğru değildir. Dikkat edilirse “fetret devri” denilmeyip “fetret derecesinde” diyerek açıklama yapıyor.

Sonuç olarak; Bediüzzaman Hazretleri âhir zamanda İslâm’ın yanlış tanıtılması sebebiyle hakikate ulaşamayan, fakat mazlum ve masum kalan Hristiyanların durumunu “fetret derecesinde” görmüştür. Onların çektikleri zulüm ve sıkıntılar, bir nevi şehadet sevabı kazandırabilir, demektedir.

Ancak bu durum, İslâm kendisine doğru şekilde ulaşmamış kimseler için geçerlidir. Tebliğ ulaşmış olanlar ise, Peygamberin (sav) risâletini kabul etmeden kurtuluşa eremezler; çünkü hak ve kurtuluş yolu yalnız onun getirdiği yoldur.

Ehli fetretin durumuna dair detaylı izah için lütfen bakınız;

Fetret Ehlinin Ahiretteki Durumu

  1. Bediüzzaman Said Nursi, Kastamonu Lahikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2013, s. 141.

  2. Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Hayrat Neşriyat, Isparta 2013, s. 161.


Paylaş

Facebook'ta paylaş

Whatsapp'da paylaş

Hesaplarımıza abone olun sorularımızdan ilk siz haberdar olun

Yorumlar (0)

Yorumunuz

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız