RİSALE-İ NUR

08.08.2025

5

İhtiyarlar Risalesi Dördüncü Reca'nın İzahı

26. Lema İhtiyarlar Risalesi'ndeki 4. Reca'yı cümle cümle izah eder misiniz?

* *

*** ***

22.08.2025 tarihinde sordu.

Cevap

Dördüncü Recâ:  Bir zaman ihtiyârlığa ayak bastığımdan, gafleti idâme ettiren sıhhat-i bedenim de bozulmuştu. İhtiyârlık ile hastalık, müttefikan bana hücûm ettiler. Başıma vura vura uykumu kaçırdılar.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri, ihtiyarlık dönemine adım atınca daha önce gaflet olarak gördüğü bazı halleri sürdürmesine vesile olan beden sağlığının da bozulduğunu ifade etmiştir. (Böyle büyük ruhlu zatların gaflet olarak adlandırdıkları şeyler şüphesiz ki bizler gibi avam halkın zannettiği gibi günahlar değildir. O zatların gafletleri Allah’ı daha çok zikredememeleri veya daha fazla ibadet edemediklerinden duydukları üzüntünün ifadesidir.) İhtiyarlığın getirmiş olduğu yavaşlık ve sıhhatin geriye gitmesine bağlı olan hastalıklar, birlikte hücum ederek onu uykusuz bırakmış, sürekli bu hali ve ömrünün bu zamanını tefekkür etmesine kapı açmıştır.

Çoluk çocuk, mal gibi beni dünya ile bağlayacak alâkalarım da yoktu.

Günümüz insanlarının belki de hayata bağlanma vesilesi ve yegâne amacı sayılacak iki durum üstadımızda bulunmamaktadır. 1-Aile, 2-Mal ve mülk. Sürekli hapis ve sürgün hayatı yaşaması nedeniyle Üstad Bediüzzaman Hazretleri ömrünün çok kısa sürelerini aile fertleri ve akrabalarıyla geçirmiştir. Bu nedenle anne-baba ve kardeş özlemiyle hayatını sürdürmüştür. Diğer yandan İslam'ın maruz kaldığı tehlikelere karşı koyma çabası; gerek ülke şartları, gerek rejim baskısı nedeniyle gayet çileli bir hâl almıştır. Bu şartlar içerisinde Bediüzzaman Hazretleri, evlenmeye ve de evliliğin en tatlı ve güzel meyvesi olan evlat sevgisine kavuşamamıştır. Hem ömrü boyunca ona refakat edenlerin şehadeti hem de vasiyetnamesinde 1 kendi ifadesiyle yazdığı üzere arkasında kalan küçük bir sepet ve ilmi eserlerinden başka hiçbir malı mülkü olmadığı için dünyaya bağlanacak bir şeyi de kalmamıştır.

Baktım, gençlik sersemliğiyle zâyi‘ ettiğim sermâye-i ömrümün meyvelerini, bütün günâhlar, hatîâtlar gördüm. Niyâzî-i Mısrî gibi feryâd eyleyerek dedim:  Bir ticâret yapmadım, nakd-i ömür oldu hebâ yola geldim, göçmüş cümle kervan bî-haber  Ağlayıp nâlân edip, düştüm yola tenhâ garîb dîde giryân, sîne büryân, akıl hayrân bî-haber  O vakit gurbette idim. Me’yûsâne bir hüzün ve nedâmetkârâne bir teessüf ve istimdâdkârâne bir hasret hissettim.

Aile, evlât-u iyâl ve mal mülk gibi dünyaya bağlayıcı hiçbir alâkasının kalmadığını gören Üstad Bediüzzaman Hazretleri; Gençlik yıllarındaki sersemlikle ömrünü zayi ettiğini, ömür sermayesinden günah ve hatalardan başka bir meyve elde etmediğini fark eder. Burada günah ve hata derken İslâm'a daha mükemmel hizmet edemeyişi anlaşılmalıdır. Bu pişmanlık hâlini Niyâzî-i Mısrî’nin “Bir ticaret yapmadım, nakd-i ömür oldu heba…” mısralarıyla dile getirmiştir. Ailesinden ve bilhassa aile gibi gördüğü birçok talebesinden ayrı gurbette bulunduğu bu vakitte, ümitsizce bir hüzün, pişmanlık içeren bir üzüntü ve yardım isteyen bir hasret duygusuna kapılır.

Buradan çıkaracağımız ders ise; insan gençliğinde ömrünü boşa harcarsa, yaşlılıkta pişmanlık ve hüzünle karşılaşır; bu hâl, insana hatalarını fark ettirip yardım arayışına sevk eder. İhtiyarlık ve hastalık, insanı gafletten uyandırıp geçmiş ömrünün muhasebesine sevk eder. Dünyevî bağların kopması; pişmanlık ve nedâmet duygularını kuvvetlendirerek, insanı ilâhî rahmete sığınmaya yöneltir.

Birden Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân imdâda yetişti. Bana o kadar kuvvetli bir recâ kapısını açtı ve öyle hakîkî teselli ziyâsını verdi ki, o vaz‘iyetimin yüz derece fevkındeki ye’si dahi izâle edebilirdi. ve o karanlıkları dağıtabilirdi.

Hz. Üstad, sıkıntılı anında Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân’ın yardımına koştuğunu söyler. Kur’ân ona öyle kuvvetli bir ümit kapısı açar, öyle hakikî bir teselli ışığı gösterir ki; o ışık sadece o anda hissettiği ümitsizliği değil, belki yüz derece fazlası bile olsa onu dahi tamamen silip karanlıkları dağıtacak güçtedir. En şiddetli umutsuzluk anında bile Kur’ân-ı Kerim’in ilâhî beyanı insana sonsuz ümit ve gerçek bir teselli vermektedir. Sahabe-i Kirâm’ın en müjdeli olarak nitelediği Ayet-i Kerime’de Rabbimiz şöyle hitap etmiştir:

"De ki: “Ey nefisleri aleyhine (günah işlemekle ömürlerini) isrâf eden kullarım! (Günahlara bulaştık diye) Allah'ın rahmetinden ümid kesmeyin! Şübhesiz ki Allah, bütün günahları bağışlar!” Doğrusu, Gafûr (çok bağışlayan), Rahîm (kullarına çok merhamet eden) ancak O'dur. 2 

Evet, ey benim gibi dünya ile alâkaları kesilmeye başlayan ve dünya ile bağlanan ipleri kopmaya yüz tutan muhterem ihtiyârlar ve ihtiyâreler.

İnsanoğlu yaşlanmaya başlayınca gençken yapmış olduğu birçok şeye karşı engellerle karşılaşır. Gerek maddi, gerek manevi, gerek bedeni engeller; gençlikte yaşadığı şeylerin artık eskisi gibi olamayacağını gösterir.

Bu dünyayı en mükemmel ve muntazam bir şehir ve bir saray hükmünde halkeden bir Sâni‘-i Zülcelâl , mümkün müdür ki, o şehirde ve o saraydaki en ehemmiyetli misafirleriyle ve dostlarıyla konuşmasın, görüşmesin? Mâdem bilerek bu sarayı yapmış. Ve irâde ve ihtiyâr ile tanzîm ve tezyîn etmiş. Elbette nasıl ki yapan bilir. Öyle de bilen konuşur.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri, dünyayı ve içindeki her bir mahluku hatta her bir zerreyi kusursuz bir şehir ve süslü bir saray gibi yaratan Rabbimizin; elbette en önemli misafirleri olan insanlarla konuşacağını söyler. Çünkü bu sarayı bilinçli olarak kurmuş ve her şeyi isteyerek düzenlemiştir. Nasıl ki “yapan bilir, bilen de konuşur” prensibi geçerliyse, Allah da bize hitap eder deyip, bizlerin yalnız, sahipsiz ve muhatapsız olmadığımızı şu ayette bildirmiştir:

(Habîbim, yâ Muhammed!) Kullarım sana benden sorarsa, şübhe yok ki ben (onlara) pek yakınım. Bana duâ ettiği zaman duâ edenin duâsına cevab veririm; öyle ise (onlar da) benim (rızâm) için (da'vetime) icâbet etsinler ve bana îmân etsinler; tâ ki hak yolu bulsunlar. 3 

Mâdem bu sarayı ve bu şehri bize güzel bir misâfirhâne ve ticaretgâh yapmış.

Dünyâ, insana hem misâfirhâne hem ticaretgâh kılınmıştır. Bizler doğduğumuz andan itibaren ölmek üzere bu dünyada geçici bir hayat sürmekteyiz. Dolayısıyla bu dünya ve sahip olduğumuzu zannettiğimiz hiçbir şeyin asıl sahibi değiliz. Başta hayatımız olmak üzere her şey bizlere belirli bir vakte kadar emanet olarak verilmiştir.

Aynı zamanda misafir olarak sadece yatıp dinlenmeye gönderilmedik. Rabbimizin emir ve yasaklarına uyup; şeytan ve nefisle mücadele edip, bu dünyayı ahiretin tarlası gibi ekip işlemek üzere gönderildik. 4 

Bu dünyada Rabbimizin istediği gibi bir kul olursak; kısa ömrümüzü kendi istediğimizle değil, onun istediği şekilde geçirerek büyük bir ticaret yapmış oluruz. Ve bu ticaretle ebedi saadeti kazanma ihtimalimiz vardır.

Gerçekten, “Rabbimiz Allah'dır!” deyip, sonra da dosdoğru olan kimseler var ya, onlara artık korku yoktur ve onlar mahzun (da) olmayacaklardır. 5 Hitabına mazhar oluruz biiznillah.

Elbette bize karşı münâsebâtını ve bizden arzularını gösterecek bir defteri ve bir kitabı bulunacaktır.

Daha önce zikrettiğimiz gibi, “nasıl ki yapan bilir, bilen de konuşur” prensibi bağlamında; Rabbimizin bizden neyi istediğini bize bildirecek bir kitabı olmalıdır ki; her kavim her insan onu okuyup hayatını ona uygun olarak devam ettirebilsin.

Peygamberimiz’in Kur’an okumanın fazilet ve değerine işaret eden pek çok hadisleri vardır. Onlardan bir tanesi şöyledir: “Allâh, geceleyin iki rekât namaz kılan (ve Kur’ân okuyan) bir kulu dinlediği kadar hiçbir şeyi dinlemez. Allâh’ın rahmeti, namazda olduğu müddetçe kulun başı üstüne saçılır. Kullar, Kur’ân’la hemhâl oldukları andaki kadar hiçbir zaman Allâh’a yaklaşmış olamazlar.”6

İşte o kudsî kitabın en mükemmeli ve kırk vecihle mu‘cize; ve her dakîkada hiç olmazsa yüz milyonun dillerinde gezen ve nûr serpen; ve her bir harfinde asgarî olarak on sevâb ve on hasene ve bazen on bin ve bazen leyle-i Kadir sırrıyla bir harfinde otuz bin hasene ve meyve-i cennet ve nûr-u berzah veren Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân’dır .

Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân, kırk yönden mu‘cize olan en mükemmel kitaptır. 7 Rabbimizin bütün insanlığa hitabeden bir kelâmı olan Kur’an, Arapça olarak indirilmiştir. Bu duruma Kur’an’da şu ayetle işaret edilir: “Şübhesiz ki biz onu, anlayasınız diye, Arabca bir Kur'ân olarak indirdik.” 8 

Kur’an’da olan mucizevî tatlılık, güzellik, etkileyicilik ve çok yüksek edebî zevk ancak onu dikkatle okumakla anlaşılabilir. Onu okuyan kimse doğrudan doğruya Allah’ın sözünü dinlemiş ve Allah ile muhatap olmuş demektir. Bu çok şerefli muhataplığı kazanabilmek için Kur’an okumayı öğrenmek gerekir. Peygamber Efendimiz (sav), “Sizin en hayırlınız Kur’an'ı öğrenen ve öğretendir”9  buyurarak Kur’an öğrenmenin büyük faziletine işaret etmiştir.

Nazil olduğu andan itibaren yüzyıllardır insanların en çok okuduğu kitap olması nedeniyle yüz milyonlarca belki de milyarlarca insanın dillerinde gezmektedir. Kur’an-ı Azimüşşan’ın lafzı, manası ve diğer özellikleri göz önüne alındığında; okuyanın ve dinleyenin ruhuna, kalbine ve aklına nur saçılmış gibi bir ferahlık sağlamaktadır.

Kur’an-ı Kerim’i okuyan herkes için her bir harfine en az on sevap vardır. Hadis-i Şerif’te Allah’ın Resûlu (s.a.v.): “ Kur’ân-ı Kerim’den tek bir harf okuyana bile bir sevap vardır. Her hasene on misliyle değerlendirilir. Ben “Elif lâm Mîm” bir harf demiyorum. Aksine “Elif” bir harf, “Lâm” bir harf, “Mîm” de bir harftir”10  diye buyurmaktadır.

Ama bu sevap bazı özel gün ve vakitlerde on olarak kalmaz. Bazen on bin, bazen de Kadir Gecesi gibi özel günlerin sırrıyla otuz bin veya daha fazla hasene (sevap) kazandırabilir. Hatta ahirette cennet meyveleri ve kabirde nurların kazanılmasına vesile olur.

Bediüzzaman Hazretleri kadir gecesi ile alakalı şunları söylemektedir;

‘‘Her bir hasenenin (iyiliğin-salih amelin) leyle-i Kadir’de (Kadir Gecesinde) otuz bin olduğu gibi, Leyle-i Beraet’de (Beraat Gecesinde) her bir amel-i salihin (salih amelin) ve her bir harf-i Kur’an’ın sevabı yirmi bine çıkar. Sair (diğer) vakitlerde on ise, şuhur-u selâsede (üç aylarda) yüze ve bine çıkar. Ve bu kudsî leyâlî-i meşhûrede (mukaddes meşhur gecelerde) on binlere veya yirmi bine veya otuz bine çıkar…’’11 

Bu makamda ona rekābet edecek, kâinâtta hiç bir kitap yoktur. ve hiç bir kimse gösteremez.

“…Andolsun insanlar ve cinler bu Kuran'ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirine de destek olsalar, yine onun benzerini getiremezler.”12  Başta Kur’an-ı Kerim’de Rabbimizin fermanıyla ardından Peygamber Efendimiz (sav)'in beyanıyla ve daha sonra gelen âlim zatların tefsirleriyle kâinâtta bu mukaddes kelâma rekabet edebilecek hiçbir kitap mevcut değildir; kimse de gösteremez. Bu zamana kadar da kimse böyle bir şey gösterememiş ve getirememiştir. 

Mâdem bu elimizdeki Kur’ân, semâvât ve arzın Hâlik-ı Zülcelâl’inin rubûbiyet-i mutlakası noktasından ve azamet-i ulûhiyeti cihetinden ve ihâta-i rahmeti cânibinden gelen kelâmıdır, fermanıdır. Ve bir ma‘den-i rahmetidir .

Ve gaybın anahtarları O'nun katındadır; onları ancak O bilir. Hem karada ve denizde ne varsa bilir. Hiçbir yaprak da düşmez ki onu bilmesin; hem ne yerin karanlıklarında bir dâne, ne yaş ne de kuru (hiçbir şey) yoktur ki, apaçık bir Kitab'da (Kur'ân'da) bulunmasın!13  

Kur’ân, gökleri ve yeri yaratan Allah’ın kelâmı, fermanı ve rahmet hazinesidir. Allah kâinattaki yarattığı her bir zerreyi ve mahluku ona uygun şartlarda ve imkanlarda yaşatıp ayakta tutarak ve vazifesini yaptırarak terbiye etmektedir. Allah öyle bir ilahtır ki ona eşit, denk ve ortak hiçbir şey yoktur ve olamaz. Rahmeti, aklımıza gelecek/gelemeyecek her şeyi ve her yeri kuşatmıştır. O’nun rahmeti olmaksızın hiçbir zerre ayakta kalamaz.

İşte Kur’an-ı Kerim, bu özellikleri bakımından her şeyi hakkıyla bilen, gören ve işiten Rabbimizin kelamıdır. Dolayısıyla içinde kâinatla ve hususan insanoğluyla ilgili hiçbir eksik ve noksan bilgi yoktur. Ve indikten sonra kıyamete kadar tüm insanlığı kuşatacak özelliktedir. Ve içerisindeki her şey bizler için bir rahmettir. Kur’an-ı kerim sonsuz bir rahmet madenidir. 

Ona yapış Her derde bir devâ, her zulme bir ziyâ, her ye’se bir recâ, içinde vardır.

Hayatımızın asıl gayesi Kur’ân’ı Kerim’i anlamak ve hayatımıza tatbik etmektir. Ancak Kur’ân’ı Kerim, sadece anlam yönüyle mü’minleri kuşatmaz. Zira Kur’ân’ı Kerim, çok yönlü bir kitaptır. Anlamını bilip ona göre amel etmek asıl olmakla beraber, ayrıca Kur’ân; ‘Ey insanlar! Muhakkak ki size Rabbinizden bir nasîhat, gönüllerde olana bir şifâ ve mü'minler için bir hidâyet ve bir rahmet (olan Kur'ân) gelmiştir.’14 âyetinde belirtildiği gibi aynı zamanda bir şifa, bir rehber, bir ibadet ve de en önemlisi bir zikirdir. Tüm bu yönleriyle ele alındığı zaman Kur’ân; müçtehitler (hüküm çıkarma yetkisi olan âlimler) açısından hüküm çıkarılacak bir kaynak, ilahiyatçı ve müderris gibi âlimler için; müctehidlerin hüküm çıkardıkları âyetleri anlamak için bir rehber, tüm insanlık için bir şifa ve anlamını bilmeden okuyanlar için zikir ve ibâdet olmuş olur.

Kur’an-ı Kerim’in hangi suresine, ayetine veya kelimesine bakılsa insanlığa rahmet olduğu anlaşılacaktır. İnsanı en iyi tanıyan Rabbi olduğu gibi dertlerini en iyi bilen ve o dertleri insanın başından defedecek de yine Rabbidir.

İnsan hangi derde veya sıkıntıya düşse, hemen Rabbi ile konuşmalı, halini ona arz etmeli ve yardımı en başta ondan dilemelidir. Efendimiz (sav); "Kim Rabbiyle konuşmak isterse Kur’an okusun buyurmuştur. 15 

İşte bu ebedî hazinenin anahtarı, îmândır ve teslîmdir. ve onu dinleyip kabûl etmek ve okumaktır.

Kur’ân, ilâhî kelâm olarak eşsiz bir mucizedir; onu iman ve teslimiyetle okumak, insana dünya ve âhirette sonsuz nurlar ve fazl-u rahmet kazandırır. Başka bir deyişle; içindekilerinin hak olduğunu kabul edip emir ve yasaklarına teslim olup okumak imanımızı artıracaktır. İmanımızın artması ise endişe, korku, ümitsizlik vb. hastalık ve sıkıntılarımıza karşı etkili bir ilaç olmaktadır.

  1. Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası 1.cild, Altınbaşak Neşriyat, Isparta 2016, s.272

  2. Zümer 39/53

  3. Bakara 2/186

  4. Buhârî, Rikâk, 3

  5. Ahkâf, 46/13

  6. Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 17/2911 - İmâm Ahmed, Müsned, 644/36

  7. https://risale.online/soru-cevap/kuranin-kirk-cesit-mucize-yonu

  8. Yusuf, 12/2

  9. Buhari, Fedailu'l-Kur'ân, 21

  10. Tirmizî, Sevabü’l-Kur’ân, 16

  11. Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, Altınbaşak Neşriyat, Isparta 2016, s.538

  12. İsra, 17/88

  13. En’âm, 6/59

  14. Yûnus 10/57

  15. Kenzü'l-Ummâl, 2257 - Suyûtî, Camiu's Sağir, 359


Paylaş

Facebook'ta paylaş

Whatsapp'da paylaş

Yorumlar (0)

Yorumunuz

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız