Şu dünyaya gelen her insan Dünyamızın ve evrenin mükemmel bir kitap gibi yaratıldığını fark eder. Astronomi bilimi gökyüzünü, coğrafya yerin hareketlerini ve yeryüzü şekillerini, biyoloji canlıları, tıp insan bedenini ve diğer bilim dalları da farklı farklı konuları araştırmıştır. Bütün fen bilimleri, kâinatın mükemmel bir kitap gibi yazıldığını ortaya koymaktadır. Kâinatı araştıran her bir bilim dalı kendi sahasıyla ilgili yüzlerce belki binlerce kitap yazmıştır.
Elbette bir şeyi yapan bilir, bilen konuşur. Madem şu evreni sonsuz kudret, ilim, irade sahibi olan Yüce Rabbimiz yaratmıştır. Yarattığına göre, yarattığı şeylerin gayeleri hakkında konuşmak da O’na aittir. Çünkü varlıklar hakkında en doğru hakikatleri, hikmetleri, gayeleri ancak O (c.c.) bilir. Elbette bu gaye ve hikmetleri bildirmek için konuşacaktır. Madem konuşacak, konuşmasını bilen, konuşulanları anlayan akıl ve şuur (anlayış) sahibi olanlarla konuşacaktır. Bunlar için de anlayışı en mükemmel olan, kendilerine bildirilen fermanları ve kitapları anlayıp anlatacak olan ve yaşantısıyla da diğerlerine en güzel şekilde örnek olacak insanlarla konuşacaktır. Elbette dost ve düşmanın ittifakıyla insanlar içinde en yüksek kabiliyetlere ve en yüksek ahlâka sahip olan Hz. Muhammed (s.a.v) ile konuşacak ve konuşmuştur. Daha önce bütün peygamberlerle konuştuğu ve onlar vasıtasıyla insanlara hitap ettiği gibi, son olarak da Hz. Muhammed (asm) ile konuşmuş ve peygamber olarak vazifelendirmiştir.[1]
İşte Rabbimiz bunun için kendisine elçiler, peygamberler seçmiştir. Şüphesiz bütün varlıklar içinde en üstün akıl ve kabiliyete sahip olanlar insanlardır. Onlar içinde de Allah ile muhatap olmaya en layık kimseler ise en güzel ahlâk ve anlayış sahibi olan; üstün kabiliyetlerle donatılmış olan peygamberlerdir. Bu sebeple Rabbimiz, bu seçkin ve mükemmel ahlâk sahibi peygamberlerle gönderdiği vahiyler ve kitaplar vesilesiyle konuşmuştur. Kainâtın Efendisi (asm) ile de konuşacaktır.
Nasıl ki güneş ışık vermeden olmaz. Öyle de Rabbimizin ilahlığı da gönderdiği peygamberler ve kitaplar olmaksızın anlaşılmazdı. Peygamberler göndermesi ve onlarla vahiy vasıtasıyla konuşması, Rabbimizin ilahlığının bir gereğidir. Nitekim bütün kâinatı hikmet ve gayelerle yaratan Allah’ın, kâinatı niçin yarattığını peygamberler ve onlara gönderdiği kitaplar vasıtasıyla bildirmemesi O’nun sonsuz hikmetine zıt olurdu.
Bir kitap düşünelim ki müthiş mânalarla dolu olsun. Her sayfasında, her satırında, her kelimesinde, her harfinde hatta her noktasında müthiş anlamlar yüklenmiş olsun. Bu kitabı ders verecek bir öğretmen olmadığı takdirde, elbette bu kitap hiçbir kıymet ifade etmez. Manasız sayfalardan ibaret olur. İşte peygamberler de kendilerine Rabbimizden gelen vahiyle şu kâinat kitabının anlamını bize öğretirler, kâinat kitabını anlamsızlıktan kurtarırlar.
Bu konu ile ilgili Bediüzzaman Hazretleri’nin bir temsilini[2] kısaca aktaralım:
Bir zamanlar gizli ve keşfedilmeyi bekleyen hazineleri olan bir padişah vardı. Olağanüstü özellikleri olan bu padişah eşsiz bir sanatkâr olmakla birlikte hiç kimsenin bilmediği sırları da bilir ve istediğini istediği gibi kolayca yapabilirdi. O, güzellik ve mükemmellik sahibiydi, iyiliği ve cömertliği de çok severdi. Bu padişah mükemmel özelliklerini ve sanatını hem görmek hem de başkalarına göstermek istedi. Bu sebeple muhteşem bir saray yaptı. Sarayı mükemmel şekilde usta bir sanatkâr hassasiyetiyle süsledi. Daha sonra sanatını göstermek için insanları bu saraya davet etti. Bin bir çeşit ikramların bulunduğu sofralarda onlara ziyafetler verdi. O sarayda bazı elçilerini görevlendirdi. Bu görevlendirilen elçiler; sultanın bu sarayı neden yaptığını, süslemelerin ve işlemelerin ne anlama geldiğini, misafirleri niçin bu kadar güzel ağırladığını ve buna karşılık davet ettiği misafirlerden ne beklediğini bildirdiler.
Aynen öyle de bu kâinat sarayının sahibi olan Allah, sonsuz güzellik ve mükemmelliğini görmek ve göstermek için kâinat sarayını yaratmıştır. O, yeryüzünü çeşit çeşit bitkilerle donatmış; dağlar, denizler ve nehirlerle güzelleştirmiş; gökyüzünü yıldızlarla süslemiştir. Ayrıca Rabbimiz, sayısız ziyafet sofraları kurarak nimetlerini bize en güzel bir şekilde sunmuştur. Yine O, bu sofralara gelen her türlü nimeti özel bir ambalaja sararak ihtiyacımız olan mevsimde bizimle buluşturmuştur. Yaratılışları bu kadar kusursuz yapan ve bizlere her türlü nimeti veren Zât’ın elbette bir gayesi olmalıdır. Bu kadar yapılan işin gayesiz olması mümkün değildir. İşte Yüce Rabbimiz; bu harika eserleri ve eserlerdeki yaratılış gayelerini, bizi niçin bu kadar güzel beslediğini ve bunlara karşılık bizden ne beklediğini görevlendirdiği peygamberler vasıtasıyla bildirmiştir.[3]
(Bu parça Hayrat Neşriyat tarafından basılan Abdulkadir Ertaş’ın “Peygamberliğin İspatı” kitabından alınmıştır.)
Ayrıca bakınız:
Peygamber Efendimizin (sav) Peygamberlik Delilleri
Peygamberler Allah'ın Varlığına ve Birliğine Nasıl Şehadet Ederler?
Risale-i Nurdaki risalet delilleri
Kuranın En Büyük Mucizesi
Önceki Peygamberlerin Peygamberimiz’e Delil Olması
[1] Said Nursî, Zülfikar, Hayrât Neşriyat, Isparta 2015, s. 226.
[2] Said Nursî, Tılsımlar, Hayrât Neşriyat, Isparta 2015, s. 12.
[3] Abdulkadir Ertaş, Peygamberliğin İspatı, Süeda Yayınları, Isparta 2025, s. 19-22

