Fatiha süresini kısaca açıklayabilir misiniz? Bu sure hakkında kısaca bilgi verir misiniz?
Kur’ân-ı Hakîm’in başlangıç sûresi olan “Fatiha” açan ve açıcı manasına gelmektedir. Kur’ân’ın bir nevi‘ fihristi, özü, esası ve bütün mana ve hükümlerine şâmil olması (içine alması) cihetiyle de ام الكتاب “Kitâbın anası” ve namazın her rek‘atında tekrarlanan yedi ayet olması cihetiyle سبع المثاني gibi isimleri de vardır.
Bir gün Resul-i Ekrem (sav) sahâbe-i kirâmdan Ebû Saîd b. Muallâ’ya, “Mescitten çıkmadan önce sana Kur’an-ı Kerim’deki en büyük sureyi bildireceğim.” demişti. Namazın ardından ona şöyle buyurdu: “Bu sûre, yedi ayetten oluşan, namazlarda tekrar tekrar okunan Fâtiha suresidir.”[1]
Fatiha suresinin kısa bir meali şöyle verilebilir:
"Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle.
Kimden kime bir hamd ve bir teşekkür yapıldıysa o hamdler ve şükürler âlemlerin Rabbi olan Allah'adır. Ona mahsustur.
O Rahman ve Rahimdir. Rahmandır; dünyada bil-cümle (umum-bütün) mahlûkatının Mümin ve kâfirlerin rızıklarını vericidir. Rahimdir; ahirette yalnız Mümin olan kullarının rızıklarını vericidir.
Kıyamet gününün malikidir.
Yâ Rab! Biz ancak sana ibadet ediyoruz ve biz ancak senden medet ve yardım istiyoruz.
Bizi sırat-ı müstakime hidayet et ve o yolda sabit kıl!
O yol ki senin razı olduğun ve üzerlerine inam ettiğin (nimetler bahşettiğin) kullarının yoludur. Üzerlerine gazap ettiğin ve kahrettin kulların yolu değildir ve Hak’tan ayrılıp dalâlette gidenlerin yolu değildir.
Âmin Ya Rab! Dalaletten emin kıl ve dualarımızı kabul et!"
Fatiha suresinin her bir ayetinin kısa bir açıklamasını şu şekilde yapmak mümkündür:
1. Rahmân, Rahîm olan Allah’ın ismiyle
Müslüman her hayırlı işe besmele ile başlamalıdır. Her bir nimetin başında Besmele hatırlanmalı ve okunmalıdır. Besmelesiz hiçbir işin bereketi olmaz.
2. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.
“Semâvâtta binler âlem var. Yıldızların bir kısmı, her biri birer âlem olabilir. Yerde de her bir cins mahlûkat birer âlemdir. Hatta her bir insan dahi küçük bir âlemdir. رَبُّ الْعَالَمينَ [Âlemlerin Rabbi] tabîri ise, doğrudan doğruya her âlem, Cenâb-ı Hakk’ın rubûbiyetiyle idâre ve terbiye ve tedbîr edilir, demektir.” [2]
“Ezelden ebede kadar, her kimden her kime karşı gelen ve gelecek medh ü senâ (övgü) O’na âiddir. Çünkü sebeb-i medih (övgü sebebi) olan ni‘met ve ihsan ve kemâl ve cemâl ve medâr-ı hamd (övgüye sebeb) olan her şey O’nundur, O’na âiddir.” [3]
3. (O,) Rahmândır, Rahîmdir.
Rahmân ve Rahîm, eşsiz rahmet ve merhamet sahibi manasında iki sıfat ismidir. Rahman, bu dünyada mümin veya kâfir, iyi veya kötü bütün mahlûkata; Rahîm, âhirette sâdece müminlere nimet veren manâsındadır.[4]
4. Dîn (hesab) gününün mâlikidir.
‘Dîn’ kelimesinden maksad, ya cezâdır (karşılıktır); çünkü o gün, hayır ve şerlere ceza verilecek bir gündür veya hakaik-ı dîniyedir (dînî hakîkatlerdir). Çünki hakaik-ı diniye o gün tam manâsıyla meydana çıkar.”[5]
5. (Rabbimiz!) Ancak sana ibâdet ederiz ve ancak senden yardım dileriz.
İbadet edilmeye layık olan yalnız Allah’tır. Allah birdir. Başka şeylere müracaat etmek manasızdır. Başkalarının minneti altına girip zillet çekmek anlamsızdır. Madem her şey Allah’ındır. O halde Allah’tan başkasına boyun eğmek manasızdır. Madem mülkün hakiki sahibi Cenab-ı Hak’tır. O halde başkalarının arkasına düşmek onlardan istemek anlamsızdır. Her şeyin anahtarı Allah’ın yanındadır. Her şey Allah’ın emriyle halledilir. Allah’ı bulan her şeyi bulur. Demek yardım istemeye ve ibadet edilmeye en layık olan yalnız Allah’tır.
Burada, “(Ben) ibâdet ederim” değil de “(Biz) ibâdet ederiz” denmesinin hikmeti için, bakınız; (Mektûbât, 29. Mektûb, 243; Şuâ‘lar, 15. Şuâ‘, 574-576; İşârâtü’l-İ‘câz, 17)
6. Bizi dosdoğru yola hidâyet eyle!
“Bir mü’min hidâyeti isterse; اِهْدِناَ [Bize hidâyet eyle!] sebat ve devam manasını ifade eder. Zengin olan isterse ziyade manasını, fakir olan isterse i‘tâ (ihsân etmek) manasını, zayıf olan isterse iâne (imdad) ve tevfik (muvaffak kılma) manâsını ifade eder. (...) En büyük hidâyet, hicâbın (perdenin) kaldırılmasıyla hakkı hak, bâtılı bâtıl göstermektir.” [6]
7. Kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoluna; gazab edilmiş olanların ve dalâlete düşenlerin (yoluna) değil! (Âmîn!)
Gazab edilmiş olanların yahudiler; dalâlete düşenlerin hristiyanlar olduğu da rivâyet edilmiştir.[7]
Âmîn; “Kabûl et!” manâsında olup Kur’ân’dan değildir; sünnet ile sâbittir.[8]
[1] Buhârî, Tefsîr, (Fâtiha), 1.
[2] Mektûbât, 26. Mektûb, 127
[3] Mektûbât, 20. Mektûb, 66-67
[4] Kurtubî, c. 1/1, 104-105
[5] İşârâtü’l-İ‘câz, 16
[6] İşârâtü’l-İ‘câz, 19
[7] İbn-i Kesîr, c. 1, 24
[8] İbn-i Kesîr, c. 1, 25