Akıl, fikir ve düşünce aşamasında olan şeylerde insan tarafsızdır. Yani bir şeyi anlamak için aklı kullanmak ve o şeyi düşünmek noktasında tarafsızlık olduğu için sorumluluk ta yoktur. Çünkü bu noktada kalbin tasdiki yoktur. İslâm'a göre sadece düşünce aşamasında kalan fiiliyata geçmeyen şeylerden dolayı sorumluluk yoktur. Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır:
“Allah ümmetimden, işlemedikleri ve konuşmadıkları sürece gönle doğan düşüncelerin günahını bağışlamıştır.” 1
“Allah Teâlâ iyilik ve kötülükleri takdir edip yazdıktan sonra bunların iyi ve kötü oluşunu şöyle açıkladı: Kim bir iyilik yapmak ister de yapamazsa, Cenâb-ı Hak bunu yapılmış mükemmel bir iyilik olarak kaydeder. Şayet bir kimse iyilik yapmak ister sonra da onu yaparsa, Cenâb-ı Hak o iyiliği on mislinden başlayıp yedi yüz misliyle, hatta kat kat fazlasıyla yazar. Kim bir kötülük yapmak ister de vazgeçerse, Cenâb-ı Hak bunu mükemmel bir iyilik olarak kaydeder. Şayet insan bir kötülük yapmak ister sonra da onu yaparsa, Cenâb-ı Hak o fenalığı sadece bir günah olarak yazar.”2
İslâm'ın ilk dönemlerinde ise böyle bir sorumluluk vardı. Zira Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştu:
Göklerde ne var, yerde ne varsa Allah'ındır. İçinizde olanı açıklasanız da onu gizleseniz de, Allah sizi onunla hesâba çeker.(1) Bununla berâber (O,) dilediği kimseyi (kendi lütfundan) bağışlar, dilediği kimseye de (hak ettiği için) azâb eder. Ve Allah, herşeye hakkıyla gücü yetendir.3
Sahih-i Müslim’de geçen bir rivayete göre: “İçinizde olanı açıklasanız da onu gizleseniz de, Allah sizi onunla hesaba çeker” mealindeki âyet nâzil olduğunda Sahâbe-i Kirâm (ra) ciddî bir endişeye düştüler. Huzûr-ı saâdete gelip: “Yâ Resûlallah! Namaz, oruç gibi takatimizin yettiği ibadetlerle mükellef tutulduk. Hâlbuki şimdi bu âyet indi. Fakat bizim buna takatimiz yetmeyecek!” dediklerinde Resul-i Ekrem (asm): “Siz de evvelki ümmetlerin dediği gibi: ‘İşittik ve isyân ettik!’ mi diyeceksiniz? Siz: ‘İşittik ve itaat ettik; Rabbimiz! Mağfiretini dileriz; dönüş sanadır!’ deyin!” buyurdu. Ashâb-ı Kirâm (ra) da bunu tekrara başladılar. Bunu okudukça dilleri yumuşadı, kalpleri sükûnet buldu. Bunun ardından اَمَنَ الرَّسُولُ âyet-i kerîmesi nazil oldu. Böyle teslîmiyetle duâ ve niyâza devâm ettiklerinden bir müddet sonra: “Allah, kimseyi gücünün yetmeyeceği bir şeyle mükellef tutmaz!” meâlindeki âyet-i kerîme nazil oldu ve yukarıdaki âyetin hükmü kaldırıldı. 4
Bununla birlikte sadece düşünce halinde kalmayıp bir şekilde harekete, mimiğe veya söze yansıyan bir durum varsa o zaman mesuliyet olmaktadır. Mesela su-i zan haramdır. Su-i zanda düşünceden çıkarak söze veya harekete dökülen bir netice vardır.
Yukarıdaki izahlardan sonra, bir müminin arkasından iyi düşünce veya fikir beslemekte bir sakınca olmadığı gibi hüsn-ü zan manasıyla güzeldir. Fakat Allah'a, peygambere, İslâm'a, Müslümanlara karşı olan, düşmanlık eden kimselere karşı iyi düşünce beslemek iyi değildir.
Müminlere karşı sadece düşünce şekilde kalan fikirlerde bir sorumluluk veya kul hakkı olmaz. Ama düşünce ve fikir aşamasını geçerek bir kanaat oluşursa, sonra da onun hakkında kötü söze, tavra veya harekete sebep olursa o zaman mesuliyet ve kul hakkı olur.
Buhârî, Eymân 15; Müslim, İman 201
Buhârî, Rikâk 31; Müslim, Îmân 207, 259. Ayrıca bk. Buhârî, Tevhîd 35; Tirmizî, Tefsîru sûre (6),10.
Bakara 2/284
İbn-i Kesîr, Tefsir'ul Kur'ân'l Azim, Daru'l Kütüb'il İlmiyye, Beyrut 1997 c. 1, s. 565

