Kur'anı Kerim'de şöyle buyurulur:
“(Habibim Ya Muhammed!) Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel nasihatle da’vet et ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Şübhe yok ki (Allah’ın) yolundan sapanları en iyi bilen ancak Rabbindir; hidayete erenleri de en iyi bilen O’dur.” 1
Hikmet, her şeyi yerli yerine koymak demektir. Bu tarife göre “İnsanları Allah’a hikmetle davet” etmeyi, “herkesin seviyesine göre konuşmak” olarak anlayabiliriz. Bu hususta Peygamberimiz (sav) da şöyle buyurmuştur:
Biz peygamberler, insanlara akıllarının derecesi miktarınca konuşmakla emr olunduk.2
Bu ayet ve hadis bize gösteriyor ki, nasihatlerimizin tesirli olabilmesi için muhataplarımızın seviyesini ve ihtiyaçlarını dikkate almamız gerekir. Çünkü insanların ihtiyaçları zaman, mekân ve yaşadıkları olaylara göre değişir.
Nasıl ki hastalığın çeşidine göre ilaçlar değişiyorsa, dinleyenlerin seviyesine uygun bir sohbet yapılmalıdır ki hikmetli ve faydalı olsun. Aksi hâlde anlatılan sözden istifade ya az olur ya da hiç olmaz.
Anlatılan şey az olsa bile anlaşılır olmalıdır; çünkü anlaşılmayan bir ders ne kadar uzun olursa olsun fayda vermez. Öyleyse konuştuğumuz kişilerin anlayış ve hissiyatlarına göre konuşmak gerekir.
Yaşlılara Allah'ı Anlatmak
Yaşlı bir insan için dünya geride kalmış, ahiret kapısı yaklaşmıştır. Artık düşünceleri “Nasıl yaşadım?”, “Allah benden razı mı?”, “Ölümden sonra ne olacak?” gibi sorular etrafında döner. Bu sebeple onlara Allah’ı anlatırken Rabbimizin rahmet, affedicilik ve merhamet yönleri vurgulanmalıdır.
Yaşlıların kalpleri, dünya düşüncesinden çok ahiret düşüncesine açıktır. Onlara Allah’ı korkulacak değil, kavuşulacak bir sevgili olarak tanıtmak gerekir. Mesela şöyle denebilir:
“Amca / Teyze, senin ömrün nice baharlar ve kışlar gördü. Her baharda ölmüş gibi görünen ağaçların yeniden dirildiğini Allah sana gösterdi. O kudret, seni de yeniden diriltecektir.
Sen ömrün boyunca nice nimetler gördün. Hepsi Allah’ın sana olan sevgisinin bir işaretidir. Ahirette bu nimetlerin çok daha güzelleri ve daimi olanlarını merhametli Rabbimiz ihsan edecektir.O Zât-ı Zülcelâl seni dünyada misafir etti; aç, havasız, sevgisiz bırakmadı. Ebedî hayatta hiç seni sahipsiz bırakır mı?
Bu tür sözler, yaşlı bir kalpte ümit ve huzur meydana getirecektir. Bu konuda Bediüzzaman Hazretleri şöyle söylemektedir:
Bir köy muhtarsız olmaz. Bir iğne ustasız olmaz, sâhibsiz olamaz. Bir harf kâtibsiz olamaz, biliyorsun. Nasıl oluyor ki nihâyet derecede muntazam şu memleket hâkimsiz olur?3
Bu soruya ""şüphesiz olamaz” diye cevap verecektir. Çünkü fizik kaidesine göre etkisiz tepki olmadığından her harfin bir kâtibi, her iğnenin bir ustası vardır. Mesela, içinde her türlü malzeme ve gıdanın bulunduğu büyük bir market düşünelim. Bu markette çikolatadan ete, çoraptan paltoya kadar her şey vardır. Bu kadar düzenli bir market elbette ki bir kişi tarafından düzenlenmiştir.
Aynen bunun gibi, dünya da büyük bir “ilahi market” gibidir. İnsanlardan hayvanlara, bitkilerden meleklere kadar bütün canlıların ihtiyaçları burada karşılanır. Bu kadar mükemmel bir düzen, elbette ki sonsuz kudret, ilim ve hikmet sahibi bir Yaratıcı’nın eseri olabilir.
O hâlde bu dünya, içindeki bütün güzellikleriyle Allah’ın varlığını ve birliğini ilan eder.
Nasıl ki bir marketten aldıklarımızın bedelini öderiz; aynı şekilde bu dünyadaki nimetlerin karşılığı da iman, ibadet ve şükürdür. Eğer nimetlerden faydalanıp nimet vereni unutursak, bu nankörlük olur.
İman eden kişi ise, her şeye tapmaktan kurtulur; çünkü bilir ki bütün varlıklar Allah’ın emrinde, kendisine hizmet eden mahlûklardır.
Başka misaller de verilebilir. ihtiyarlıktan dolayı kaybettiği gençlik, dost ve ahbablarının ölümünden duyduğu üzüntü ve vücudundaki kuvvet, görme, işitme gibi duyguların tükenmeye yüz tutmasından ortaya çıkan elem ve kederine teselli olabilecek şekilde çok hassaslaşmış duygularını düşünerek örnekler verilmesi gayet derecede etkileyici olur.
Mesela, gayet mükemmel binalarla imar edilen bir şehri düşünelim. O şehirde yaşayan insanların ihtiyaçlarına göre binlerce evler, fabrikalar, dükkânlar ve binalar bulunuyor. Bir harf kâtipsiz bir iğne ustasız olmadığını biliyoruz. Şüphesiz o şehirdeki yapıların da malzemeleri başka yerlerden uçuşarak bir araya gelip onları icad etmedikleri gibi bütün o ev ve binaların kendiliğinden oluşmaları da mümkün değildir. Ancak hem onları yapma gücüne, hem de o malzemelere sahip birinin yapmasıyla mümkündür. Eğer bazı binalar yıkılmışsa, önceden o binaları yapan zat yeniden o yıkılmış binaları daha güzel bir şekilde yapabilir. Hatta bu yıkılan binaların bir kısmının yeniden yapıldığını da gözümüzle görüyoruz. Demek o şehir ve içindeki binalar, o şehri kuranların ve o binaları yapanların var olduğunu gösterir.
Aynen misalde olduğu gibi şu dünyamız sonsuz derecede ölçülü ve düzenli bir şehir hükmündedir. Her baharda, her bir ferdi mükemmel bir binadan daha mükemmel olan bir milyondan ziyade hayvan ve bitki çeşitleri yaratılıyor. Bu yaratılan varlıkların öyle bir yapısı vardır ki, bir hücresi bile eksiği olmayan bir saraydan daha mükemmeldir. Öylesine ki eğer bir hücreyi insanlar maddi imkânlarıyla yapmış olsa Konya Ovası kadar yer kaplayacağı söyleniyor. Hâlbuki normal bir insanın vücudunda 100 trilyon civarı hücre vardır.
Bununla beraber sonbaharda bu canlıların birçoklarının yıkıldığını ve ikinci bir baharda daha mükemmel ve güzel bir şekilde yeniden yapıldığını görüyoruz. Acaba bu kadar düzenli ve mükemmel olan dünya ve içindeki bütün varlıkların kendiliğinden oluşması ve bir kısmının öldükten sonra ikinci bir baharda kendiliğinden dirilmesi mümkün müdür? Veyahut o dünyanın ve içindeki varlıkların yapımında kullanılan güçsüz ve şuursuz malzemelerin uçuşup bir araya gelerek yapılmasını akıl hiç kabul eder mi? Elbette böyle bir şey olamaz. Demek şüphesiz bu dünya, büyüklüğü ve mükemmelliği nisbetinde ve içindeki varlıkların görülmemiş bir sanatla yapılması derecesinde, onları yaratan sonsuz ilim, kudret ve hikmet sahibi bir zatın var olduğunu kör gözlere de gösterir, ispat eder.
Hem O zat, bu harika icraatıyla ihtiyarların ölüm ve ayrılık acılarını giderecek bir müjde veriyor. Çünkü bahardaki diriltmeyle, o ihtiyarları ve bütün sevdiklerini hatta bütün varlıkları öldükten sonra haşrin baharında tekrar diriltebileceğini ispat ediyor. Bu şekilde ölümün yokluk olmadığını, ayrılık acısının da sonsuz bir kavuşma ile biteceğini göstererek teselli veriyor.
Çocuklara Allah’ı Anlatmak
Çocuğun dünyası hayal, sevgi ve somut örneklerle doludur. Bu yüzden Allah’ı anlatırken sevgi, merhamet ve hikmet yönü öne çıkarılmalıdır. Basit ve canlı örneklerle anlatmak gerekir:
Bak yavrum, güneşi kim doğuruyor? Yağmuru kim yağdırıyor, çiçekleri kim açtırıyor? Kalbimizi kim çalıştırıyor? İşte bunların hepsini yapan Allah’tır.
Sonra kalbine dokunan sevgi dolu bir cümleyle bağ kurmak gerekir.
Allah seni çok seviyor. Her gün seni koruyor, kalbini attırıyor, nefes veriyor. Biz O’nu göremesek de O bizi hep görüyor, hep yanımızda.
Bu anlatımda dikkat edilmesi gereken en önemli şey, korkutucu değil, sevdirici bir dil kullanmaktır. “Cezalandırır” değil, “korur, affeder, sever” demek gerekir.
Anne-babaların şefkatinden yola çıkarak da Allah’ın merhameti anlatılabilir.
“Yemeğini kim hazırlıyor?” diye sorduğumuzda çocuk, “Annem” der.
“Peki, otların, ağaçların ve hayvanların ihtiyaçlarını kim karşılıyor?” diye sorarsak, bu kez “Allah” cevabına ulaşırız.
Yine bir yap-boz örneğiyle şöyle denebilir:
“Oyuncak evini sen yaptın değil mi? O hâlde bu büyük dünya evini de bir Usta yapmıştır. O Usta, Allah’tır.”
Bu tür örneklerle çocuk, Allah’ı hem sever hem de tanır.
Sorulan suale numune olması için Risale-i Nur'lardan istifadeli misalleri verdik. Bunlara kıyasen daha çok misaller verilebilir. Fakat bu mevzuda en mühim olan nokta ihlasla anlatmaktır. Dinleyenlerin de kâbil-i hitab, yani kendileriyle konuşmaya uygun kimseler olmalarıdır. Anlatanın ihlâsı muhafaza etmesi nisbetinde tesiri olacaktır.
Nahl 16/125
Zebidî, İthaf'u Sade, 2/65
Zülfikar, Hayrat Neşriyat 2015, 6.s

