Hanefî mezhebinden İmam Ebû Yûsuf, Mâlikîlerden Rahûnî ve Hanbelî mezhebinde nakledilen bazı görüşlere göre, itibari paranın değerinde artış ya da azalma meydana gelirse, borcun belirlendiği (sabit olduğu) tarihteki kıymet esas alınarak ödeme yapılmalıdır. [1] Ebû Yûsuf’un bu görüşü, zamanla Hanefî mezhebi içerisinde yaygın olarak benimsenen ve tercih edilen içtihat hâline gelmiştir. [2]
Ancak borçlu kimse, gerçekten ödeme gücüne sahip değilse, ona kolaylık sağlamak ve süre tanımak İslam’ın temel ahlak ilkelerindendir. Zira dinimiz, zorluk içinde olanlara karşı merhametli olmayı ve onların yükünü hafifletmeyi öğütler. Buna karşılık, borcunu ödeme imkânına sahip olduğu hâlde ödeme yapmaktan kaçınan kimseler için ise hakkaniyete uygun olan, borcun sabit olduğu tarihteki kıymet üzerinden ödeme yapılmasıdır. Bu durumda öncelikle borçlu ve alacaklının karşılıklı rızaya dayalı bir uzlaşmaya varmaları gerekir. Ayrıca enflasyon gibi ekonomik göstergeler konusunda yetkili kurumların açıkladığı veriler de bu hesaplamalarda yardımcı ölçüt olarak değerlendirilebilir.
Ancak unutulmamalıdır ki paranın değer kaybetmesi ekonomik şartlar ile ortaya çıkan doğal bir durumdur. Bu değer kaybı, tarafların kastı veya müdahalesiyle oluşan bir haksızlık değil; enflasyon, döviz kurları ve ekonomik politikalar gibi etkenlerin bir sonucudur. Bu sebeple borç veren kişinin, borcu verirken açıkça daha sonra fazlasıyla geri almayı şart koşması—yani baştan itibaren borcun üzerine fark eklenmesini akitlemesi—İslam hukuku açısından faiz (riba) sayılır ve kesin olarak haramdır. Bu nedenle, aradaki farkın meşru ve adil sayılabilmesi için niyet, zamanlama ve uygulama şekli çok önemlidir.
[1] İbn Nüceym, el-Bahr, 6/219; İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, 4/533-534; Rahûnî, Hâşiye, 5/121; Merdâvî, el-İnsâf, 5/127
[2] İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, 4/533-534
[3] Buharî¸ İstikrâz¸ 7.