Sözlükte “maddî ve mânevî açıdan etkilemek, yaralamak” anlamındaki kelm kökünden masdar ismi olan kelâm “konuşma, söz söyleme, sözlü etkiyi algılama” mânasına gelir. “Konuşma melekesinden yoksun bulunmaya aykırı durum, zihinde bulunan anlamın dille ifade edilmesi” diye tanımlanan kelâm örfte ağızdan çıkan anlaşılır sese verilen addır. Dinî bir terim olarak da “Allah’ın konuşma yetkinliğine sahip bir varlık olduğunu bildiren sıfatı” diye tanımlanabilir.1
Kur'an'da Kelâm Sıfatı
Kur’an’da Allah’ın melekler, İblîs ve peygamberlerle konuştuğu ve tükenmeyen kelimelerinin bulunduğu belirtilerek konuşmanın ulûhiyyete ait bir yetkinlik olduğuna dikkat çekilir. Âyetlerde “söyledi, konuştu, nidâ etti” gibi anlamlara gelen fiiller zikredilip Allah’ın yaratıklarıyla konuştuğu açıkça ifade edilir. Hz. Mûsâ örneğinde olduğu üzere Allah insanlarla perde arkasından doğrudan doğruya konuştuğu gibi vahiy yoluyla veya elçi göndermek suretiyle de konuşmuştur.2 Bu sebeple vahiylere “kelâmullah” denilmiştir. Allah’ın kelâmına vasıtasız olarak muhatap kılınan Hz. Mûsâ (as) diğer insanlar arasından seçilmiş, ona Tûr dağının sağ yanından “ey Mûsâ” diye seslenilmiştir.3 “Ol” sözüyle yaratılan Îsâ (as) peygambere “kelimetullah” unvanı verilmiştir4
Hadislerde Kelâm sıfatı
Hadislerde de Allah’ın konuşan bir varlık olduğuna temas edilmiştir. Çeşitli rivayetlerde yer aldığına göre Allah dünyada bazı insanlarla sadece perde arkasından konuşmuştur,5 âhirette ise arada bir vasıta olmadan müminlere hitap edecek,6 ilâhî emirlere aykırı davranan günahkârlarla konuşmayacaktır.7 Hadislerde Hz. Îsâ (as) Allah’ın kelimesi, Kur’an'da Allah kelâmı olarak nitelendirilmiştir.8 Ayrıca bazı rivayetlerde müminlerin gördüğü sadık rüyalar bir tür ilâhî kelâm olarak nitelendirilmiştir.9
Ehl-i Sünnete Göre Kelâm
Mâtürîdî Mezhebi; keyfiyeti konusunda farklı görüşler ileri sürmekle birlikte Allah’ın kelâm sıfatı bulunduğu görüşünde birleşmiş ve nasların yanı sıra aklî delillerden hareketle bunu kanıtlamaya çalışmışlardır. Buna göre konuşmak bir yetkinlik, konuşamamak ise eksiklik ve aczdir. Mahlûkatı konuşturan Allah’ın, mahiyeti insanlarca tam olarak bilinemeyen bir konuşma sıfatına sahip olması yetkin varlık oluşunun gereğidir; konuşamamak ise Allah hakkında muhaldir. Allah’ın emreden, nehyeden ve bunları yaratıklarına bildiren bir varlık olması da kelâmın ulûhiyetin ayrılmaz vasıfları arasında yer aldığını gösterir. Peygamberlerin Allah ile yaratıkları arasında elçilik görevi ifa eden insanlar oldukları dikkate alınırsa onların getirip sundukları kelâmın kendilerine değil Allah’a ait olduğu anlaşılır. Bu da Allah’ın kelâm sıfatı bulunduğunu kanıtlar.10
Eş‘arî Mezhebi; Kelâm, “harflerden ve seslerden oluşan ifade” mânasına geldiğine göre Allah’ın konuşması zâtı dışında herhangi bir nesnede harf ve ses yaratmasıyla mümkün olur. Yaratılan harfler ve sesler hâdis olup zâtıyla kāim değildir. Çünkü zâtı hâdislere konu teşkil etmediği gibi ezelde henüz bulunmayan yaratıklarıyla konuşması da mâkul değildir. Ayrıca kelâm fiilî bir sıfat olduğu için bütün fiilî sıfatlar gibi hâdistir (sonradan olan), aksi takdirde yaratıkların da ezelî olması gerekir.11
Değerlendirme
Sözün hulasası şudur ki Kur'an'da Hz. Mûsâ'nın (as) Allah kelamını doğrudan işittiğine dair açık bir ifade yoktur. Ancak Allah'ın ona söylediği onunla konuştuğunu beyanı vardır. Cenab-ı Hak şöyle buyurur: “Allah Musa ile konuşarak söyledi” yine “Rabbi ona söyledi” buyurmuştur. Allahu Teala diğer bir ayette kullarıyla olan konuşmasını üç mertebe ayırmıştır: “Allah’ın insanoğlu ile konuşması ancak vahiy ile yahut perde arkasından veya bir elçi gönderip kendi izniyle dilediğini bildirmesi mümkün olur.”12 Yüce Allah bu ayet-i kerimede vahiy yolu; perde arkasından veya peygamber göndermek suretiyle olanlar müstesna beşerle konuşmasını reddetmiştir. Şüphe yok ki vahiy yoluyla konuşmada işitmek bahis konusu değildir. Çünkü vahiy kalbe gizlice bırakılan bir mânâdır, nitekim şu iki ayette aynı mahiyettedir:
Musa'nın annesine vahyettik.13
Rabbim bal arısına vahyetti.14
Elçi göndermek suretiyle vuku bulan konuşmada da bizzat gönderin Allah'ın sözü değil gönderilen elçinin sesi işitilir, bu ise gönderenin sesine bir dalaletten ibarettir. Şu halde kulların işittiği ilahi kelamın bizzat kendisi değil, ona delalet eden lafızdır. Perde arkasından duyulan konuşmaya gelince, burada sesin ve harflerin aracılığı zaruridir. Nitekim şu ayet-i kerime bunun bir örneğini oluşturmaktadır:
Sonunda oraya gelince, o mübârek yerdeki vâdinin sağ kıyısındaki ağaç (cihetin)den (kendisine) şöyle seslenildi: “Ey Mûsâ! Şübhesiz ki ben, gerçekten âlemlerin Rabbi olan Allah’ım!15
Bu meselede perdeden maksat ağacın, Allah kelamına delalet eden ses ve harfin varlığına mahal teşkil etmesidir. Zira “Allah benim ben, benden başka ilah yoktur”16 tarzında bir ifade ağacın kendi sözü olamaz, olsa olsa Allah kelamı olur. Ne var ki bu sözü ağaçtan işitilmektedir. Şu halde gerek ağaç gerek bu harfler de sesler yüce Allah'ın kelamını anlamak için birer vasıtadır; işitilen ilahi kelamın bizzat kendisi değil, ona delalet eden şeydir. Buna göre Hz. Musa'nın özellikle “Kelimullah” diye anılması, onun bu nevi bir ilahi bir mükâlemeye nail olması bakımındandır. Şayet biri kalkar buna “vasıtasız konuşma” diyecek olursa fazla yadırganmaz. O takdirde bunun manası “kitap ve peygamberlerin aracılığı bulunmayan bir konuşma” demek olup, “ses ve harflerin aracılığı olmaksızın” mânâsına gelmez. Nasıl duyular âleminde “Hükümdar filanla herhangi bir aracı olmaksızın konuştu” denilirse, bununla harf ve ses aracılığın ortadan kalktığı kastedilmez, sadece “Hükümdar o adama mektup veya elçi göndermemiş, şifahen konuşmuş” demek istenir. İşte söz konusu ettiğimiz mesele de bunun gibidir.17 Ayrıca bu konuda Bediüzzaman Hazretleri şöyle buyurmaktadır:
(Allah'ın kelamı) eğer Musa Aleyhisselâm’ın Tûr-u Sînâ’da işittiği Kelâmullâh tarzında olsa idi, beşer bunu dinlemekte ve işitmekte tahammül edemezdi. Ve merci‘ edemezdi. Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâm gibi bir ulü’l-azm, ancak birkaç kelâmı işitmeye tahammül etmiştir. Musa Aleyhisselâm demiş: اَهٰكَذَا كَلَامُكَ؟ قَالَ اللّٰهُ ل۪ي قُوَّةُ جَم۪يعِ الْاَلْسِنَةِ
(Yani; senin kelamın böylemidir? Allah buyurdu: "Bende bütün lisânların kuvveti vardır"18) 19
Tûr-i Sînâ’da Cenab-ı Allah'ın Hz. Mûsâ’ya hitabı öyle haşmetlidir ki ulü’l-azm bir peygamber ancak birkaç kelâma dayanmıştır; diğer insanlar vasıtasız böyle bir hitaba dayanamaz. Bu sebeple aynı Kelâm, Kur’ân’da tedric ve tanzim ile insan idrakine uygun bir “tenzil” halinde tecellî etmiştir. “Bende bütün lisânların kuvveti vardır” buyruğu da, Allah’ın dilediği her dil ve surette kelâmını işittirebileceği, fakat özü itibarıyla ezelî kaldığını gösterir. Kelâm ezelîdir, tecellîleri mahlûkun tahammülüne göre mertebelidir. “Kâinata işittirilen kelâm ile Tûr-i Sînâ’da Hz. Mûsâ’ya işittirilen kelâm aynı mertebede değil eğer Tûr-i Sînâ’daki gibi doğrudan tecellî etseydi, beşer dinlemeye tahammül edemezdi.”
Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “klm” md.; Ebü’l-Bekā, s. 756, 758
A‘râf 7/143; Şûrâ 42/51
A‘râf 7/144; Meryem 19/52
Âl-i İmrân 3/45; Nisâ 4/171
İbn Mâce, Muḳaddime, 13
Buhârî, Riḳāḳ, 49
Müsned, II, 253; Bakara 2/174; Âl-i İmrân 3/77
Dârimî, “Muḳaddime”, 8
İbn Ebû Âsım, I, 213-214
Mâtürîdî, s. 57-58; Seyfeddin el-Âmidî, s. 85-91; Teftâzânî, IV, 144
Eş‘arî, s. 516-517; Kādî Abdülcebbâr, I, 193-195; Nesefî, I, 259-263; İbnü’l-Mutahhar el-Hillî, s. 59-61
Şuara 26/51
Kasas, 28/7
Nahl, 16/68
Kasas 28/30
Tâ-hâ, 20/14
Bekir Topaloğlu, Nureddin Es-Sabuni Maturidiye Akaidi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul-2014,13. Baskı, s,75-80
Ed-Dürrü'l-Mensur, c.3 s.536
Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, 2015, Hayrât Neşriyat, s.140

