Sıfat: “Nitelemek, bir şeyin halini ve özelliklerini anlatmak” manasınadır. Terim olarak “Allah’ın zatına nisbet edilen mana” diye tanımlanabilir. Eğitim- öğretim ve telif çalışmalarında kolaylık sağlamak, konuyu belli bir sistem dahilinde sunmak amacıyla âlimler sıfatları tasnife tabi tutmuşlardır.
Sıfât-ı tenzihiye: Cenab-ı Hakk'ın şanına uygun düşmeyen ve ondan uzak olan eksiklikleri ifade eder. Acz, eksiklik ve yaratılmışlık özelliği taşıyan manalar olup, bunların zat-ı ilahiyede bulunmadığını, zatın bu tür mefhumlardan münezzeh ve yüce olduğunu söylemek gerekir. Başka bir tabirle “Allah’ın ne olmadığını” ifade eden bu sıfatlar bütün İslâm müntesiplerince benimsenmiştir. Sıfât-ı selbiye diye de anılan ve sayıları çok olan bu sıfatların hepsi tevhid ilkesini destekleyici mahiyette olup altı tanesine kelam kitaplarında yer verilmiştir. Bunlar:
- - Vücud - - Kıdem - - Beka - - Muhalefetün li’l havadis - - Kıyam bi-nefsihi - - Vahdaniyet - Bunları sırayla ele alalım: 
- 1. Vücud - Var olmak, demektir. Bunun zıddı olan ademden yani yokluktan Allah münezzehtir. İslâm âlimleri, Allah’ın varlığı için “Vacibü’l-Vücud” yani “yokluğu düşünülemeyen, varlığı zorunlu olan zât” demişlerdir. Vacibü’l-Vücud yalnızca Allah’tır. Diğer varlıklar için de “Mümkinü’l-vücud” yani “varlığı da yokluğu da mümkün olan varlıklar” denilmiştir. Mümkün varlıklar, Allah yaratırsa var olurlar, yaratmazsa olmazlar. Veya yarattığı mümkün bir varlığı Allah yok etmek istediğinde, onlar yok olurlar. Bazı âlimler, vücud sıfatını müstakil bir sıfat olarak değerlendirmiş ve bu sıfata “Sıfat-ı Nefsiye” demişlerdir. - 2. Kıdem - Kıdem; Başlangıcı olmamak demektir. Allah zâtı ve sıfatları itibarıyla kadimdir, ezelîdir, başlangıcı yoktur. O, sonradan meydana gelmiş değildir. Ezelî kelimesi de kadim manasına gelir. Kur’ân’da “O, Evvel’dir, Ahir’dir”1 buyrulur. Peygamberimiz (s.a.v)’de “Allah var idi ve başka bir şey yok idi.” buyurmuştur. Allah, vacibü’l-vücud (varlığı zorunlu) olduğu için, onun varlığı kadimdir, yani başlangıçsızdır. Çünkü sonradan olan her varlık, onu var edecek birine muhtaç olur. Eğer Allah sonradan olmuş olsaydı, onu bir yaratanın olması, keza onu da bir yaratanın olması gerekirdi. Bunun zincirleme olarak sonsuza kadar gitmesi imkânsızdır. Bir yerde başlangıcı olmayan, varlığı zorunlu bir zâtın kabul edilmesi aklen gerekir. Varlık âlemini izah için, varlığı vacib (zaruri) olan birinin kabul edilmesi aklen zorunludur. - 3. Beka - Beka, sonu olmamak, ebedî olmak manasına gelir. Bütün varlıklar fani; Allah ise bakidir. Beka, kadim olmanın bir neticesidir. Çünkü ezelî olan ebedî olur. Allah’ın vacibü’l vücud oluşu da, onun bekasını gösterir. Çünkü varlığı vacib (zarurî) olanın, yokluğu da imkânsızdır. Bu konuda iki âyet şöyledir: - “Yeryüzünde bulunan her şey fanidir. Ancak, celal ve ikram sahibi (yüce ve cömert olan) Rabbinin zâtı bakidir.” 2 - “O’nun zâtından başka her şey helak olucudur.” 3 - 4.Vahdaniyet - Allah’ın bir olması demektir. Allah, şirkten, ortaktan münezzehtir. Allah’ın birliğiyle ilgili âyetler sayılamayacak kadar çoktur. İhlâs suresinin ilk âyeti bilindiği gibi “De ki; O Allah, birdir.” şeklindedir. Bu konuda diğer bir âyet şöyledir: - “Sizin ilahınız tek bir ilahtır. O, Rahman ve Rahim olan Allah’tan başka ilah yoktur.” 4 - İslâm dininde Allah’ın varlığına imandan sonra, en mühim esas Allah’ın birliğine imandır. Atomlardan yıldızlara kadar, bütün her yerde görülen harikulade düzen, intizam, bu kâinatı idare eden Allah’ın birliğini ve ortağı olmadığını açık bir şekilde göstermektedir. Çünkü değişik eller bir işe karışsa, o iş karışır. Bir memlekette iki padişah, bir şehirde iki vali, bir köyde iki muhtar bulunsa o memleket, o şehir, o köyün her işinde bir karışıklık olur. Bu konuda bir âyet şöyledir: - “Eğer yerle gökte Allah'tan başka ilahlar olsaydı yer ve gökler bozulurdu (intizam kalmazdı).” 5 - 5. Muhalefetün lil-havadis - Sonradan yaratılmış olan varlıklara benzememek demektir. Allah’tan başka her şey sonradan yaratılmıştır ve Allah, sonradan yaratılmış hiçbir varlığa benzemez. Bu konuda iki âyet şöyledir: - “O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, işitendir, görendir.”6 - “Hiçbir şey O'na denk değildir.”7 - Allah’ın varlığını aklımızla bilebiliriz. Fakat Allah’ın zâtının nasıl olduğunu, duyu organlarımızla algılayamayız, aklımızla, hayalimizle de kavrayamayız. Bu konuda Üstad Bediüzzaman, “Bir şeyin varlığını bilmek ayrı, mahiyetini (nasıl olduğunu) bilmek ayrıdır” der. Çünkü biz görmediğimiz bir şeyi tasavvur ederken daima bildiğimiz, gördüğümüz şeylerden yola çıkarız. Halbuki Allah, yaratılmış hiçbir şeye benzemediğinden, onun hakkında aklımıza, hayalimize ne gelirse gelsin O’na benzemeyecektir. Allah’ı zâtı itibarıyla değil de, isimleri, sıfatları itibarıyla tanıyabiliriz. İsim ve sıfatlarını ise onun yarattığı varlıklara, icraatlarına bakarak tanıyabiliriz. Bu konuda Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: - “Yaratılmış varlıklar üzerinde düşününüz. Yaratıcı(nın zâtı) hakkında değil. Çünkü siz onu hakkıyla kavrayamazsınız.”8 - 6. Kıyam bi-nefsihi - Allah’ın zâtıyla kaim olup yani var olup, varlığında ve varlığını devam ettirmede başkalarına muhtaç olmaması demektir. Bu sıfata “kıyam bi-zâtihi” de denilmiştir. Bunun zıddına “kıyam bi-gayrihi”, yani başkasıyla kaim olma, varlığında başkasına muhtaç olma denilmiştir. Bütün varlıkların varlığı “kıyam bi-gayrihi”dir. Çünkü onlar, Allah’ın var etmesi ve onları ayakta -varlıkta- tutmasıyla varlıklarını devam ettirirler. Bu konuda bir âyet şöyledir: - “Ey insanlar! Sizler Allah'a (her konuda) muhtaçsınız. Allah ise gani (size muhtaç olmayan, zengin) olan ve Hamid (her yönüyle övülmeye lâyık) olandır.” 9 - Örneğin (teşbihte hata olmasın): Biz bir aynanın karşısına geçtiğimizde, aynada görüntümüz oluşur. Bu görüntü var olabilmek için bize muhtaçtır. Biz ise var olmak için ona muhtaç değiliz. Kâinat ve kâinat içindeki varlıklar da ayna gibidir. Allah, irade ve kudretiyle onları var eder ve varlıkta tutar. Allah, kâinat aynasına muhtaç değil, fakat kâinat var olabilmek için Allah’a muhtaçtır. Bazı mutasavvıflar bunu “Ayinedir bu âlem, her şey Hak ile kaim” cümlesiyle ifade etmişlerdir. - Sıfat-ı subutiye: Allah’ın zatına nisbet edilen ve onun ne olduğunu ifade eden sıfatlardır. Cenab-ı Hakk'ın şanına uygun ve zatı için sabit olan kemalatı ifade eder. Bunlar: - - Hayat - - İlim - - Sem’, - - Basar, - - Kudret, - - İrade - - Kelam. - Maturidiye âlimleri tekvini de eklemişlerdir. Şimdi bu ilahî sıfatları unları tek tek ele alalım: - 1. İlim - İlim “bilmek” demektir. Allah, geçmişi, şimdiki zamanı ve geleceği bildiği gibi, zerre gibi küçük olanı da, bütün kâinatı da bilir. Bir şeyi bilmesi, diğer şeyleri bilmesine mani olmaz. Gayb âleminde olup görünmeyenle, şehadet âleminde olup görünen her şey onun ilmi dahilindedir. İlmin zıddı olan cehalet (bilgisizlik) Allah için imkânsızdır. Allah’ın ilmi ezelidir, sonradan elde edilmiş değildir. İnsan aklı ve bilgisi Allah’ın ilmine nisbet edildiği zaman çok küçük kalır. Meleklerin “Senin bize öğrettiklerinden başka ilmimiz yok” dediği gibi, insanların ilmi Allah’ın öğrettiğinin ve izin verdiğinin ötesinde değildir. Allah’ın ilmiyle ilgili bazı âyetler şöyledir: - “Muhakkak ki Allah ilmiyle her şeyi kuşatmıştır.” 10 - “Göklerde ve yerde zerre kadar olanlar bile O'nun ilminin dışında değildir. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü de şüphesiz apaçık Kitap'ta (levh-i mahfuzda)dır." 11 - “Gaybın anahtarları O'nun katındadır, onları ancak O, bilir. Karada ve denizde olanı bilir. Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi, yaşı kuruyu -ki apaçık Kitap'ta (levh-i mahfuzda)dır- ancak O, bilir.” 12 - 2. İrade - İrade; bir şeyi istemek, iki (veya daha fazla) şeyden birini tercih etmek, seçmek manalarına gelmektedir. İrade için meşiyet, ihtiyar tabirleri de kullanılmaktadır. Bütün varlıklar, onları yoktan var eden Allah’ın varlığını gösterdikleri gibi, Allah’ın iradesini de gösterirler. Çünkü Allah’ın iradesi olmadan varlıkların var olmaları mümkün değildir. Bizim yaratılışımız, nerede ve ne zaman, hangi anne ve babadan doğacağımız, kız veya erkek olacağımız, özelliklerimiz, yüzümüzün şekli, parmak uçlarımıza varıncaya kadar her şey Allah’ın istemesiyle, iradesiyle, tercih etmesiyle şekillenmiş, vücut bulmuştur. Bütün varlıkları, onların durumlarını, özelliklerini buna göre değerlendirebiliriz. Bu konuda Kur’ân’ın bazı âyetleri şöyledir: - “(Allah) bir şeyi dilediği zaman, ona "ol!" der, (o şey) hemen oluverir.”13 - “Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Dilediğini yaratır; dilediğine kız çocukları, dilediğine de erkek çocukları bahşeder. Yahut onları, hem erkek hem de kız çocukları olmak üzere çift verir. Dilediğini de kısır kılar. O, her şeyi bilendir, her şeye gücü yetendir.” 14 - Allah-u Teâlâ'nın iki türlü iradesi vardır: - Tekvînî İrade: Allah’ın bir şeyi yaratmasına veya bir şeyin olmasına dair iradesidir. Kâinattaki tabiat kanunu dediğimiz kanunlar da bu tür iradeyle var olmuşlardır. Bu yüzden bu kanunlara “sünnetullah”, “âdetullah” “evamiri tekviniye” (yaratılışa dair işler, emirler) denildiği gibi, bütün kanunların mecmuuna, bütününe de “Şeriat-ı Fıtriye” denilmiştir. Yani bu kanunlar tabiatın değil, Allah’ın kanunlarıdır. - Teşrî-î İrade: Allah’ın insanlardan yapmalarını istediği emirlerle, kanun koymayla ilgili iradesidir. Allah, peygamberler ve kitaplar (örneğin Kur’ân’ın) aracılığıyla insanlara emirlerini ve yasaklarını içeren kanunlarını bildirir. - 3. Kudret - Kudret “Gücü yetmek” manasına gelir. Allah, mutlak kudret sahibidir. Onun bu kudreti zâtî olup sonradan kazanılmış değildir. O bu kudretiyle atomları, canlıları, dünyayı, güneş sistemini, galaksileri, her şeyi yaratmıştır. Yarattığı bütün varlıklar onun sonsuz kudretine sayısız delillerdir. - Allah’ın kudreti zâtî olduğundan, onun zıddı olan “acz” onun kudretine müdahale edemez. Dolayısıyla, Allah’ın kudretinde mertebeler olmaz. Bu yüzden onun kudreti mutlaktır, sınırsızdır. Bir çekirdekle ağacın, bir atomla yıldızın, bir yıldızla kâinatın yaratılması aynı derecede kolaydır. Onun kudretine nispetle kolay ve zor diye bir şey yoktur. Hepsi aynı kolaylıktadır. Güneş bir damla suya ısı ve ışık verirken, aynı anda bir okyanusa da ısı ve ışık verir. Bu iki iş güneş için nasıl kolaysa, Allah’ın kudretine nispetle de küçük ile büyük, az ile çok arasında fark yoktur. Bir komutan “Arş!” emriyle bir askeri harekete geçirdiği gibi, büyük bir orduyu da harekete geçirir. Bu konuda bir askerle bir ordu arasında fark yoktur. Allah da “Kün” yani “Ol!” emriyle bir atomu da yaratır, bir yıldızı da. İkisi de Allah’ın kudretine nisbetle kolaydır. O, bir emirle atomu da harekete geçirir, bütün küreleri de harekete geçirir. Onun kudretine nispetle her şey kolaydır.15 - Allah’ın kudretiyle ilgili iki âyet şöyledir: - “Sizin (yoktan) yaratılmanız ve haşirde tekrar diriltilmeniz, bir tek nefsin icadı gibi (onun kudretine) kolaydır." 16 - “Muhakkak ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara faydalı şeylerle (dolu) gemi(ler)in denizde akıp gitmesinde, Allah'ın semadan bir su indirip onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, yeryüzünde yürüyen her türlü hayvanı yaymasında, rüzgârları ve yerle gök arasında emre hazır bekleyen bulutların yönlendirilmesinde, şüphesiz akleden (aklını çalıştıran, tefekkür eden) bir topluluk için elbette (Allah'a işaret eden) deliller vardır.” 17 - 4. Sem’ ve Basar (İşitme ve Görme) - Allah, her şeyi işitir ve görür. Onun görme ve işitmesinde bir sınır yoktur. Fısıltı halindeki en gizli sesleri de işitir. Zifiri karanlık bir gecede, siyah bir taşın üzerinde yürüyen siyah bir karıncayı görür, onun ayağından çıkan sesi de işitir. Görmemek ve işitmemek bir noksanlıktır. Yarattığı bütün canlılara görme ve işitme özelliklerini veren Allah’ın görmemesi ve işitmemesi mümkün değildir. Bu yüzden Hz. İbrahim (as) babasına şöyle söylemişti: - 'İşitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir fayda vermeyen bir nesneye nasıl ibadet edersin?'18 - Rivayet edildiğine göre Hz. Musa (a.s), kendisine vahiy geldiği sırada, kalbi, ailesinin durumlarına takıldı [Ben onları bırakıp gidersem onların geçimi nasıl olur diye düşündü]. Bunun üzerine Allahu Teâlâ, ona asasıyla, bir kaya parçasına vurmasını emretti. O da vurunca kaya parçası yarıldı, içinden ikinci bir kaya çıktı. Sonra, asasıyla ona da vurunca o da yarıldı, içinden üçüncü bir taş çıktı. Daha sonra da asasıyla ona da vurunca o da yarıldı ve içinden, âdeta bir zerre gibi, ağzında da gıdası yerine geçecek bir şey olan bir kurtçuk çıktı. Musa (a.s)'ın kulağından perde kaldırıldı ve o, kurtçuğun "Tesbih ederim o zâtı ki beni görür, sözümü işitir, benim yerimi bilir, beni unutmaz ve rızıklandırır." dediğini duydu.19 - 5. Kelâm - Kelâm “Konuşmak” demektir. Allah, vahiy yoluyla meleklerle, peygamberlerle ve ilham yoluyla da seçkin veli kullarıyla, hatta diğer insanlarla ve hayvanlarla konuşur. Allah kelâm sıfatıyla emreder, yasaklar ve haber verir. - Kendini tanıttırmak için kâinatı, bu kadar hadsiz masraflarla, baştanbaşa harikalar içinde yaratan ve binler dillerle kemalâtını, büyüklüğünü, yüceliğini söylettiren Allah, elbette kendi sözleriyle dahi kendini tanıttırır. Evet, yarattığı bütün ruh sahibi varlıkları konuşturan ve onların konuşmalarını bilen bir zatın, o konuşmalara konuşmasıyla müdahale etmesi, rububiyetin bir gereğidir. Bu konuda bazı âyetler şöyledir: - “Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur. Yahut da bir elçi gönderir de izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz ki O çok yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir.” 20 - “Peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Allah, onlardan bir kısmı ile (vasıtasız) konuşmuş, bazılarını da derece derece yükseltmiştir.” 21 - 6. Hayat 
- “Diri olmak, canlı olmak” dediğimiz hayat, Allah’ın en mühim sıfatıdır. Onun hayatı, ezelî ve ebedîdir. Ölmek fani olmak onun hakkında muhaldir. Bütün canlıların hayatının kaynağı da O’nun hayatıdır. Canlılardaki hayat, Allah’ın hayat sıfatını gösteren en açık bir delildir. Çünkü başkalarına hayat verenin hayat sahibi olması zaruridir. Allah’ın bütün sıfatlarını ispat eden deliller, hayat sıfatını da ispat ederler. Çünkü ilim, hayatın alâmetidir; işitmek, dirilik emaresidir; görmek, dirilere mahsustur; irade, hayat ile olabilir; kudretle iş yapmak hayat sahiplerinde olur; konuşmak ise bilen dirilerin işidir. Bütün bu sıfatlar ve bu sıfatların delilleri, Allah’ın varlığını ve hayat sahibi olduğunu açıkça gösterir. Bu özelliklerinden dolayı, hayat sıfatı diğer bütün sıfatların esası, membaıdır denilebilir. Çünkü hayat sıfatı olmadan diğer sıfatların olması mümkün değildir.22 
- 7. Tekvin - Tekvin; yaratma, icad etme, yok olan bir şeyi var etme demektir. Maturidî âlimleri, buraya kadar saydığımız sıfatlara ek olarak, Allah’ın bir de “tekvin” sıfatı olduğunu kabul etmişlerdir. Bu konuda onlar “(Allah )bir şey yaratmak istediği zaman, ona "Ol!" der, hemen o da oluverir.”23 gibi ayetleri delil olarak göstermişlerdir. - Tekvin sıfatının, Allah’ın kudret sıfatından farklı olduğunu, tekvinin, Allah’ın yoktan var etmesiyle ilgili bir sıfat; kudretin ise, eşyanın çekip, çevrilmesi, idare edilmesiyle ilgili bir sıfat olduğunu söylemişlerdir. Mesela, dünyayı yoktan var etme tekvin sıfatıyla, dünyanın kendi etrafında ve güneş etrafında dönmesi kudret sıfatıyladır. - Eş’arîler ise, Allah’ın kudret sıfatından başka, ayrıca bir tekvin sıfatı kabul etmemişlerdir. Onlara göre, bir şeyin yoktan var edilmesi de, var edilen varlıkların çekip çevrilmesi de Allah’ın kudret sıfatıyla olmaktadır. - Sıfât-ı Haberiye: Nass yoluyla sabit olan sıfatlar demek olup aslında sıfat-ı tenzihiye içinde mütalaa edilir. Haberi denmesinin sebebi, sözlük anlamlarıyla yaratılmışlık özelliği taşımış olmalarıdır. Öyle ki ayet ve hadisle sabit olmasalardı zat-ı ilahiyeye izafe edilmeleri düşünülemezdi. Vech (yüz), ayn (göz), istiva (taht üzerine oturma) gibi. - Sıfat-ı Fiiliye: Allah-kâinat ve Allah-insan ilişkisini ifade eden sıfatlardır. Halk (yaratmak), ihya (hayat vermek), terzik (rızıklandırmak) gibi 
Esma-i Hüsna: Allah’a nisbet edilen isimleri ifade eder. Esma-i hüsnadan Allah, Rahman, Rab gibi bazıları zat-ı ilahiyeye delalet etmekte ve diğer isim ve sıfatları kendinde toplamaktadır. Alîm, Habîr, Semi’ gibi bir kısmı ise sadece belli bir niteliğe delalet eder. Bu isimler ayrıca kendi aralarında Allah’ın kendisini niteleyenler (zatî), kâinatın yaratılması ve yönetilmesine delalet edenler (fiili-kevni), yücelik ifade edenler (tenzihi), zikir ve duada kullanılanlar, lütuf ve rahmetini gösterenler gibi gruplara ayrılırlar.
Ayrıca bakınız:
Fiil, İsim, Sıfat, Şuunat Münasebeti
İsim ve Sıfat Nedir?
Allah'ın İsim-Sıfat-Şuunat ve Zatının Mükemmelliği
- Hadid, 3 
- Rahman, 26, 27 
- Kasas, 88 
- Bakara, 163 
- Enbiya, 22 
- Şura, 11 
- İhlas, 4 
- Kenzü’l-Ummal, hn, 5706 
- Fatır, 15 
- Talak, 12 
- Sebe, 3 
- En’am, 59 
- Yasin, 82 
- Şura, 49, 50 
- Bkz: Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s, 201. 
- Lokman, 28 
- Bakara, 164 
- Meryem, 42 
- Fahreddin Razi, Tefsiri Kebir, Darü’l Fikr, c, 9, s, 193. 
- Şura 51 
- Bakara, 253 
- Bediüzzaman Said Nursî, Lemalar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s, 395. 
- Yasin, 82 




