Haşir diye tarif ettiğimiz, öldükten sonra dirilme hakîkatine dair çevremizde pek çok misal mevcuttur. Meselâ: 1. Her sene kış mevsimiyle yeryüzünün ölümü (mevti), ardından baharın gelişiyle yeniden diriltilmesi haşre en güzel ve kuvvetli bir aklî delildir. Kur’ân-ı Kerîm’de bu hakîkate şöyle işaret edilir:
Şimdi Allah’ın rahmetinin eserlerine bak! Yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şübhesiz ki O, ölüleri elbette dirilticidir. Çünki O, herşeye hakkıyla gücü yetendir. 1
Âyetteki “yeryüzünün ölümü” kışa, “dirilme” ise bahara bakar. Kışın ölmüş mahlûkâtı her baharda ihyâ eden/hayatlandıran Kudret, elbette haşir sabahında insanları da diriltmeye muktedirdir. Zira Allah’ın kudretinde az-çok, küçük-büyük gibi derece farkları yoktur.
Halbuki hikmet-i hükûmet ise, saltanatın cenâh-ı himâyesine ilticâ eden mültecîlerin taltîfini ister. Adâlet ise, raiyetin hukukunun muhâfazasını ister. Tâ hükûmetin haysiyeti, saltanatın haşmeti muhâfaza edilsin. Halbuki şu yerlerde, o hikmete, o adâlete lâyık binden biri icrâ edilmiyor. Senin gibi sersemler, çoğu cezâ görmeden buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir mahkeme-i kübrâya bırakılıyor.2
2. Hikmet ve adalet sahibi bir idareden, kendisine sığınan mazlumları himaye etmesi beklendiği gibi, kendi vatandaşlarının da hukukunu muhafaza etmesi beklenir. Ayrıca, itaat eden ve vazifesini yerine getirenlere mükâfat; âsî olup kargaşa çıkaran, vazifeden kaçanlara da ceza vermesi gerekir. Aksi takdirde, böyle bir idarenin meşruiyetine halel gelir. Bu dünyada tam mânâsıyla böyle bir muamele göremiyoruz: zâlimler ceza görmeden izzetleriyle, mazlumlar haklarını alamadan zillet içinde bu dünyadan göçüp gidiyorlar. Demek ki adalet ve hikmetin zuhur edeceği daha büyük bir mahkeme lâzım.
3. Her gece, ölümün küçük kardeşi olan uyku ile bir nevî ölümü tadıyor; sabah uyanmakla bir nevî diriliyoruz. Her gün bu küçük ölümü ve dirilişi tattıran Allah, kıyâmet ve haşirde bunların en büyüğünü de elbette tattıracaktır. Bütün semâvî kitaplar ve peygamberler vasıtasıyla vaad etmiştir; mutlaka yapacaktır.
Yedinci Hakîkat: Bâb-ı hıfz ve hafîziyet olup, ism-i Hafîz ve Rakîb’in cilvesidir. Hiç mümkün müdür ki, gökte, yerde, karada, denizde, yaş kuru, küçük büyük, âdî âlî her şeyi, kemâl-i intizâm ve mîzân içinde muhâfaza edip, bir türlü muhâsebe içinde neticelerini eleyen bir hafîziyet, insan gibi büyük bir fıtratta, hilâfet-i kübrâ gibi bir rütbede, emânet-i kübrâ gibi büyük vazîfesi olan beşerin rubûbiyet-i âmmeye temas eden amelleri ve fiilleri muhâfaza edilmesin? Muhâsebe eleğinden geçirilmesin? Adâlet terâzisinde tartılmasın? Şâyeste cezâ ve mükâfât çekmesin? Hayır, aslâ! 3
4. Rabbimizin Hafîz ve Rakîb isimleri, tohumdan çekirdeğe, yumurtadan hücreye kadar her şeyde geleceğe ait plân ve programı muhafaza eder. Böyle basit şeylerin en ince ayrıntısı dahi kayda geçerken, insanın ebedî hayatını belirleyecek fiillerinin kaydedilmemesi düşünülemez. Madem muhafaza ve kayıt var, muhasebenin yapılacağı bir gün de mutlaka vardır.
5. Bir gündüzün ardından gelen gece, âdeta kıyâmetin kopup kâinât ışığının sönmesine benzer; ertesi sabah aydınlanması ise haşrin sabahına, âlemin yeniden diriltilmesine işaret eder. Her gün koca dünyayı karanlığa gömüp sabahleyin nurlandıran Kudret, kıyâmet gecesiyle söndürdüğü kâinâtı haşir sabahında yeniden aydınlatacaktır.
İşte bu beş kevnî delil, çevremizde gözle görülen hâdiselerle öldükten sonra dirilmenin hak olduğunu ve büyük bir Mahkeme-i Kübrâ’nın mutlaka kurulacağını kat’î şekilde bildirir.
Rum, 30/50
Bediüzzaman Said Nursi, Zülfikar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2020, s.8
Bediüzzaman Said Nursi, Zülfikar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2020, s.36

