Soru

19. Mektub (Mucizat-ı Ahmediye Risalesi) Şerh ve İzahı-14

19. Mektub’un "Sekizinci İşareti'ni" cümle cümle izah eder misiniz?

Tarih: 21.06.2025 14:41:21

Cevap

Sekizinci İşaret:

On Dokuzuncu Mektubun Sekizinci Nükteli İşareti

Su hususunda tezâhür eden bir kısım mu‘cizâtı beyân eder.

Su konusunda gerçekleşen bazı mucizeleri açıklar.

Mukaddime: Ma‘lûmdur ki, cemâatler içinde vukū‘ bulan hâdiseler, âhâdî bir sûrette nakledilse, tekzîb edilmediği vakit, doğruluğunu gösterir. Çünkü insanın fıtratında, yalana yalandır demeye cibillî bir meyil vardır.

Giriş: Herkesçe bilinir ki, topluluklar içerisinde gerçekleşen hadiseler, bir veya iki rivayet kanalından nakledilmiş olsa ve dolayısıyla tevatür derecesine ulaşmasa; o hadiseyi haber veren kişi hadiseye şahit olan diğer kişiler tarafından yalanlanmazsa haberin doğru olduğu anlaşılır. Çünkü insanın fıtratında yalana yalandır demeye yaratılıştan gelen bir meyil vardır.

Hususan her kavimden ziyâde yalana karşı sükût etmez Sahâbeler olsa,

Özellikle de bu kişiler yeryüzünde yaşamış olan bütün toplumlardan daha fazla bir hassasiyetle yalana karşı asla susmayacak olan sahabe toplumu olsa,

hususan hâdiseler Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a taalluk etse ve bilhassa nakleden meşâhîr-i Sahâbeden olsa, elbette o haber-i vâhid sâhibi, o hâdiseyi gören cemâati temsîl eder hükmünde rivâyet eder.

Özellikle de meydana gelen, bahsi geçen hadiseler bütün sahabelerin hayatlarındaki en önemli kişi olan Peygamber Efendimiz (asm)’a temas etse, onunla ilgili olsa ve özellikle de bu hadiseleri nakleden sahâbelerin en meşhurları, en önde gelenleri olsa; elbette o hadiseyi anlatan sahabe bir kişi de olsa hadisenin gerçekleşmesini gören topluluğu temsil ederek rivayet ediyor demektir.

Halbuki şimdi bahsedeceğimiz mu‘cizât-ı mâiyeyi, her bir misâli çok tarîklerle, çok Sahâbelerin ellerinden, binler Tâbiînin muhakkikleri el atıp almışlar. Sağlam olarak ikinci asır müctehidlerinin ellerine vermişler. Onlar da kemâl-i ciddiyetle ve hürmetle el atıp, kabul edip, arkalarındaki asrın muhakkiklerinin ellerine vermişler. Her tabaka, binler kuvvetli ellerden geçip, gele gele tâ asrımıza gelmiş.

Halbuki, şimdi bahsedeceğimiz su ile ilgili mucizelerin her bir örneğini çok ayrı rivayet yollarından tabiinin binlerce muhakkik âlimleri sahâbelerin özenli ellerinden teslim almışlar. Tabiin bu hadisleri sapasağlam olarak hicrî ikinci asırda yaşayan müçtehid hadis âlimlerinin ellerine teslim etmişler. Hicri ikinci asırda yaşayan hadis âlimleri de tam bir ciddiyetle ve büyük bir hürmetle hadislerin muhafaza ve bir sonraki nesle aktarılmasına el atıp, bu manevi vazifeyi kabul edip, arkalarından gelen muhakkik hadis âlimlerinin ellerine vermişler. Her ilim tabakası binlerce kuvvetli, dirayetli ellerden geçirip, hadis-i şerifler ta bizim zamanımıza kadar sıhhatli ve sapasağlam olarak gelmiş.

Hem asr-ı saadette yazılan kütüb-ü ehâdîsiye sağlam olarak devredilip, tâ Buhârî ve Müslim gibi ilm-i hadîsin dâhî imamlarının eline geçmiş.

Hem en başta daha Efendimizin yaşadığı o saadet asrında yazılmaya başlanan, yazı ile kayıt altına alınan hadisler çok çeşitli sahâbelerin hadis defterleri, hadis kitapları sağlam olarak birinden diğerine devredilip, ta İmam Buhârî ve İmam Müslim gibi hadis ilminin dâhî imamlarının ellerine kadar ulaşmış. 

Onlar da kemâl-i tahkîk ile merâtibini tefrîk ederek, sıhhati şübhesiz olanları cem‘ ederek bize ders vermişler, takdîm etmişler. جَزَاهُمُ اللّٰهُ خَيْرًا كَث۪يرًا 

Onlar da tam bir araştırmacılık örneği gösterip adeta kılı kırk yarar hassasiyetinde ince eleyip sık dokuyarak, hadislerin sıhhat derecelerini tespit ederek,[1] sıhhatinde en küçük bir şüphe olmayanları bir araya getirip bizlere ders vermişler, sunmuşlar. Allah, yaptıkları bu hizmetin karşılığını onlara çokça ihsan etsin.

İşte Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mübârek parmaklarından suyun akması ve pek çok adama içirmesi mütevâtirdir. Öyle bir cemâat nakletmiş ki, yalana ittifâkları muhâldir.

İşte Peygamber Efendimiz (asm)’ın mübarek parmaklarından suyun akması ve pek çok kişiye bu sudan içirmesi hadisesi mütevâtir derecesindedir. Bir şey mütevâtir ise yalan olma ihtimali yok demektir. Üç defa gerçekleşen parmaklarından su akması hadisesi, öyle bir sahabe topluluğu içerisinde gerçekleşmiş ki, yalan üzerine söz birliği etmelerine imkân yoktur.

Şu mu‘cize gayet kat‘îdir. Hem üç def‘a, üç mecma‘-ı azîmde tekerrür etmiş.

Efendimizin parmaklarından su akması mucizesi son derece kesindir. Üç büyük toplulukta üç defa tekrarlanmış.

Başta Buhârî, Müslim, İmâm-ı Mâlik, İmâm-ı Şuayb, İmâm-ı Katâde gibi pek çok ehl-i sahîh bir cemâat,

Başta İmam Buhârî, İmam Müslim, İmam Malik b. Enes, İmam Amr b. Şuayb[2] ve İmam Katâde[3] gibi topluluk denecek kadar sayıları çok olan, naklettikleri hadislerin sıhhati noktasında son derece ihtimamlı olan bu hadis âlimleri,

Sahâbelerden, başta hâdim-i Nebevî Hazret-i Enes, Hazret-i Câbir, Hazret-i ibn-i Mes‘ûd gibi meşâhîr-i Sahâbenin bir cemâatinden, parmaklarından suyun kesretle akması ve orduya içirmesi nakl-i sahîh-i kat‘î ile beyân edilmiştir.

Sahâbelerden ve özellikle de başta Peygamber Efendimizin hizmetkârı Hz. Enes b. Malik, Hz. Cabir b. Abdullah, Hz. Abdullah b. Mes’ud gibi sahabenin ilmiyle meşhur olan bir topluluktan, Peygamber Efendimiz (asm)’ın parmaklarından suyun çoklukla akması ve ordusuna içirmesi; sıhhat ve doğruluğunda şüphe olmaksızın beyan edilmiş.[4]

Bu nevi‘ mu‘cize-i mâiyeden pek çok misâllerinden “Dokuz Misâli” beyân edeceğiz.

İşte su ile ilgili gerçekleşen mucizelerin pek çok misallerinden sadece dokuz misalini açıklayacağız.

Birinci Misâl:

Su ile ilgili mucizelerin birinci misali:

Başta Buhârî, Müslim, kütüb-ü sahîha Hazret-i Enes’den nakl-i sahîh ile haber veriyorlar ki:

Başta İmam Buhârî ve İmam Müslim’in kitapları olmak üzere sahih hadis kitapları Hz. Enes b. Malik’ten naklederek sıhhatli bir şekilde haber veriyorlar ki:

Hazret-i Enes diyor: “Zevrâ nâm-mahalde üç yüz kişi kadar, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ile beraber idik. İkindi namazı için abdest almayı emretti. Su bulunmadı. Yalnız bir parça su emretti, getirdik. Mübârek ellerini içine batırdı. Gördüm ki, parmaklarından çeşme gibi su akıyor.

Hz. Enes şöyle diyor: “Peygamber Efendimizle birlikte Zevra[5] adındaki yerde üç yüz kişi kadardık. Efendimiz (asm) ikindi namazı için abdest almamızı emretti fakat abdest almak için su bulamadık. Sadece bir miktar su istedi. Biz de getirdik. Mübarek ellerini o az suyun içine batırdı. Çıkardığında parmaklarından çeşme gibi su aktığını gördüm.

Sonra bütün maiyetindeki üç yüz adam geldiler. Umumu abdest alıp içtiler.”

Bu halde mübarek ellerinden su akmakta iken emrindeki üç yüz sahabe geldiler. Bütün hepsi hem abdest alıp hem de içtiler.”

İşte şu misâli, Hazret-i Enes üç yüz kişiyi temsîl ederek haber veriyor.

İşte Hz. Enes, su ile ilgili şu mucizeyi orada bulunan üç yüz kişiyi temsil ederek haber veriyor.

Mümkün müdür ki, o üç yüz kişi şu habere ma‘nen iştirâk etmesinler? Hem iştirâk etmedikleri halde, tekzîb etmesinler?

Hiç imkânı var mıdır ki? Orada bulunan ve bu hadiseye şahit olan, mucize eseri olarak akan bu sudan içen o üç yüz kişi Hz. Enes’in onları temsil ederek verdiği bu habere iştirak etmesinler. Veyahut böyle bir habere iştirak etmiyor olsalar yalanlamama imkânı var mıdır?

İkinci Misâl:

Su ile ilgili mucizelerin ikinci misali:

Başta Buhârî, Müslim, kütüb-ü sahîha haber veriyorlar ki, Hazret-i Câbir ibn-i Abdullâhi’l-Ensârî beyân ediyor:

Buhârî ve Müslim’in Sahihleri başta olmak üzere sahih hadis kitapları haber veriyorlar ki, Hz. Cabir b. Abdullah el-Ensarî şöyle beyan ediyor:

“Biz bin beş yüz kişi Gazve-i Hudeybiye’de susadık. Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm kırba denilen deriden bir kap sudan abdest aldı. Sonra elini içine soktu. Gördüm ki, parmaklarından çeşme gibi su akıyor. Bin beş yüz kişi içip kaplarını o kırbadan doldurdular.”

“Hudeybiye seferinde bin beş yüz kişi susuz kaldık. Resul-i Ekrem (asm) kırba adı verilen deriden bir su kabının içinde bulunan az sudan abdest aldı. Sonra mübarek ellerini su kabının içine soktu. Ellerini geri çıkardığında parmaklarından çeşme gibi su aktığını gördüm. Bin beş yüz kişinin tamamı bu sudan hem içtiler hem de kaplarını doldurdular.”

Sâlim ibn-i Ebi’l-Ca‘d Câbir’den sormuş: “Kaç kişi idiniz?” Câbir demiş ki: “Yüz bin kişi de olsa idi, yine kâfî gelirdi. Fakat biz on beş yüz, yani bin beş yüz idik.”

Salim b Ebu’l Ca’d[6] adındaki sahabe Hz. Cabir’den “kaç kişiydiniz?” diye sormuş. Hz. Cabir ona “yüz bin kişi de olsaydık yine o su bize yeterdi. Fakat biz on beş (15) adet yüz, yani bin beş yüz kişiydik” demiş.

İşte şu mu‘cize-i bâhirenin râvîleri ma‘nen bin beş yüz kadardırlar.

İşte bu apaçık mucizenin rivayet edenleri aslında bin beş yüz kişi kadardır.

Çünkü fıtrat-ı beşeriyede, yalana yalan demek bir meyl-i arzusu vardır.

Çünkü insan fıtratında yalana yalan demek için yaratılıştan gelen bir meyil ve arzu vardır.

Sahâbeler ise, sıdk ve doğruluk için, can ve mal ve peder ve vâlidelerini ve kavim ve kabîlelerini fedâ edip sıdk ve hak için fedâî oldukları halde,

Sahabeler ise sıdk ve doğruluk için canlarını, mallarını, ana-babalarını, içinde yaşaya geldikleri toplumlarını, mensubu oldukları kabilelerini feda edip hak olan davaları ve doğruluk için her şeylerini feda ettikleri halde,

hem “Benden bilerek yalan bir şey haber veren, cehennem ateşinden yerini hazırlasın!” meâlindeki hadîs-i şerîfin tehdîdine karşı, yalana mukābil sükût etmeleri mümkün değildir. Madem sükût ettiler. O haberi kabul ettiler. Ma‘nen iştirâk edip tasdîk ediyorlar, demektir.

Hem de Peygamber Efendimizin; “Bilerek benim yerimde yalan söyleyen cehennem ateşinden yerini hazırlasın!” mealindeki hadis-i şerifinin içerdiği tehdide karşı, sahâbelerin yalan bir habere karşılık susmaları mümkün değildir. Madem sustular. Demek ki bu haberi kabul ettiler. Demek ki, anlatılan bu olaya ortak olup anlatılan bu mucizeyi tasdik ediyorlar.

Üçüncü Misâl:

Su ile ilgili mucizelerin üçüncü misali:

Gazve-i Buvât’da, yine Buhârî, Müslim başta, kütüb-ü sahîha beyân ediyorlar ki,

Buvât[7] gazvesinde yine Buhârî ve Müslim’in Sahih adlı hadis kitapları olmak üzere sahih hadis kitapları şöyle beyan ediyorlar ki,

Hazret-i Câbir dedi ki: “Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti: نَادِ بِالْوُضُٓوءِ Abdest almak için ‘nidâ et’ dediler. ‘Su yok’ denildi.

Hz. Cabir şöyle dedi: “Resul-i Ekrem (asm), “Abdest için nida et” diye emir buyurdu. Kendisine “su yok” diye cevap verildi.

Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dedi: ‘Bir parça su bulunuz.’ Gayet az su getirdik. Sonra o az su üstüne elini kapadı. Bir şeyler okudu, bilmedim ne idi.

Bunun üzerine Resul-i Ekrem (asm) “Bir parça su bulunuz” dedi. ‘Bulduğumuz gayet az miktardaki suyu getirdik. Peygamber Efendimiz (asm) o az suyun üstüne elini kapatıp ne olduğunu bilmediğim bir şeyler okudu.’

Sonra ferman etti: رِدْنَا بِجَفْنَةِ الرَّكْبِ Yani ‘Kafilenin büyük teştini getir bana.’ getirildi.

Sonra Peygamber Efendimiz (asm), “Kafilenin büyük teştini bana getir” diye emretti. Getirildi.

Ben de Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın önüne koydum. O da elini içine koydu. Parmaklarını açtı. Ben de o az suyu mübârek eli üzerine döküyordum. Gördüm ki, mübârek parmaklarından kesretle su aktı. Sonra teşt doldu.

Ben de o teşti[8] Resul-i Ekrem (asm)’ın önüne koydum.

Suya muhtaç olanları çağırdım. Bütün geldiler. O sudan abdest alıp içtiler. Ben dedim: ‘Daha kimse kalmadı.’ Elini kaldırdı. O cefne, yani tekne lebâleb dolu kaldı.”

Suya ihtiyacı olanları çağırdım. Bütün hepsi geldiler. O sudan hem abdest alıp hem de içtiler. Ben de Peygamber Efendimize “sudan içecek daha kimse kalmadı” dedim. Efendimiz (asm) elini kaldırdı. O cefne yani tekne ağzıyla beraber dolu kaldı.”

İşte şu mu‘cize-i bâhire-i Ahmediye (asm) ma‘nen mütevâtirdir.

İşte Hz. Muhammed (asm)’ın su ile ilgili şu apaçık mucizesi manevî mütevâtir derecesindedir.

Çünkü Hazret-i Câbir o işte başta olduğu için, birinci söz onun hakkıdır. O umumun nâmına i‘lân ediyor.

Çünkü Hz. Cabir (ra) bu olaya şahit olan bütün sahâbelerin namına bu mucizeyi ilan ediyor. Dolayısıyla onların manevi desteğini alıyor. Hz. Cabir bu mûcize gerçekleşirken en başta olduğu için bu hadiseyi anlatmak noktasında söz hakkı onundur.

Çünkü o vakit hizmet eden o zât idi. İ‘lân başta onun hakkıdır. İbn-i Mes‘ûd da aynen rivâyetinde diyor ki: “Ben gördüm ki, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın parmaklarından çeşme gibi su akıyor.”

Çünkü o vakit Efendimize hizmet eden Hz. Cabir idi. Bu sebeple bu hadiseyi ilan etmek en başta onun hakkıdır. Abdullah İbn-i Mes’ud (ra) da aynı olayı rivayet ederken: “Resul-i Ekrem (asm)’ın parmaklarından çeşme gibi su akıyorken gördüm” diyor.

Acaba meşâhîr-i sıddîkîn-i Sahâbeden olan Enes, Câbir, İbn-i Mes‘ûd gibi bir cemâat dese: “Ben gördüm.” Görmemesi mümkün müdür?

Acaba, sahabenin Efendimize sadakatiyle meşhur olanlarının en başında gelen Hz. Enes, Hz. Cabir, Hz. İbn-i Mes’ud gibi bir topluluğun, görmedikleri halde “ben gördüm” demeleri mümkün müdür?

Şimdi şu üç misâli birleştir. Ne kadar kuvvetli bir mu‘cize-i bâhire olduğunu gör. Ve üç tarîk birleşse, hakîkî tevâtür hükmünde parmaklarından su akmasını kat‘î isbat eder.

Şimdi verdiğimiz şu üç misali zihninde birleştir. Ne kadar kuvvetli ve apaçık bir mucize olduğunu kendi gözünle gör. Şayet bu üç rivayet birleştirilse; Peygamber Efendimizin parmaklarından su akmasıyla ilgili mucizesinin hakiki tevatür derecesinde olduğunu kesin olarak ispat eder.

Hazret-i Mûsâ Aleyhissellâm’ın taştan on iki yerde çeşme gibi su akıtması, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın on parmağından on musluk suyun akmasının derecesine çıkamaz.

Hz. Musa (as)’ın mucize olarak -asasını vurmak suretiyle- on iki yerde çeşme gibi su akıtması, Resul-i Ekrem (asm)’ın on parmağından on musluk suyun akmasının derecesine yetişemez.

Çünkü taştan su akması mümkündür. Âdiyât içinde nazîri bulunur. Fakat et ve kemikten, âb-ı kevser gibi suyun kesretle akmasının nazîri, âdiyât içinde yoktur.

Çünkü taştan su akması imkân dahilindedir. Âdiyât adı verilen alışılagelen normal hadiseler içerisinde benzeri bulunur. Fakat bir insanın et ve kemiğinden hayat suyu gibi suyun çoklukla akmasının benzeri, hayatın akışı içerisinde yoktur.

Dördüncü Misâl:

Su ile ilgili mucizelerin dördüncü misali:

Başta İmâm-ı Mâlik Muvattâ‘ kitâb-ı mu‘teberinde, Muâz Bin Cebel gibi meşâhîr-i Sahâbeden haber veriyor ki:

Başta İmam Malik b. Enes (ra) Muvattâ adındaki muteber hadis kitabında, Muâz b. Cebel[9] gibi sahabenin meşhurlarından haber veriyor ki:

Hazret-i Muâz bin Cebel dedi ki: “Gazve-i Tebük’de bir çeşmeye rast geldik. Sicim kalınlığında güç ile akıyordu. Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm emretti ki: ‘Bir parça o suyu toplayınız.’ Avuçlarında bir parça topladılar. Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm onunla elini yüzünü yıkadı. Suyu çeşmeye koyduk. Birden çeşmenin menfezi açılıp kesretle aktı. Bütün orduya kâfî geldi.”

Hz. Muâz b. Cebel dedi ki: “Tebük Gazvesinde bir çeşmeye rast geldik. Sicim (ince ip) kalınlığında zar zor akıyordu. Resul-i Ekrem (asm) “O suyu bir parça toplayınız” diye emretti. Oradakiler avuçlarında bir parça topladılar. Resul-i Ekrem (asm) toplanan o su ile elini, yüzünü yıkadı. Suyu geri çeşmeye koyduk. Birden çeşmenin menfezi açılıp çoklukla akmaya başladı. Öyle ki, bütün orduya yeterli geldi.”

Hatta bir râvî olan İmam ibn-i İshâk der ki: “Gök gürültüsü gibi, toprak altında o çeşmenin suyu gürültü yaparak öyle aktı.

Hatta bu hadiseyi aktaran diğer bir ravi olan İmam İbn-i İshak,[10] “o çeşmenin suyu toprak altından gök gürültüsü gibi büyük bir ses yaparak aktı” der.

Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Hazret-i Muâz’a ferman etti ki: يُوشِكُ يَا مُعَاذُ اِنْ طَالَتْ بِكَ حَيَاةٌ اَنْ تَرٰي مَا هٰهُنَا قَدْ مُلِئَ جِنَانًا Yani “Bu eser-i mu‘cize olan mübârek su devam edip buraları bağa çevirecek. Ömrün varsa göreceksin.” Ve öyle olmuştur.

Resul-i Ekrem (asm) Muâz b. Cebel’e, “Ey Muâz! Eğer ömrün uzun olursa, buraları bahçelerle dolmuş olarak görmen yakındır” diye buyurdu. Yani “mucize eseri olan bu mübarek su akmaya devam edip buraları bağa, bostana çevirecek. Ömrün varsa göreceksin” demiş. Efendimizin dediği gibi de olmuş.

Beşinci Misâl:

Su ile ilgili mucizelerin beşinci misali:

Başta Buhârî, Hazret-i Berâ’dan ve Müslim, Hazret-i Seleme ibn-i Ekva‘dan ve sâir kütüb-ü sahîha başka râvîlerden müttefikan haber veriyorlar ki:

Başta İmam Buhârî Hz. Berâ’ b. Âzib’den[11] rivayetle ve İmam Müslim Hz. Seleme İbn-i Ekvâ’dan nakille ve diğer sahih hadis kitapları da başka hadis ravilerinden ittifakla haber veriyorlar ki:

“Gazve-i Hudeybiye’de bir kuyuya rast geldik. Biz bin dört yüz kişi idik. O kuyunun suyu elli kişiyi ancak idare ederdi. Biz suyu çektik. İçinde bir şey bırakmadık.

“Hudeybiye seferinde bir kuyuya rast geldik. Biz, yaklaşık bin dört yüz kişiydik. O kuyunun suyu ancak 50 kişiyi idare ederdi. Biz olan suyu çektik. Kuyunun içinde bir şey bırakmadık.

Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm geldi. Kuyunun başına oturdu. Bir kova su istedi. Getirdik. Kovanın içine mübârek ağzının suyunu bıraktı. Ve duâ etti. Sonra o kovayı kuyuya döktü. Birden kuyu coştu ve kaynadı. Ağzına kadar doldu. Bütün ordu, kendileri ve hayvanâtı doyuncaya kadar içtiler. Kaplarını da doldurdular.”

Resul-i Ekrem (asm) geldi. Kuyunun başına oturdu. Bir kova su istedi. Getirdik. Kovanın içine mübarek ağzının suyunu bıraktı ve dua etti. Sonra o kovanın içindeki suyu kuyuya döktü. Kuyu birden kaynayarak coştu. Öyle ki, ağzına kadar suyla doldu. Bütün ordu hem kendileri hem de hayvanları doyuncaya kadar içtiler. Su kaplarını da doldurdular.”

Altıncı Misâl:

Su ile ilgili mucizelerin altıncı misali:

Yine Müslim ve İbn-i Cerîr-i Taberî gibi hadîsin dâhî imamları başta olarak, kütüb-ü sahîha nakl-i sahîh ile meşhur Ebû Katâde’den haber veriyorlar ki,

Yine İmam Müslim ve İbn-i Cerir Taberî[12] gibi hadis ilminin dâhî imamlarının kitapları başta olarak sahih hadis kitapları kesin olarak nakledildiğine göre meşhur Ebû Katâde’den[13] haber veriyorlar ki,

Ebû Katâde diyor: “Mûte gazve-i meşhûrede, reislerin şehâdeti üzerine imdâda gidiyorduk. Bende bir kırba vardı.

Ebu Katâde şöyle diyor: “Meşhur Mûte savaşında, reislerin şahitliği üzerine orduya yardıma gidiyorduk. Bende bir su kırbası vardı.

Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bana ferman etti: اِحْفَظْ عَلَيَّ  م۪يضَئَتَكَ فَسَيَكُونُ لَهَا نَبَأٌ عَظ۪يم  Yani ‘Kırbanı sakla. Onun büyük işi var.’

Resul-i Ekrem (asm) bana buyurdu ki, “Kırbanı muhafaza et! Onun büyük bir hayrı olacak” yani kırbanı sakla! Onun büyük işi var diye buyurdu.

Sonra susuzluk başladı. Yetmiş iki kişi idik. -Taberî’nin nakline göre, üç yüz idik.- Susuz kaldık.

Sonra sefer sırasında susuzluk başladı. Biz yetmiş iki (72) veya Taberî’nin nakline göre üç yüz (300) kişi susuz kaldık. 

Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dedi: ‘Kırbanı getir.’ Ben getirdim. O da aldı. Ağzını ağzına getirdi. İçine nefes etti, etmedi, bilmem. Sonra yetmiş iki kişi geldiler, içtiler. Kaplarını doldurdular. Sonra ben aldım. Verdiğim gibi kalmış idi.”

Resul-i Ekrem (asm) bana “Kırbanı getir” dedi. Ben getirdim. O da kırbayı aldı. Mübarek ağzını su kırbasının ağzına getirdi. İçine nefes etti mi etmedi mi bilemedim. Sonra yetmiş iki geldiler. Hem kendileri içtiler hem de su kaplarını doldurdular. Sonra ben su kırbasını aldım. İçinde ilk verdiğim kadar su kalmıştı.”

İşte şu mu‘cize-i bâhire-i Ahmediye’yi (asm) gör. اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلَيْهِ وَعَلٰٓي اٰلِه۪ بِعَدَدِ قَطَرَاتِ الْمَٓاءِ de.

İşte Hz. Muhammed (asm)’ın apaçık peygamberlik mucizesini gör. Allah’ım! Hz. Muhammed (asm)’a ve onun âline suların damlaları adedince salat ve selam eyle.

Yedinci Misâl:

Su ile ilgili mucizelerin yedinci misali:

Başta Buhârî ve Müslim olarak, kütüb-ü sahîha Hazret-i İmrân ibn-i Husayn’dan haber veriyorlar ki,

Başta Buhârî ve Müslim’in sahihleri olarak, sahih hadis kitapları Hz. İmran b. Husayn[14] adlı sahabeden şöyle haber veriyorlar:

İmrân der: “Bir seferde Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ile beraber susuz kaldık. Bana ve Ali’ye ferman etti ki: ‘Filan mevki‘de bir kadın iki kırba suyu hayvana yükletmiş gidiyor. Alıp buraya getiriniz.’

İmran şöyle der: “Askerî bir seferde Resul-i Ekrem (asm) ile beraberdik. Susuz kaldık. Bana ve Hz. Ali’ye; “Filan yerde bir kadın hayvanına iki kırba su yükletmiş gidiyor. O kadını ve suyunu alıp buraya getiriniz” diye emretti. 

Ben ve Ali beraber gittik. Aynı yerde kadını su yüküyle bulduk, getirdik. Sonra emretti: ‘Bir kaba bir parça su boşaltınız.’ Boşalttık. Bereketle duâ etti. Sonra yine suyu o hayvandaki kırbaya koyduk.

Ben ve Hz. Ali, beraber gittik. Efendimizin emrettiği aynı yerde kadını su yüküyle bulup getirdik. Efendimiz (asm), “Bir kaba bir parça su boşaltınız” diye emretti. Boşalttık. Bu kaba boşalttığımız suya bereketlenmesi için dua etti. Sonra o suyu tekrar hayvanda yüklü haldeki su kırbasına koyduk.

Ferman etti ki: ‘Herkes gelsin, kabını doldursun.’ Bütün kafile geldi. Kaplarını doldurdular, içtiler.

Peygamber Efendimiz (asm), “Herkes gelsin, kabını doldursun” diye emretti. Sefere katılan bütün kafile hem içtiler hem de kaplarını doldurdular.

Sonra ferman etti: ‘Kadına bir şeyler toplayınız.’ Kadının eteğini doldurdular.”

Ardından Efendimiz (asm) bu defa şöyle emretti. “-İçtiğimiz bu suya karşılık- kadına bir şeyler toplayınız.” Kadının eteğini hediye ile doldurdular.

İmrân diyor ki: “Ben tahayyül ediyordum ki, gittikçe iki kırba doluyor. Daha ziyâdeleşiyor.

İmran, bu olayla ilgili diyor ki: “ben öyle hayal ediyordum ki, iki kırbanın içindeki su sanki gittikçe doluyor, artıyordu.

Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm o kadına ferman etti ki: اِنَّا لَمْ نَأْخُذْ مِنْ مَٓائِكِ شَيْئًا وَلٰكِنَّ اللّٰهَ سَقٰينَا Yani ‘Senin suyundan almadık. Belki Cenâb-ı Hakk bize hazinesinden su içirdi.’”

Resul-i Ekrem (asm) o kadına, “Biz senin suyundan almadık. Belki Cenâb-ı Hak bize kendi hazinesinden su içirdi” diye buyurdu.

Sekizinci Misâl:

Su ile ilgili mucizelerin sekizinci misali:

Başta meşhur İbn-i Huzeyme sahîhinde, râvîler Hazret-i Ömer’den naklediyorlar ki:

Başta meşhur İbn-i Huzeyme[15] es-Sahih[16] adlı hadis kitabında Hz. Ömer’den rivayetle naklediyor ki:

“Gazve-i Tebük’de susuz kaldık. Hatta bazılar devesini keser, susuzluktan içini sıkar, içerdi.

“Tebük Gazvesinde susuz kaldık. Öyle ki bazıları susuzluktan devesini keser içini sıkar, içerdi.

Ebû Bekri’s-Sıddîk, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a duâ etmek için ricâ etti. Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm elini kaldırdı. Daha elini indirmeden bulut toplandı. Yağmur öyle geldi ki, kaplarımızı doldurduk.

Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir es-Sıddık (ra) Resul-i Ekrem (asm)’a susuzluğa karşı dua etmesi için ricada bulundu. Resul-i Ekrem (asm) dua için elini kaldırdı. -bir süre dua etti.- daha elini indirmeden üzerimize bulut toplandı. Yağmur öylesine geldi ki, kaplarımızı doldurduk.

Sonra su çekildi. Ordumuza mahsûs olarak hududumuzu tecâvüz etmedi.” Demek tesâdüf içine karışmamış, sırf bir mu‘cize-i Ahmediyedir (asm).

Sonra su çekildi. Ordumuza özel olarak ordunun kapladığı alanı taşmaksızın doğrudan ordunun üzerine yağdırıldı.” Demek oluyor ki, rastlantı eseri olarak değil, aksine Efendimizin sırf peygamberlik delili olarak gerçekleşen bir mucizesidir.

Dokuzuncu Misâl:

Su ile ilgili mucizelerin dokuzuncu misali:

Meşhur Abdullâh ibn-i Amr İbni’l-Âs’ın hafîdi ve dört imamın ona i‘timâd edip ve ondan tahrîc-i hadîs ettikleri; Amr ibn-i Şuayb’dan nakl-i sahîh ile haber veriyorlar ki, demiş:

Amr İbn-i Şuayb sahabenin ilmiyle meşhur olanlarından Abdullah b. Amr b. Âs’ın torunlarından biridir. Dört hadis imamının (Tirmizî, Neseî, Ebû Davud ve İbn-i Mâce) kendisine güvenip ondan hadis tahric[17] etmişlerdir. Amr İbn-i Şuayb adlı âlimden rivayetle sıhhati kesin olarak haber veriyorlar ki:

“Nübüvvetten evvel, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm amcası Ebû Tâlib ile deveye binip Arafa civarında Zi’l-mecâz nâm-mevkie geldikleri vakit, Ebû Tâlib demiş: ‘Ben susadım.’ Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm inmiş, yere ayağını vurmuş, su çıkmış, Ebû Tâlib içmiştir.”

“Peygamber Efendimiz (asm) henüz kendisine peygamberlik verilmezden evvel, amcası Ebû Talip ile deveye binmiş olarak Arafat dağının Zil-mecaz[18] denilen yere geldiklerinde Ebu Talip, “Ben susadım” demiş. Sevgili Peygamberimiz (asm) deveden inmiş, yere ayağını vurmuş. Mübarek ayağını vurduğu yerden su çıkmış. Ebu Talip, çıkan bu sudan içmiştir.”

Muhakkikînden birisi demiş ki: “Şu hâdise nübüvvetten evvel olduğundan, irhâsât kabîlinden olmakla beraber, bin sene sonra aynı yerde Arafât çeşmesi çıkması, o hâdiseye binâen bir kerâmet-i Ahmediye (asm) sayılabilir.”

Hakikati en ince ayrıntısına kadar araştıran yüksek âlimlerden birisi şöyle demiş: “Şu hadise peygamberlikten önce gerçekleşmiş olduğundan mucizelerin irhasât kısmına dahildir. Bununla beraber bin yıl sonra da bu mucizenin gerçekleştiği yerde Arafat çeşmesinin akıyor olması Peygamber efendimizin velayetinin bir kerameti sayılabilir.”[19] Çünkü peygamberliğini icra ettikten sonra da bu su akmaya devam etmiştir.

İşte şu dokuz misâller gibi doksan misâl olmasa da, belki doksan sûrette rivâyetler, mu‘cizât-ı mâiyeyi haber vermişler.

İşte buraya kadar zikredilen suların çoğalmasıyla ilgili şu dokuz misaller gibi doksan misal olmasa da belki doksan ayrı şekilde gelen rivayetler, su ile ilgili mucizeleri bize haber vermişler.

Baştaki yedi misâl, ma‘nevî tevâtür gibi kat‘î ve kuvvetlidirler.

Bu dokuz misalin ilk yedisi manevî tevâtür derecesinde gibi kesin ve kuvvetlidirler.

Âhirdeki iki misâl, çendân o derece tarîkleri kuvvetli ve müteaddid değil, râvîleri çok değiller.

Sondaki iki misal ise her ne kadar önceki yedi misal gibi rivayet yolları çeşitli ve kuvvetli değil ve dolayısıyla bu iki hadiseyi nakleden hadis ravileri çok değiller.

Fakat sekizinci misâlde Hazret-i Ömer’den rivâyet olunan mu‘cize-i sehâbiyeyi te’yîd ve takviye eden ikinci bir mu‘cize-i sehâbiye,

Fakat suyla ilgili sekizinci misalde Hz. Ömer’den nakledilmiş olan cömertlikle ilgili mucizeye kuvvet veren ve pekiştiren ikinci bir cömertlik mucizesi şudur.

başta İmâm-ı Beyhakî ve Hâkim olarak kütüb-ü sahîha Hazret-i Ömer’den haber veriyorlar ki:

Başta İmam Beyhakî ve Hakim’in kitapları olarak sahih hadis kitapları Hz. Ömer’den haber veriyorlar ki:

Hazret-i Ömer Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dan yağmur duâsını niyâz etti. Çünkü ordu suya muhtaç idi.

Hz. Ömer (ra), Resul-i Ekrem (asm)’dan yağmur duası yapmasını niyaz etti. Çünkü o an ordu suya fazlasıyla muhtaç haldeydi.

Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm elini kaldırdı. Birden bulut toplandı. Yağmur geldi. Ordunun ihtiyacı kadar su verdi, gitti. Âdetâ yalnız orduya su vermek için me’mur idi. Geldi, ihtiyaca göre verdi, gitti.

Resul-i Ekrem (asm) dua etmek için mübarek elini kaldırdı. Birden -çok kısa bir süre içinde- bulutlar toplandı. Ardından yağmur geldi. Ordunun ihtiyacı kadar su verdi, gitti. Adeta sadece İslam ordusuna su vermek için görevliydi. Geldi, ihtiyaca göre yeteri kadar yağmuru verdi ve gitti.

Şu hâdise nasıl ki, sekizinci misâli te’yîd ve kat‘î isbat eder.

İşte bu hadise nasıl sekizinci misali pekiştirir ve gerçekliğini kesin olarak ispat eder.

Öyle de, şu hâdisede meşhur allâmelerden ve tashîhde çok müşkilpesend, hatta çok sahîhlere mevzu‘ deyip kabul etmeyen İbn-i Cevzî gibi bir muhakkik der ki: “Şu hâdise, Gazve-i Meşhûre-i Bedir’de vukū‘ bulmuş. وَيُنَزِّلُ عَلَيْكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً لِيُطَهِّرَكُمْ بِه۪ âyet-i kerîmesi, o hâdiseyi beyân edip ifade eder.”

Öyle de şu hadisede meşhur hadis âlimlerinden ve hadis tashihinde çok zor beğenen, çok titiz olan hatta sahih olduğu kesin olan birçok hadîs-i şerife mevzu’ deyip sıhhatini kabul etmeyen İbn-i Cevzî gibi bir muhakkik (hakikat araştırmacısı) bu mucizede anlatılan hadise hakkında şöyle der: “Şu hadise, meşhur Bedir savaşında gerçekleşmiştir. “Ve üzerinize gökten bir su indiriyordu ki, bununla sizi temizlesin”[20] ayeti bu mucizeye bakar, onu ifade eder.

Madem âyet o hâdiseyi gösterir. Kat‘iyetinde şübhe kalmaz. Hem duâ-yı Nebevî ile birden ve sür‘atle ve daha elini indirmeden yağmurun gelmesi, çok tekerrür etmiş. Tek başıyla bir mu‘cize-i mütevâtiredir.

Madem ayet-i kerime bahsedilen bu hadiseyi gösterir. Öyle ise gerçekleşmiş olmasında şüphe kalmaz. Hem de peygamber duasıyla birden süratli bir şekilde ve hatta daha elini indirmeden yağmurun gelmesi çok defa tekrarlanmış. Dolayısıyla Efendimizin duasıyla yağmur gelmesi hadiseleri tek başına mütevâtir mucizelerdendir. Mucizelerle ilgili bu haberlerin yalan olma ihtimali yoktur.

Bazı def‘a câmi‘de minber üstünde elini kaldırmış. Daha indirmeden yağmış. Tevâtür ile nakledilmiş.[21]

Bazı defalar mescidinde minder üstünde hutbe verirken mübarek elini dua için kaldırmış. Daha elini indirmeden yağmur yağmış. Tevatür ile -yalan olma ihtimali olmaksızın- nakledilmiş.


[1] Buradaki sıhhat mertebelerinden maksat, hadisin metninden ziyade hadis metnini kitabına alan hadis alimine kadar ulaştıran rivayet silsilesindeki kişilerin doğruluk, adalet, hafıza kuvveti, hadis alıp veren kişilerin birbiriyle nerede ve ne zaman görüştükleri gibi ölçütlere bakar. Yoksa mesela sıhhat derecesi noktasında İmam Buhârî’nin Sahihi gibi muamele görmeyen İmam Malik’in Muvattâ adlı eseri esasen hadis ilmine yön veren bir şaheserdir. İçindeki hiçbir hadise şüpheyle bakılmaz ve mevzu denemez. İmam Buhârî’den itibaren hadis ilmi sıhhat noktasında keskin ölçütlerle ele alınmaya başlanmıştır. Bu sebeple onun kitabında şüpheye hiçbir ihtimal ve sebep yoktur. İş bu nedenle onun kitabı için ümmet kanaat birliğine gitmiş ve sıhhat konusunda Kur’ân’dan sonra en sahih kaynak denilmiştir. Yoksa İslam’ın hadis kaynaklarında sadece altı hadis kitabı (Kütüb-i sitte) sahihtir gibi bir anlayış asla kabul edilemez. Belki bu altı kitabın müelliflerinden itibaren hadisler belirlenen sıhhat ölçülerine göre derecelendirildi denilebilir.

[2] Amr b. Şuayb, tabiindendir. Taif’lidir. İlmiyle meşhur sahabeden Abdullah b. Amr b. Âs’ın torunu Şuayb’ın oğludur. Genç yaşta babası vefat eden Şuayb, dedesi Abdullah’ın himayesinde büyümüş ve ondan çok sayıda hadis öğrenmiştir. Oğlu Amr’da ondan hadis talim etmiştir. İbn-i Şuayb, Sık sık Mekke’ye gider ve hadis rivayet ederdi. Taif’de vefat etti.

[3] Katâde b. Diâme, tabiindendir. Hicrî 61 yılında doğdu. Bedevî bir kabileye mensuptu. Ailesi Basra’ya göç etti. Hasan-ı Basrî’den 12 yıl boyunca ders aldı. Pek kişiden hadis dinleyip pek çok alim de kendisinden hadis dinledi ve nakletti. Takva sahibi bir kişiydi. Hicrî 117 yılında vefat etti.

[4] Böyle bir sahabe topluluğundan bir sonraki nesil olan tabiin topluluğuna bu haberin iletilmesi tevatür vasfını kazanması demektir. Dolayısıyla yalan olma ihtimali yok demektir. Öyle ise verilen bu haberler katıksız birer gerçektir.

[5] Zevrâ,

[6] Salim b. Ebu’l Ca’d, Zehebî, Yahya b. Maîn ve Neseî gibi hadis alimleri onun fakih ve sîkâ birisi olduğunu kaydederler. Hadis dinlediği zaman bunu mutlaka yazardı. Sevban, Cabir, İbn-i Abbas ve daha pek çok sahabeden hadis nakletmiştir. Bir hadis naklettiğinde çokça açıklama yapardı. Hicrî 97 yılında vefat etti.

[7] Buvât Gazvesi, Buvât, Medine’nin 80 km kuzeybatısında yer alan bir mevkidir. Hz. Peygamber hicretin 2. yılında 200 süvariyle Kureyş müşriklerinin reislerinden Ümeyye b. Halef komutasında 100 süvari tarafından korunan 2500 deveden meydana gelen kervana bir harekât düzenledi. Kervan daha önce geçmiş olduğu için çatışma yaşanmadı.

[8] Teşt, içerisinde kalabalık topluluklar için yemek pişirilecek kadar büyük olan bir çeşit tencere.

[9] Muâz b. Cebel, 603 yılında Medine’de doğdu. Hazrec kabilesine mensuptur. 18 yaşında Müslüman oldu. İkinci akabe biâtında bulundu. Hz. Peygamberle bütün seferlere katıldı. Huneyn savaşında Efendimizin yerine Medine’de vekil, Taif seferinde ise hocalık yaptığı için yer alamadı. Hicretin 9. Yılında yemene kadı olarak tayin edildi. Bugün ehl-i sünnet ve’l cemaat ulemasının ortak değeri olan “Kitap, sünnet, icmâ” kıyaslarını ortaya koyan alim bir sahabeydi. Hz. Ebu Bekir zamanında Yermük, Ecnâdeyn savaşlarında ve Şam’ın fethinde yer aldı. Veba salgınında vefat eden Ebu Ubeyde’nin yerine İslam orduları baş komutanı oldu. Ardından Suriye’ye muallim olarak gönderildi. 683 yılında vebadan vefat etti. Hz. Muâz, daha Efendimiz (asm) hayatta iken fetva verebilen seçkin ve alim sahâbelerden biriydi.

[10] Muhammed b. İshak, 699 yılında Medine’de doğdu. İlim tahsilini başta babası ve amcası olmak üzere yakın çevresinden aldı. Çoğu sahabe olan 100 civarında alimden hadis aldı. Hz. Enes ve Said Müseyyeb gibi sahabelere talebelik yaptı. Kendisinden Kütüb-i sitte müellifleri hadis rivayet etmişlerdir. Hadis ilmini tedvin eden allamelerden Zührî onun için “megâzî ilmini öğrenmek isteyen İbn İshak’a müracaat etsin” derdi. Abbasi döneminde Hicaz’a gidip hadis rivayet etti. Ardından küfeye ve oradan Hire’ye geçti. Küfede Ebu Yusuf’un da aralarında olduğu alimlere siyer ve megâzî dersleri verdi. Ardından Horasan ve Rey şehirlerine gidip hadis rivayetine devam etti. Bağdat’ın kurulması üzerine buraya göç etti. Hayatının sonuna kadar bir taraftan hadis rivayet etti. Diğer taraftan Es-Sire adlı eserini okuttu.771 yılında Bağdat’ta vefat etti. Kabri İmam-ı Azam Ebu Hanife ile yan yanadır.

[11] Berâ b. Âzib, hadis rivayetiyle tanınan sahâbe. Medineli Evs kabilesine mensuptur. İlk hocası Mus’ab b. Umeyr’dir. Bedir savaşına yaşı küçük olduğu için alınmadı. 15 yaşında iken iştirak ettiği Uhud ve sonrasındaki bütün savaşlara katıldı. Rey ve Tüster şehirlerinin fethine katıldı. Cemel, Sıffîn ve Nehrevan savaşlarına Hz. Ali safında iştirak etti. Kûfe’ye yerleşip hayatını hadis rivayetine ve fıkıh derslerine adadı. 80 küsür yaşında iken burada vefat etti.

[12] İbn-i Cerir Taberî, hadis, fıkıh, tefsir, tarih alimi. Hicri 225 yılında Taberistan’da doğdu. Küçük yaşta kuranı ezberleyip hadis tahsiline başladı. Babası onun hakkında alim olacağına yorumladığı bir rüya gördüğü için yetişmesine büyük önem verdi. Bir süre Bağdat’ta ilim tahsil edip oradan Basra’ya ve oradan da Kûfe’ye geçti. Her gittiği yerde o beldenin en ileri gelen alimlerinden dersler aldı. Mısır’a gidip Şafii fıkhını ve Şam kıraatini ders aldı. Hayatının 50 yılından fazlasını Bağdat’ta geçirdi. İlme aç ve sürekli öğrenmeye aşık bir kişiydi. Tefsir, hadis, fıkıh, kıraat, meânî ve tarih alanlarında tam bir otorite oldu. 923 yılında vefat etti. En meşhur eserleri; tefsir alanında Câmiü’l Beyan, tarih alanında Tarih-i Ümem ve’i Mülük’tür.

[13] Ebû Katâde, Hz. Peygamberin süvarisi unvanlı cengâver sahabe. Medineli beni seleme kabilesine mensuptur. Bütün gazvelere iştirak etti. Efendimiz onun hakkında, “süvarilerimizin en hayırlısı Katâde’dir” buyurdu. Hz. Ömer zamanında fars diyarının fethinde büyük yararlık gösterdi. Hatta düşman komutanını bizzat öldürdü. Cihat zamanları hariç Medine’de hayat geçirdi. Pek çok sahabeden hadis rivayet etti. Pek çok sahabe de ondan hadis rivayet etti. Hicri 54 yılında yetmiş yaşlarında iken vefat etti.

[14] İmran b. Husayn, Hayber’in fethi esnasında Müslüman oldu. Bu tarihten sonraki savaşlara iştirak etti. Mekke’nin fethinde kabilesinin bayraktarlığını yaptı. Hz. Ömer zamanında halka din öğretmesi için Basra’ya gönderildi. Uzun bir süre hocalık yaptı. Daha sonra bütün resmi görevlerinden ayrılıp hadis okutarak hayat sürdü. Hicri 52 yılında Basra’da vefat etti.

[15] İbn-i Huzeyme, 223 yılında Nişabur’da doğdu. Çocuk denecek kadar küçük yaşta kuranı ezberledi ve hadis dinlemeye başladı. Zamanın ilim merkezleri olan Bağdat, Rey, Cürcan, Kûfe, Basra, Şam, Kahire ve Vâsıt’ı dolaştı. Zamanının ilim otoritelerinin önünde diz çöküp ilim tahsil etti. Buhârî, Müslim, İbn-i Hıbban, Hâkim gibi hadis alimleri en önde gelen talebeleridir. Resul-i Ekrem’den sahih olarak rivayet edilip birbiriyle çelişen iki hadis bile olmadığını ifade ve ispat edecek kadar hadis ilmine vakıftı. ‘İmamların imamı’ unvanıyla anılan İbn-i Huzeyme, hicri 311 yılında Nişabur’da vefat etti.

[16] Es-Sahih, İbn-i Huzeyme adlı hadis aliminin daha geniş bir eserin özetini yapmak suretiyle telif ettiği hadis kitabıdır. İbn-i Huzeyme bu eserini kitaplara ve bablara ayırmış, hadislerin senetlerini ortaya koymuş ve yer yer raviler hakkında bilgi vermiştir.

[17] Hadis tahrici, kelime anlamı çıkarmak, hüküm elde etmek demektir. Bir hadisi isnadıyla birlikte kitabına alıp nakletmeye tahric denilir. İsnad, hadis rivayetinin onu rivayet eden ilk sahabeye ve sahabeden Efendimiz (asm)’ kadar dayandırılmasına denilir. Böylece nakledilen bütün hadisler Efendimize kadar boşluk olmaksızın kaynağına dayandırılır.

[18] Zül-mecaz, Hacıların Vakfe yaptıkları Arafat tepesine yaklaşık 6 km mesafede bulunan mahaldir. Cahiliye döneminde meşhur panayırlardan biri burada yapılırdı.

[19] Meydana gelen harika bir hadise, şayet peygamberlik davasında bulunan bir kişinin elinden veya dilinden zuhur ederse buna mucize denilir. Şayet bir velinin (Allah dostunun) elinden veya dilinden zuhur ederse buna keramet denilir. Unutulmamalıdır ki; Efendimiz (asm) Hazretleri hem peygamberlerin en sonuncusu ve reisi hem de evliyanın serdarıdır. En yüksek velayet makamı onundur.

[20] El-Enfal 8/11

[21] Said Nursi, Zülfikâr, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 253-57


Yorum Yap

Yorumlar